Sanıyor ki; cemaat dar bir topluluğun, dışa kapalı bir yapı içinde, bireyleri yok edip tükettiği bir öğütme sistemidir.
Entelektüel olmayı da, aydın kalmayı da yok eden bir yapı tasavvur ediliyor. Oysa bugün cemaat diye bazı çevrelerce küçümsenen kitle, evrensel bir ufuk turuna çıktığı gibi, cihanşümul işler de yapıyor. Ve üstelik nam olsun, şan olsun diye de yapmıyor. Bu nasıl bir iç izolasyon gayretidir ki;
ülke sınırlarını aşan bir idealle ortaya çıkacak ve o gaye için uluslararası projeler gerçekleştirilecek? Daha basit bir sorgulamayla şu temel soruyu yöneltebiliriz: Bünyesinde yüksek eğitim almış bunca aydın ve dünya ticaretinin pek çok med-cezirlerini kendi disiplini içinde sıkı takip eden bunca
işadamı kendi birikim, donanım ve tecrübelerini bütünüyle yok ederek bir topluluğa karışıp gider mi?
Hayır. Ancak
Türkiye'de cemaat kavramına yüklenen daraltılmış anlam, bir araya gelen ve fedakârlıklarla bütünleşen bir kitle içinde bireyin nasıl birey olarak kaldığını da anlayamıyor; egosuna yenik düşmeden
toplumla nasıl entegre olduğunu da. Bu nedenle "
Türk okulları" diye bilinen eğitim kurumlarının nasıl ayakta kaldığına bir mana veremiyor kimileri. Yanılgının sebebi çok basit! Kendi dünyasının parametrelerine göre çıkarsız bir emeği tahayyül edemiyor. Oysa üniversite diplomasını eline alan
genç bir adam, maddî bir menfaat beklemeksizin binlerce kilometre uzaktaki bir okulda canla başla görev yapıyor. Bu durumu mevcut hayat tarzı ve felsefesiyle izah edemeyenlerin hasbilik, diğerkamlık, fedakârlık, başkası için yaşama gibi kavramları algılaması da kolay gözükmüyor. Oysa bu kavramların özündeki kutsiyet ve referanslarındaki cazibe, her türlü menfaatin üzerinde...
En önemli özelliği bağımsızlığı
Aynı durum,
Gülen'in tavsiyesiyle yürütülen eğitim faaliyetlerine
bağış ve
yardım yapan işadamları için de geçerli. Bu insanların tasviri esnasında kullanılan bazı tabirler üzücü olmaktan öte, incitici manalar da taşıyor. Ticarette belli başarılar elde etmiş insanları küçümseyen bakış açısında insanları yine iradesiz, muhakemesiz, öngörüsüz sanma gibi bir bilgi eksikliği gözleniyor. Bu, yine cemaat kavramına yüklenen dar mananın bir tezahürüdür. Sanılıyor ki; zar zor servet elde etmiş
Anadolu tüccarı, hesabını-kitabını yapamıyor ve bir romantizmin esiri olarak malını mülkünü çarçur ediyor. Oysa bu insanlar ne yaptıklarını, niçin yaptıklarını gayet iyi biliyor. Kendi ticarî işlerini aksatmaksızın eğitime, yani ülkenin belki de dünyanın geleceğine yatırım yapıyor; akıllarıyla, irfanlarıyla, basiretleriyle, ferasetleriyle...
Fethullah Gülen'in anlaşılamaması noktasında meseleye dışarıdan özellikle de karşıt cepheden bakanların zorlandıkları önemli bir nokta var:
Bağımsızlık ve millîlik. Hakkında çok şey yazıldı, çok şey söylendi Gülen'in. İnsaf sınırlarını hiçe sayan yorumlar da yapıldı;
iftira boyutlarına varan suçlamalar da yöneltildi. Toplumun ezici bir çoğunluğu bu kirli propagandaya
kulak asmadı. Çünkü o, onlarca yıl Anadolu'nun her köşesinde
hizmet etmiş, vaazlar ve konferanslar vermiş, konuşmalar, sohbetler yapmış ve
halkın yakından tanıdığı bir insan. Hiç kimseden şahsî bir beklentisi olmayan bir insan o. Halk, onun bu özelliğini daha Erzurum'da talebeyken biliyor ve o, Türkiye'nin dört bir yanına ulaştıkça bu aşikâr bilgi iyice perçinleşiyor. Gülen'in ısrarla yaşattığı istiğna tavrı, onun teşvikiyle yapılan hizmetlerde de rahatlıkla gözlenebiliyor.
Ne var ki vaktiyle bir ideoloji için çalışmış ve orada belli bir kanaate ulaşmış eski
tüfek bir grup, ısrarla Gülen'i ve onun tavsiyeleriyle yapılmış çalışmaları hep "daha büyük bir güç" ile girilen bir ilişki içinde düşünmüşlerdir. Onlara göre bir sosyal hareket, ülke sınırlarını aşarak dünya çapında bir şeyler yapabiliyorsa "büyük güç odakları" tarafından görevli, en azından icazetli olması gerekiyor. Vaktiyle kendi ideolojik hedefleri için "dış güçlerle
işbirliği" yapan birtakım çevrelerin "dış
destek olmadan asla" şeklindeki yaklaşımı, kötü ve acı bir tecrübenin çıkarımıdır. Yanlıştır! Yanlış olduğu hem sadece çıkarsamaya dayanmasından bellidir hem de bunu yazıp çizen bazı zevatın sadece ve sadece varsayımlar üzerinde durup bir kerecik olsun "dış yardım" ispatına gidememesinden.
Yeşil kuşak gibi, BOP gibi ne idüğü müddeiler tarafından bile tam bilinmeyen, kırk kafadan elli sesin çıktığı teoriler içinde şırınga edilen
akrep zehrinin sadece bir dedikodu olduğu, somut hiçbir bilgiye dayanmadığı da ortadadır. O kadar ki
komplo teorilerinin boş karelerine bir hareketin monte edilmeye çalışılması ve bunun histerik bir fanteziyle gerçekleştiriliyor olması, iddialarının mesnetsiz olduğunu gizlemek için yapılan metodolojik bir tercihtir.
Acı olan şu ki; "dış güçlerle" yolu kesişmemiş, onlarla "al gülüm ver gülüm" ilişkisine girmemiş ve bu sayede belli bir oranda millî kalmayı başarabilmiş iyi niyetli insanlar da bazen bu kirli propagandanın kurbanı haline gelebiliyor. Acınası bir hâldir bu!
Hem Gülen'in, hem de onun tavsiyeleriyle hareket edenlerin bağımsız olması bu hareketin en güçlü yanıdır ve bu bakımdan
sivil bir toplum modeliyle karşı karşıyayızdır. Ancak belirtmek gerekiyor ki; bu hareket, bağımsızlığının faturasını kimi zaman çok ağır bedellerle ödemiştir. Çünkü bağımsız kalarak herkesle irtibat içinde olmak ve
diyalog köprüleri kurmak oldukça çetin bir süreci kaçınılmaz kılıyor. Sizi kendine râm etmek isteyen yahut sizi emellerinin gerçekleştirilmesi yolunda engel görenler içinde bu durum derin bir husumete dönüşür. Üzülerek belirtmek zorundayım ki; Sayın Gülen'in bedel ödemesinin, taşıdığı kimlikle irtibatı vardır. Anadolu'dan neşet etmesi, Müslümanlığı ve Türklüğüyle birleşince ve bir de global meselelere kafa yormakla yetinmeyip alternatif yollar arayınca belli zümrelerin ona
öfke duyması kaçınılmaz bir tepkiye dönüşmüştür. Bir başka deyişle, Gülen'in vesile olduğu onca eğitim ve kültür faaliyetlerinin binde birini yapanlar yere göğe sığdırılamıyor. Benzer bir kimlik ilişkisi olmadığından zirvelerdeki zümrelerin negatif yaklaşımı kendini bir şekilde ele veriyor. Türkiye tarihini bilenler için yadırganacak bir durum da değildir. Modern aşiretlerle düşüp kalkmayan insanın peşine Jan Valjan'lar takılır bu ülkede.
Taviz vermeden olayları yeniden yorumlamak
Fethullah Gülen'i bazı zümreler için anlaşılmaz kılan, onun çoğulcu ve katılımcı yaklaşımlarıdır. Onun hayatına aslında bu açıdan da bakmak gerekiyor. Korucuk'ta neşet eden, ebeveyninden sağlam bir
aile disiplini alan bir insan var karşımızda. Komünizmle Mücadele Derneği'nin kuruluşuna ön ayak olmuş.
Necip Fazıl'ı Trakya'da konferans vermeye davet etmiş ve konferanslarında Üstad'a refakat etmiş, Risale-i Nurlar'la genç yaşta tanışmış, okumuş. İzmir'de Diriliş Derneği kuracak kadar Sezai Karakoç sevgisi taşımış. Daha çocukken Safahat'ı ezberleyecek kadar Akif tutkunu. O günkü çevresinin muhalefetine rağmen Kemal Ural'ın çıkardığı Şule Dergisi'ne destek verip bizzat dağıtmış.
Hayatının her döneminde her düşünceye bu kadar açık bir mütefekkiri -cılık, -culuk cenderesine mahpus etmek, adaletsizlik değil de nedir? O, örneği çok az görülen bir şeyi - üstelik ve cemaat fanatizminin inanılmaz boyutlara ulaştığı bir dönemde gerçekleştirdi ve bir cemaate mensup olmakla cemaatçi olmak arasındaki farkı ortaya çıkardı. Herkese sevgiyle, saygıyla yaklaşma üslubunu bugüne kadar sürdürdü. Şimdi "Fethullahçı" tabirine çok üzüldüğünü söylüyor; dün de öyle söylüyordu... Rahatlıkla denilebilir ki: "
Hocaefendi bir hizmet yarışı içinde farklı cemaatlerin bulunmasını tabii bir
gelişim olarak görüyor; ancak ayrımcılığa götüren ve faikıyetçi kibre saplanan cemaatçilik yapılmasından da nefret ediyor." Zaten Gülen'in -cı, -ci üzerinde bu kadar
soğuk durması, hadiseye dışarıdan bakanların da kafasını karıştırmış ve Gülen için birbirine zıt suçlamalar yöneltilmesine sebep olmuştur. O, değişik düşüncelerden ve o düşünceleri temsil eden aydınlardan korkmamış, tam aksine Türkiye'yi ve dünyayı etkileyecek tüm fikirleri merakla incelemiş ve sonuçta kendisi bir terkip yapma ihtiyacı hissetmiştir. İlham aldığı kişiler, yararlandığı kaynaklar ne kadar çok ve değişik olursa olsun onun kendine özgü kaynakları ve muhkem sınırları vardır. Değişen şartlar içinde birtakım yorumlarını yenilemiş; ancak en temel referans kaynaklarının daha ilk yıllardan çizdiği çerçevesinin sınırlarından taşmamıştır. Öncü olmak da böyle bir şey olsa gerek; temel ilkelerden taviz vermeden günü ve olayları tekrar tekrar yorumlayabilmek...
Türkiye, sıra dışı aydınlarının, çizgi ötesi mütefekkirlerinin, çıta üstü edebiyatçılarının kıymetini vaktiyle bilemedi. Düşünce tarihimiz, o yüzden mersiyelerle dolu. Pişmanlıklarımız vakitsiz, itiraflarımız beyhude. Bugün de aynı nadanlık, aynı aymazlık yaşanıyor maalesef. Pek çok değerli yazar, düşünür, edebiyatçı, cepheleşmenin getirdiği önyargılar yüzünden çile dolduruyor. Fethullah Gülen, onlardan biri. Dünyanın dört bir yanında hakkında makaleler kaleme alınıyor, kitaplar yazılıyor, üniversitelerde kürsüler açılıyor, tezler hazırlanıyor. Dünyanın merak ve ilgisine bu denli mazhar olmuş bir aydını anlama çabası aydın olmanın, bu ülke üzerine düşünmenin zaruri bir mecrasıdır. İş işten geçmeden Gülen gerçeğini anlamakta fayda var...
EKREM DUMANLI/ZAMAN