Ertuğrul Özkök’e açık mektup!

Hürriyet Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök iki gün üst üste darbeyi hoşgörebileciği ima eden yazılar yazması tepki çekti.

Ertuğrul Özkök’e açık mektup!

Zaman Gazetesi yorum köşesinde Özkök'e cevap yazan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Atilla Yayla darbe mantığını eleştirdi. İşte Yayla'nın Özkök'e yazdığı açık mektup Ertuğrul Özkök’e açık mektup! Sayın Özkök, Hürriyet’in 23 Eylül 2006 tarihli nüshasındaki yazınızda “Üniversiteye ille de türbanla gitmek isteyen kızların misyonu nedir?” sorusunu sadece İslamcı çevrelerin değil “liberaller”in de tartışması gerektiğini söylüyorsunuz. İdeolojik tercihi sosyalizm, muhafazakârlık, nasyonalizm veya İslamizm değil liberalizm olan, Türkiye’de liberalizm hakkında ilk Türkçe kitabı yazan ve son 14 yılı Liberal Düşünce Topluluğu bünyesinde olmak üzere yaklaşık yirmi yıldır liberal değerlerin tanınması, anlaşılması, yayılması ve ülkemizin siyasî, iktisadî ve hukukî düzeninin liberalleştirilmesi için gayret sarf eden bir akademisyen olarak bu çağrınızı üzerime almanın hakkım ve görevim olduğu kanaatindeyim. Ben, insanların doğuştan gelen doğal haklara -hayat, hürriyet, mülkiyet- ve bu hakların toplum içinde tezâhürü olan sivil özgürlüklere -seyahat, din ve vicdan, ifade ve teşkilatlanma özgürlükleri- sahip olduğuna inanıyorum. Bana göre bir siyasî, ekonomik, hukukî yapılanma bu haklara saygı gösterdiği ve onları koruduğu ölçüde meşru ve kıymetlidir. Bu haklar, toplum, devlet, hükümet lütfettiği veya izin verdiği için sahip olduğumuz, onlar istemediğinde vazgeçebileceğimiz veya çiğnenmelerini normal karşılayabileceğimiz haklar değildir. Medenî bir hayat ancak bu değerlere bağlanmakla, onları sıkı sıkı korumakla ve siyasî, hukukî, ekonomik yapılanmaları onlar üzerinde gerçekleştirmekle mümkün olabilir. Türkiye’de, kadın vatandaşlarımızın bir kısmı şu veya bu gerekçeyle yahut amaçla başını örtmektedir. Bir liberal olarak bana düşen; bu vakıâyı olduğu gibi kabul etmek ve başlarını örtmelerinden dolayı bu vatandaşları vicdanımda mahkum etmemek ve negatif diskriminasyona tutuluyorlarsa, buna karşı çıkmaktır. Elbette kimi kadınların başını niçin örttüğü bilimsel çalışmalara konu yapılabilir; ama bu çalışmalardan bir normatif hükme varılamaz. Bilim değer üretmez, olsa olsa toplumsal durumun kısmî ve geçici bir fotoğrafını çekmemizi sağlar. Değerler, hayatın içinden ve pek çok faktörden etkilenerek ortaya çıkar. Bilimsel araştırmalara dayanarak türban takmanın “iyi” veya “kötü”, “doğru” veya “yanlış” olduğu söylenemez. Türbanlı öğrencilerin engellenmesi suçtur Benim savunduğum liberal düşünceye göre türban takmak veya takmamak temel bireysel hakların kullanılma biçiminin bir yansımasından ibarettir. Kişinin türban takması, onun hem (negatif) özgürlüğüyle, hem mülkiyet hakkıyla, hem ifade özgürlüğüyle alakalıdır. Bir başka deyişle, kişinin türban takmasını kamu zoruyla engellemek, onun tercih özgürlüğünü, mülkiyet hakkını ve ifade özgürlüğünü ihlâl etmek anlamına gelir. Türbanın üniversitelerde yasaklanması, aynı zamanda, bizim darbe ürünü anayasamızda bile dile getirilmiş olan eşitlik ilkesinin ve eğitim öğretim hakkının ihlâlidir. Dolayısıyla türbanlı öğrencilerin üniversitede okumasının engellenmesi bir suç teşkil etmekte ve bunu yapanların cezalandırılması gerekmektedir. Bunun yapılmıyor olmasının başlıca nedeni, rejimimizin hukuktan çok güce dayanması ve güçlü olanın baskın çıkmasıdır. Hukuk ve kaba güç birbirinin zıddıdır. Belki dikkatinizi çekmiştir, türbanla ilgili olaylarda mağdur edilenler hep cezaî değil, idarî yaptırımlara maruz bırakılmaktadır. Tek başına bu gerçek bile yasağın kaynağının hukuk değil, bürokratik otorite olduğunu ve türban takmanın bir siyasî kabahat (cezalandırılmayan bir siyasî suç) durumuna getirildiğini göstermektedir. Bu söylediklerime cevap olarak Anayasa’dan ve Anayasa Mahkemesi kararlarından bahsetmenizi tavsiye etmem. Zira, Anayasa da, Anayasa Mahkemesi kararları da bu yasağı temellendirmeye yetmez. İnsan haklarını ilgilendiren düzenlemeler kanunla yapılabilir; Türkiye’nin pozitif hukukunda türbanı yasaklayan bir kanun yoktur -olsa bile gayri meşru olurdu- ve Anayasa Mahkemesi kararları Yasama Meclisi’ni aşarak bir hüküm tesis etmez, edemez. Sayın Özkök, yazılarınızdan bildiğim kadarıyla siz, reşit oldukları için, üniversite öğrencilerine türban yasağı koymanın yanlış olduğu kanaatindesiniz. Bu özgürlükçü tavrınızı takdir ediyorum. Ben de sizinle aynı fikirde; ama sizden iki yönden daha ilerideyim. İlk olarak, bana göre, bu yasak yukarıda dediğim gibi yalnızca yanlış değil, kanunsuzdur da. İkinci olarak, ben türban yasağının sırf üniversite öğrencileri için değil, bütün öğrenciler ve bütün kamu çalışanları için de yanlış ve hukuk dışı olduğunu düşünüyorum. İsteyen her öğrenci başını örtebilmeli ve avukatlık, doktorluk, hâkimlik gibi mesleklerin lisansını almış kişiler başörtülü olarak mesleklerini icra edebilmelidir. Bu yaklaşıma ‘kamu görevlileri tarafsız olmalı’ diyerek itiraz ettiğinizi duyar gibiyim. Ne var ki, yanılıyorsunuz. Başı açıklık, tarafsızlık değildir. Başörtüsü takmak bir değer tercihini yansıtabileceği gibi başı açıklık da bir değer tercihini yansıtabilir. Elbette vatandaşlara kamu hizmetlerinin sunulmasında mutlak değilse bile maksimum tarafsızlığın sağlanması şarttır. Ancak, bunun yolu, insanların değersel olarak tarafsızlaştırılmasından -ki bu imkansızdır- değil, kamu hizmetini düzenleyen kuralların tarafsızlaştırılmasından ve bu tarafsız kuralları ihlâl etmenin idarî ve hukukî olarak müeyyidelendirilmesinden ve bunun kurumsallaştırılmasından geçmektedir. Bunun yapılabileceğini gösteren pek çok örnek vardır. Sayın Özkök, üzülerek görüyorum ki, liberallerin de üzerinde “tartışmasını” istediğiniz sorunuz önyargılı. Üniversiteye “ille de türbanla girmek” istenmesinden söz ediyorsunuz. Bu sorunuza neden bazılarınca kızların “ille de” başörtülerini atarak üniversiteye gelmesinin istendiğini sorarak cevaplayabilirim. Başkaları istemiyor, birilerinin hoşuna gitmiyor diye insanların haklarından, bu hakların kullanılmasının tezahürlerinden vazgeçmelerini talep etmek ahlâk dışıdır ve bu yola bir defa girersek sonunda bütün haklara elveda deme noktasına varmamız kaçınılmazdır. Perspektifinizi değiştirin, çünkü yanlışınız var! Yazınızda TESEV’in bir araştırmasından ve başını örten kadınların sayısının artıp artmadığıyla ilgili tartışmalardan da bahsediyorsunuz. Bu tür çalışmalar daha önce de yapılmıştı. Hepsinin gösterdiği, Türkiye’de bir başörtüsü-türban gerçeğinin bulunduğu, yani kadınların önemli bir bölümünün başörtüsünü bir şekilde kullandığıdır. Ancak ben bir liberalim, değer yargılarımı ve neyin hak olup neyin olmadığını çoğunluğun tercihlerine veya azınlığın gücüne bakarak değil, evrensel (universalize edilebilir) ilkelere dayanarak belirlerim. O yüzden, toplumun sadece % 1’i başörtüsü taksa ve % 99’u başörtüsüne karşı olsa da insanların negatif özgürlüğünün bir parçası olarak başını örtme (veya örtmeme) hakkının ortadan kalkmayacağına inanmaktayım. Gerek yazınızın bütünü gerekse spesifik sorunuz, başını örtenlerin siyasî veya İslamî bir misyonu üstlendiğini iddia ediyor. Ama bu yargınızı bir köşe yazarının bir fıkrasına ve söz konusu araştırmanın genel bulgularına dayandırıyorsunuz. Bildiğim kadarıyla sosyolojiyle haşır neşir olmuş bir insansınız. Nasıl oluyor da başını örtenlerin hedeflerinin veya kendilerine biçtikleri bir misyonun olduğunu ve bu hedefin mahiyetini ve misyonun muhtevasını hiçbir bilimsel araştırmaya dayanmadan tespit edebiliyorsunuz? Bu tür bir tespit, ancak ve ancak, bilimsel metotlarla, temsil kabiliyetine sahip bir örneklem üzerinde çalışarak yapılırsa doğru olur ve anlam ifade eder. Biliyorum ki Türkiye’de böyle bir çalışma yapılmamıştır. Yapılan, türbandan nefret eden bazılarının kendi gözlem, yargı ve vehimlerini genelleştirmesi ve genel bir hakikatmiş gibi takdim etmesidir. Aynı hatanın Fransa’da Starsi komisyonu tarafından da yapıldığına din özgürlüğü-laiklik konusunda sayılı otoritelerden olan Jeremy Gunn (Liberte Yayınları’nca yayımlanmak üzere olan) “Din Özgürlüğü ve Laisite” adlı kitabında işaret etmektedir. Türban takanların bir kısmının (hatta tamamının) siyasî ve İslamî bir misyon üstlendiğini ciddi bilimsel araştırmalarla tespit etsek bile bu, onların haklarının kısıtlanması gerektiği sonucuna varmaya ve buna dayanan yasakları haklılaştırmaya yetmez. Önce bu misyonun tam bir teşhisini yapmamız ve sonra hangi yol, yöntem ve araçlarla gerçekleştirmek istediğine bakmamız icap eder. Türbanlı bir kızın misyonu etrafa siyasî veya dinî bir mesaj vermekse, bunda, benim gibi iflah olmaz bir liberal için, hiçbir mahzur yoktur. Bu kişinin örnek davranışlar sergileyerek veya telkin ve tavsiyede bulunarak diğer insanların kendisi gibi olmasını sağlamaya çalışması da olağan karşılanması gereken bir hayat gerçeğidir. Problem, türbanlı kişinin zor kullanarak, fizikî bir baskı yaparak başkalarını kendisine benzetmek istemesi durumunda ortaya çıkar. Bu tür davranışlar suçtur, mutlaka cezalandırılmalıdır; ama elimizde üniversitelerde şimdiye kadar böyle bir olayın yaşandığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Asıl problem, kamu otoritesi ve kamu organlarının insanlara türbanın temsil ettiğine-yansıttığına inanılan hayat tarzlarını zorla benimsetmek veya takip ettirmek için kullanıldığında doğar. Karşı çıkılması ve engellenmesi gereken işte budur ve bunu yapmanın tek ve kesin yolu kamu organlarının ve otoritelerinin sekteryen, ayrımcı misyonları hayata aktarma aracı olarak kullanılma imkân ve alanlarını azaltmak ve daraltmaktır. Misyonlar arasında hoşlanılmayanları tasfiye etmek için topluma müdahale etmek, yani toplum mühendisliği yapmak, hem hiçbir sonuç vermeyecektir hem de ağır yanlışlıklar ve haksızlıklar yaratacaktır. Sayın Özkök, işte bu nokta bizi meselenin özüne getirmektedir. Türkiye’de farklı hayat tarzları vardır. Bu tarzların hiçbiri, -insan hakları hariç- hiçbir kıstas açısından diğerinden aşağı veya üstün değildir. Bir liberal demokraside, kamu otoritesi değişik hayat tarzları arasında bir tercih yapamaz; bu tarzlardan birini teşvik edip bir diğerine engel koyamaz. Hangi hayat tarzının akıbetinin ne olacağını ve kimin hangi tarzı seçeceğini hayatın akışı belirler. Her insanın kendi hayat tarzını korumak istemesi makul, anlaşılır, meşru ve hatta medenî bir ortak hayat için gerekli bir istektir. Ben de, büyük ihtimalle Necmettin Erbakan’ın hayat tarzından ziyade Ertuğrul Özkök’ünkine yakın olan hayat tarzıma müdahale edilmesini, tercihlerimin bastırılmasını arzu etmem. Bundan korkarım. Ancak, sevmediğim veya korktuğum hayat tarzlarının devlet tarafından benim hayat tarzım lehine bastırılmasını bu rahatsızlığın, endişenin, tehlikenin, korkunun giderilmesinin yolu olarak görmem; göremem. Bunu yaparsam, bastırılmasını istediklerime, dolaylı olarak, gücü ele geçirirlerse benim onları bastırmam gibi onların da beni bastırabilecekleri mesajını vermiş, bu tür bir muhtemel tavrı meşrulaştırmış olurum. Sayın Özkök, çağrınıza değer verdim, yazınız ve sorunuz üzerine düşündüm, görüşlerimi gözden geçirdim. Umarım benim de size bir karşı çağrıda bulunmamı normal karşılarsınız. Şimdiye kadar bu meseleyi, yanılmıyorsam carî rejimi ve egemen laiklik anlayış ve tatbikatını kusursuz gören ve otoriteryen devletçi siyasî felsefeyi ve yapılanmayı korumayı en önemli amaç hâline getiren açılardan ele aldınız. Ancak, başka perspektifler de mevcut. “Türban sorunu”na bir de din ve vicdan özgürlüğü, sınırlı siyasî yönetim (yetkileri insan haklarıyla sınırlanmış Meclis, hükümet, üniformalı ve sivil bürokrasi), liberal demokrasi ve tarafsız devlet açısından bakar veya bunu yapan çalışmalardan yararlanırsanız çok değişik bir manzarayla karşılaşabilirsiniz. Farklı ve sizinkileri çürütebilecek fikirlerle yüzleşmeye ve bunun sonuçlarını köşenizde ve yönettiğiniz gazetede yansıtmaya yetecek derecede açık fikirliliğe ve medenî cesaret sahip olduğunuza inanmak istiyorum. Size açık zihinli ve özgürlük dolu günler dilerim... PROF. DR. ATİLLA YAYLA - GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ/ ZAMAN
<< Önceki Haber Ertuğrul Özkök’e açık mektup! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER