Yapımcılığını ve sunuculuğunu İlknur Üstündağ'ın üstlendiği programda Dumanlı'nın yaşamından ilginç anılar ve kareler ekrana geliyor. Programda dayısı Abdullah Tanır ile Selim İleri,
Ali Çolak ve
Eyüp Can gibi Dumanlı'yı yakından tanıyan yazarları
mikrofon uzatılıyor.
'13 Eylül günü beni aldılar...'
İnsanlar askerler tarafından rastgele toplanıyor, kışlalara çıkarılıyor ve odalara alınıyor. Gelenlerden biri benimle ilgili
suçlama yapıyor. 'Bu bizim eğitim masası şefimizdir.' Sorgu sırasında bana sordular; 'Sen eğitim masası şefiymişsin?'... 'Napıyormuşum?' dedim. Ben akranlarıma göre fazlaca okuyan bir insandım. Bir de herhalde okuduklarını konuşan biri olarak oradan hareketle demişler ki; bu hem okuyor insanlara, hem çok konuşuyor, vardır bir şey...
'Edebiyat öğretmeni olmak istiyordum...'
Öğretmen olayım, edebiyat öğreteyim istiyordum.
İstanbul'a ilk kez geldiğimde teyzemin oğluyla
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin önünden geçiyoruz, ellerimi açtım ve dua ettim, dedim ki: "Ya Rab bana başka bir edebiyatta okumayı değil, İstanbul Edebiyat Fakültesi'ni lütfet." Sonra
sınav sonucu geldi ve istediğim oldu.
'Kültür-sanat sayfası editörlüğü...'
Öğretmenlik yaptığım sırada Zaman'a yazılar yolluyor, oradaki arkadaşlarla görüşüyordum. "Neden
öğretmenlik yapıyorsun, gel gazetecilik yap." dediler.
Tiyatro yazılarıyla başladım, daha sonra kültür-sanat editörlüğü
teklif edildi. Kabul ettim... Orada güzel bir kadro kurduk, hayatımın en güzel yıllarıydı... Bıraksalar 20 yıl çalışırdım, çünkü çok mutluydum.
'Genel Yayın Koordinatörlüğü...'
28
Şubat döneminde siyasi
tansiyon çok yükselmişti. Genel yayın koordinatörü olunca her sayfayla ilgili olursunuz. Siyaset, ekonomi... Onlar da önemliydi fakat benim ilgimi çekmiyordu. İdare eder gibi davranmak istemiyordum. Çok bunalmıştım. Bir ara vereyim düşüncesi vardı hep. Dil öğreneyim, dilimi geliştireyim diye Boston'a gittim.
Emerson College...
Dil eğitimi aldığım üniversitenin medya üzerine iki bölümü vardı, oradan bir
ders aldım. Dilimi geliştireyim diye bir ders alıyordum. Meğer bölüm başkanının dersiymiş. Çok kibar bir insandı. Beni bir gün çağırdı ve, "Neden sen buradan tek ders alıyorsun? Gel master yap, sen de çok şey kazanırsın, biz de çok şey kazanırız." dedi. Orada bir de master yaptım. Çok faydalandığımı söyleyebilirim. Sürekli notlar alıyordum ve diyordum ki 'keşke nasip olsa da bunları kendi ülkemde uygulayabilsem...'
'Tezimin daha noktasını koymadan...'
Gazeteden yetkililer aradı: 'Türkiye'ye dön, sana gazetenin genel yayın yönetmenliğini teklif ediyoruz.' Bir yandan tezimi bitireyim derken, bir yandan da teklifi değerlendirmek istiyordum. Sonuçta döneceğiz, döndüm... Gazetenin yazarlarıyla ve editörleriyle bir araya geldik, çok yoğun bir çalışma yaptık. Mizampajından sayfa düzenine, haber yazım mantığından tarzına kadar... Bir yandan da Türkiye'deki bütün okurlarımızla yüzlerce görüşme yaptık. Ve onlara, yeni çıkacak gazeteyi anlattık.
'Yazmak benim için gerçekten bir sığınak'
Türkiye'de sular durulmuyor. Sürekli gerginlikler oluyor ve biz bu gerginliklerde ortada kalıyoruz. Kutuplaşma arttığında siz 'ortada bir
köprü olayım' deseniz bile mutlaka o gerginlik ve asabiyet içerisinde yanlış anlaşılma ihtimaliniz artıyor. Burada benim sığınağım gerçekten edebiyat. Tabii ben bunu bireysel olarak yapıyorum ama, ben medyanın da edebiyata daha doğrusu insanî duyarlılığa sığınması gerektiğine inanıyorum.
***
'Cemil Çiçek, 12 Eylül'de avukatımdı'
Cemil Bey'in bana ilk söylediği şey; "Bu dosyadan ilk sen
tahliye olursun, ilk sen
beraat alırsın." Fakat bizim tutuklanmamızla mahkemeye çıkmamızın arası tam olarak bir yıl sürdü. Sonuçta Mamak
Cezaevi'nde kaldık, bir yıl sonra mahkemeye çıktık ve tahliye olduk. Zaten ben hemen beraat ettim... Hapiste geçirdiğim bir yıl benim için büyük bir kayıptı, yaşamımdan bir yıl gitti ama bana çok şey de kazandırdı.
Ekrem Dumanlı, İlkokul öğrencisi iken. (Solda)
Dumanlı'nın (en sağda) bu fotoğrafı, Yozgat Ceza-evi'nde yatarken çekilmiş.