Danıştay saldırısı ve
Hrant Dink cinayeti gibi
Türkiye'yi karıştıran "
laiklik karşıtı"
eylem ve peşinden gelen
Anıtkabir yürüyüşlerinin tertip olduğu, bir ifşaatla "
komplo teorisi" olmaktan çıktı. 1969
Mayıs'ında üniversitelerdeki öğrenci olaylarının merkezinde yer alan
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin sol görüşlü talebe cemiyeti başkanı
Erdal Yavuz,
muvazzaf albayların, Anıtkabir'e yürüyenlere
darbe gerekçesi olsun diye ateş açılacağını kendisine bildirdiklerini açıkladı.
Erdal Yavuz, üniversite ve yargı mensuplarının yapacağı Anıtkabir yürüyüşüne, ciddiyeti azaltacağı için öğrencilerin katılmaması gerektiğini albayların kendisine tebliğ ettiğini kaydetti. Anıtkabir'e yürüyüş gerekçesi olan
Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in
cenaze namazını imamın kıldırmak istememesi için de Erdal Yavuz, "Belki de kurguya uygun olarak" notunu düşüyor.
Halen özel Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü olan Profesör Doktor Erdal Yavuz, 24
Şubat 2008 günü
Radikal Gazetesi'nde kaleme aldığı yazıda, "Şu andaki gelişmeler hiç de eskileri aratmıyor." dedi. Erdal Yavuz,
Hablemitoğlu cinayetine kadar bile geriye gitmeden "Danıştay, Hrant Dink cinayetlerine ve sonrasında PKK'yı saldırtma ve şeriatı azdırtma vesairelerine kadar devam eden olayları bir 'deja vü' olarak yaşadığını dile getirdi. Prof. Dr. Erdal Yavuz'un "ezber bozan", tarihi ifşaatlar içeren yazısının ilgili bölümü şöyle:
"
1 Mayıs 1969 günü bir haber ortalığı karıştırır.
Yargıtay Başkanı İmran Öktem
vefat etmiştir ve
Maltepe Camii'nin imamı, onun, 'Tanrı'yı insan yarattı' sözünden hareketle
Müslüman addedilemeyeceği için cenaze namazını kıldıramayacağını söyler. (Yoksa bazı niyetleri olan bazılarınca dolduruşa getirilerek söyletilmiş midir?) İsmet Paşa orada hazır durumdadır ve beklenebileceği gibi (belki de kurguya uygun olarak) şiddetli bir tepki gösterir. Kalabalık proveke edilir, saldırı senaryoları sahnelenir, sonunda bir
general silahına davranır ve devamı!
Ertesi gün babası
subay olan bir arkadaşım benimle görüşmek isteyen bazı subayların olduğunu ve kabul edersem o
akşam benim onlara götürüleceğimi söyler.
Solun içine düştüğü çaresizlikten ve kökü derinden gelen kışkırtmalardan dolayı sapılan bir anarşisz militarizmin çıkış olamayacağı düşüncesiyle 'resmi' ve 'askeri' bir 'demokratik' solun gerçekleştireceği bir çözüme giderek daha meyyal olan ben, sözkonusu o akşam randevusuna razı olurum.
Yine o sıralarda beklediğimiz soldan bir darbe rejiminin kuracağı kabinenin isimleri bile sohbetlerimizin çerezi olmaya başlamıştır. Mesala, neden olmasın Muammer Aksoy Cumhurbaşkanı ve
Mümtaz Soysal Başbakan?.. Ve tank seslerini kollamaktayız yarı mahmur
yurt yatakhanelerinde ve bir kulağımız kirişte.
4 Mayıs 1969 akşamı SBF yurdunun önüne gelen bir
araba beni alır ve bilmediğim bir yerlere götürür. Karşımda üç kişi kendilerini 'albay'olarak tanıtırlar.
Bana beklemediğim kadar çok açık ve cesurane söyledikleri şudur: İmran Öktem'in cenaze namazı olaylarından sonra gelişen infial sonucu 7 Mayıs günü cübbelerini giymiş yargı ve üniversite mensupları Kızılay'da toplanıp Anıtkabir'e yürüyeceklerdir. Bu yürüyüş hepimizin beklediği değişimi gerçekleştirmek için önceden planlanmıştır. Ordunun yönetime el koyması için gereken fırsat bu fevkalade 'ciddi' yürüyüşe yöneltilecek bir saldırıdan yaratılacaktır. Bana açıkça ve kısaca söylenen şudur: 'Bu yürüyüşte ateş açılacak, ölenler olacak ve bunun üzerine biz duruma el koyacağız. Eğer öğrenciler bu yürüyüşe katılacak olursa bu tepkinin ciddiyetini bozacaktır. Siz Ankara'daki öğrenciler üzerinde etkilisiniz, bu yürüyüşe öğrencilerin katılmasını engelleyin.'
Bana 'tebliğ edilen' bu senaryoyu, parça parça olmuş ve her türlü provokasyona açık ama demokrasiye de aç bir solun ve de sonuçta ülkemin menfaatine olabileceği düşüncesiyle o sırada kabul ettim ve yürütmeye çalıştım. İlk görüştüğüm kişi teoride ve pratikte saygınlığı ve tanınırlığı olan bir kişi, o sarıda Ankara
Hukuk Fakültesi asistanı olan Uğur
Mumcu oldu. Uğur bu senaryoyu onayladı ve elinden geleni yapacağını söyledi.
İkinci muhatabım yine aynı fakülteden
Doğu Perinçek idi ve onunla da mutabık kaldık. Mihri Belli'ci ve 'Doktorcu' (Hikmet Kıvılcımlı yandaşı) ve Türkiye İşçi Partili gruplardan arkadaşlarla da anlaştıktan sonra sıra Mahir Çayan ve yandaşlarına gelmişti. Üniversite gençliğinin en atılgın grubunun lideri olarak Mahir de beni dinledikten sonra 'tamam' dedi.
Yine de bunlar yetmedi ve öğrenciler arasında bir
tartışma süreci başladı. Ertesi gün bütün grupların tartışma ve çekişmelerinden sonra bir 'ortak karar' çıktı: '
Yürüyüşe öğrenciler katılacak'. O yürüyüşte dağıtılan ve orduyu göreve çağıran dört satırlık bir biliri de başka çare kalmadığı için bu anıları anlatan kişinin kaleminden çıktı. Ama bu yazıyı hazırlarken eski defterleri ve kutuları kurcalayıp o
bildiri metnini arayıp bulmaya yeltenmedi ve belki de gücü yetmedi. O biraz yorgun; çünkü şu andaki gelişmeler hiç de eskileri aratmıyor."