Burada da
yönetici makamında olanların tutuculuk içine girmemesi gerekir. Rahatlıkla gelip yargıya bunları teslim etmelidir."
Erdoğan'ı dinlerken yine aklıma takılıyor.
Cuntacıları anımsıyorum.
1979 yılı sonunda askerin verdiği
muhtıra niteliğindeki 'uyarı mektubu' ve dokuz ay sonra zamanın
Başbakanı
Demirel'i deviren 12
Eylül darbesi...
1979'un son günleriydi.
O tarihte
Cumhuriyet gazetesinin
Ankara temsilcisiydim.
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Evren ve dört kuvvet komutanı
Çankaya Köşkü'ne çıkarak Cumhurbaşkanı Korutürk'e bir 'uyarı mektubu' verdiler.
Asker, talepleri yerine getirilmezse,
iktidara el koyacağını ilân etti.
Siyaset meydanı toz dumandır. Başbakan Demirel kurmaylarıyla toplanır. Gündem tek maddelidir:
Ne yapmalı?
Sözü önce Nuri Bayar alır.
Üzgün ve düşüncelidir.
İktidar partisi AP'nin Genel Sekreterliği'nden gelen,
Sanayi Bakanlığı koltuğunda oturan Nuri Bayar'ın, eşinin
aile kökleri DP geleneğine uzanır. 1960'da 27
Mayıs darbesinin sillesini yemiş bir siyasal geleneğin temsilcisi olarak 'uyarı mektubu'ndan kaygılıdır.
Macunun tüpten çıktığına, geri sokmanın imkansızlığına işaret ederken Türkiye'nin yine bir darbenin eşiğine geldiğini söyler.
Emekliye sevketmek!
Şöyle devam eder:
"Hemen iki
kararname hazırlayalım. Biri,
Genelkurmay Başkanı ve
kuvvet komutanlarının emekliliği, diğeri yeni komutanların atanmasıyla ilgili iki kararname... İkisi de eşzamanlı olarak
imza için Çankaya Köşkü'ne gönderilirken yeni komutanlara da
telefon açılsın. Şu kadar saat sonra görev devir teslimine hazır olmaları kendilerine derhal tebliğ edilsin."
Bakışlar Demirel'e
döner.
Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen söz alır. Erkmen,
27 Mayıs darbesiyle devrilen ve
hapis yatan bir DP'lidir.
Nuri Bayar'a karşı çıkar:
"Biz bunları 27 Mayıs öncesinde yaşadık. Sonra iş, idamlara kadar gitti. Böyle bir durumda
CHP hemen karşımıza geçer. Yeni bir 27 Mayıs daha yaşarız. Komutanları emekliye sevketmek doğru bir adım değil."
Bakışlar tekrar Demirel'e döner. Demirel konuşmaz, havaya bakar, toplantı dağılır.
Nuri Bayar canı çok sıkkın halde gelir evine. Umutsuzdur. Uzun zaman önce bıraktığı cigarasından bir tane yakar, çevresine dert yanar:
"Bu iş bitti!"
Darbe, dokuz ay sonra,
12 Eylül 1980'de gelir. Demirel, 12 Mart'tan dokuz yıl sonra bir kez daha asker eliyle
Başbakanlık koltuğundan devrilir.
Genelkurmay Başkanı Evren ve kuvvet komutanları iktidara el koyarken Demirel de hapsi boylar.
İşin özeti bu.
Gerisi spekülasyon...
Efendim, Başbakan Demirel komutanları emekliliğe sevkeden kararnameyi hazırlasaydı, Çankaya'nın, Cumhurbaşkanı Korutürk'ün onayından geçer miydi?.. CHP lideri Ecevit ne yapardı vs...
Sonradan laf öğütmek kolaydır.
Zor olan direnmektir.
Kısa
demokrasi tarihimizde direniş örnekleri ne yazık ki yok.
Demirel direnmedi
Oysa, bugüne kadar askere karşı 'millet egemenliği'ne gerçekten sahip çıkılsaydı, demokrasilerde 'askeri otorite'nin seçimle gelen '
sivil otorite'ye tabi olduğu ilkesi sadece lafta değil, uygulamada da kararlılıkla savunulsaydı, asker sorunu çözülmüş ve demokrasi ve
refah yolunda çok daha ileri gitmiş olurduk.
Demirel direnmedi.
Peki ne yaptı?
1993'de Cumhurbaşkanı olduğu zaman kendisini 1980'de hapse atan darbe lideri Kenan Evren'i Çankaya Köşkü'nde ağırladı.
Geçelim.
Türkiye'nin bir Yunanistan'dan, bir İspanya'dan, bir Arjantin'den farkı işte bu... (Bir not: Arjantin'de 1976-1983 askeri yönetimine şu sıralarda yine
hesap soruluyor; yaşı sekseni vurmuş cuntacılar bir kez daha yargı önüne çıkarılmış durumda)
HASAN CEMAL-MİLLİYET