İşte
Ahmet Taşgetiren'in yazısı...
Şövalyelik
Erdoğan, son gün
adayını açıklayacaktır. Bu isim
Abdullah Gül’dür. Gül, hem düşük
profil değil, hem iç - dış saygınlığa sahip, hem dış ilişkilerde faal, hem müzakereci dili sebebiyle daha az tepki uyandıracak, hem de hükümete farklı düşünceleri en iyi, en komplekssiz taşıyabilecek bir isim. Ayrıca Erdoğan’ın Gül’ü takdimi, insanımızın “fedakârlık”, “dostluk”, “takımdaşlık” gibi çok hassas olduğu duygulara tekabül ettiği için
toplumda olumlu karşılık bulacaktır. Şövalyelik denen hadise bu.
Merhum Üstad
Necip Fazıl sık sık, “Şövalyelik” tavrının altını çizerdi. Bir tür mertlik, yiğitlik, bazı tehlikeleri birebir göğüsleme simgesi olarak...
Bazan insanın gönlünden geçenle,
senaryolar karışabilir. Ben de
Cumhurbaşkanlığı için,
Tayyip Erdoğan’ın şövalyece yaklaşımına dayanan bir senaryo düşündüm. Bir yanda makul değerlendirmeler, bir yanda da şövalyelik... Tayyip Erdoğan’la ilgili değerlendirmelerimde yanıldığım oldu, bu defa da yanılabilirim. Ama bu kurguyu da sizlerle paylaşmak geliyor içimden:
Şöyle ki:
-Bana göre Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı meselesini,
Demirel’in sık sık kendinden yola çıkarak dile getirdiği gibi ayağına gelmiş bir fırsat olarak değerlendirmez. Onun “Yukarısı” ile ilişkisi, bu işleri ben merkezli düşünmesine imkân vermez. Her imkân bir sınav içindir ve o noktadaki insanın sınavı, çok daha geniş perspektifler içinde bakmakla başarılı olabilir.
-Cumhurbaşkanı olduktan sonra iki şey yapılamaz:
1-
Hükümeti yönetiyor gibi bir tavrın içine girilemez. Bu,
cumhurbaşkanı - hükümet ilişkilerini çok olumsuz etkileyecek, kısa süre sonra medya manipülasyonları ile de, baş
bakanlıkta, kendi itibarını
savunma duygusu oluşturacaktır. (
Özal - Akbulut gerilimi örnektir.) Bu noktada, cumhurbaşkanı - başbakan arasındaki kişisel dostluk hukuku ne kadar diri olursa olsun, zaman içinde yıpranmaya mahkûmdur. Tasavvuf, insandaki en önemli tutkunun
başkanlık tutkusu olduğunu, ve insanın bundan arınmasının en zor iş olduğunu bildirir.) Yani fiili bir başkanlık
sistemi, çok kısa zamanda negatif sonuçlar doğuracaktır. Davul hükümetin sırtında, tokmak cumhurbaşkanının elinde söylemi devreye girecektir.
2- Partinin başarısı ile ilgileniyor gibi bir tavır içine girilemez. Partili bir cumhurbaşkanı olmaz görüşü ne kadar
kural dışı ise, partiden kopamayan bir cumhurbaşkanı profili de o derece sakıncalı olacaktır. Buna göre,
AK Parti ve şu anda onun başında bulunan, başarısını arzulayan kişinin, Cumhurbaşkanlığına gönderilen kişinin parti ile alakasını keseceğini akıldan çıkarmamalıdır.
Bunları neden yazmak gereği duyuyoruz. Tayyip Erdoğan’ın başat kişiliğinin, cumhurbaşkanı olduktan sonra da hükümet üzerinde etkin olabileceği, partinin başarısı ile de ilgilenebileceği beklentileri seslendirildiği için...
-Burada bir şeye daha dikkat çekmek gerekiyor: Cumhurbaşkanlığı’nda düşük profilli bir temsilin olması durumu... Bu, Cumhurbaşkanlığı makamını böylesine tartışılır olmaktan çıkarmak için gündeme gelmiş ise de, “
Çankaya Noteri” rolündeki aşağıdan yukarıya
yönetim gibi sıkıntıları da unutmamak gerekiyor. Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı makamının, “çifte çek” misyonu da dışlanmamalı. Bu, genelde hükümetlerle çelişen bir sima söz konusu olduğunda problem gibi
algılanıyor olsa da, supab misyonu bütün bütün
ihmal edilecek bir hadise değildir. Bir siyasi kadronun iş akışı içinde ve halkla ilişkilerde zaman zaman kural dışılığa yönelmesi ihtimali her zaman mevcuttur ve böyle durumlarda, yukarda akışa daha soğukkanlı bakan bir merci yanlışlara imkân vermeyebilir. Sezer - AK Parti ilişkisinde bile, bunca gerilime rağmen, zaman zaman gerçekleşen vetoların
iktidar tarafından olumlu bulunduğu biliniyor.
-Cumhurbaşkanlığı seçimi, ancak ardından gelen seçimdeki başarı ile tam bir başarı hanesine yazılabilir. Genel seçimlerde AK Parti iktidarının gelmemesi durumunda, Cumhurbaşkanlığında başarı şansı son derece zordur. Hatta öyle durumda Cumhurbaşkanlığı bir an önce kurtulunacak bir makam haline bile gelebilir. Merhum
Turgut Özal’ın son dönem duyguları bunun örneğidir.
Genel seçimlerde AK Parti’nin başarı şansı nedir?
Genelde Tayyip Erdoğan’ın partinin başında bulunması - bulunmaması üzerine değerlendirmeler yapılıyor. Bu, kuşkusuz önemli. Tayyip Erdoğan ismi, lider olarak, farklı bir toplumsal zemine sahip. Erdoğan yerine partinin başına geleceği farz edilen Abdullah Gül de sevilen bir isim ama, kitleleri coşturma noktasında Erdoğan’dan daha sınırlı bir etki gücü olduğu biliniyor. Ama bundan daha önemlisi,
Meclis’e ikiden fazla partinin girebilmesi ile alakalıdır. Şans olur, ikiden fazla parti girmezse AK Parti için ne ala... Tayyip Erdoğan olsun olmasın fark etmez, ama ittifaklı veya ittifaksız ikiden fazla parti girer, bir de bağımsızların girmesi söz konusu olursa, Meclis aritmetiği AKP ve
CHP aleyhine bir hayli oynayabilir. Bu da ağırlıklı ihtimal olarak görünüyor. İşte bu sebeple, AKP’nin taban zemininde “Erdoğan başbakan kalsın” söylemi ağırlık taşıyor.
-AK Parti’nin milletvekilleri katında, “Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığına çıkarmalıyız” düşüncesinde samimi boyutlar vardır. Ama bir boyutunda da, “Siz Cumhurbaşkanı olmamalısınız” demekteki güçlüğün yansıması vardır.
- “Erdoğan Cumhurbaşkanı olmalı” düşüncesinin altındaki saiklerden biri de, önemli bir toplum kesiminin, bunu, bugüne kadar karşı karşıya bulunduğu ezikliği silkip atmanın simgesel göstergesi olarak görmesidir. Bu duygu görmezden gelinemez olsa da, siyasetin uzun bir maraton olduğu, enerjinin duygusal patlamalarla değil, bu maratonu sağlıkla ve başarıyla bitirme esasına göre tasarruf edilmesi gereğinden sarfı nazar edilmemeli.
-Bir değerlendirme şu: Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmazsa, yapılan
baskılar - tepkiler karşısında yenilmiş gibi algılanır. Bu da halkı olumsuz etkiler, seçimlerde de “Size verilen imkânı kullanamadınız” şeklinde bir tepkiye yol açar. Oy kaybı olur. Öyleyse Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmalı. Böyle bir algı geniş biçimde paylaşılıyor. Özellikle baskı - tepki odakları, böyle bir algıyı gerçekleştirmek istiyor. Ama burada bu karşı stratejinin Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığına itmek amacını mı, yoksa yol kesmek amacını mı taşıdığı net değil. Bu noktada “Erdoğan’ı
Baykal cumhurbaşkanı yapacak” paradoksunu dikkate almak gerekiyor.
Başlıkta yer alan ‘Şövalyelik’ten bahsetme zamanı geldi, sanırım.
Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı olmak istiyor mu?
İsmi etrafında bu kadar
tartışma olduktan, aleyhte
kıyamet koparıldıktan sonra, yani bir bedelse onu da ödedikten sonra en azından “İnadına” cumhurbaşkanı olmak istemez mi?
Kendisinin cumhurbaşkanı olmasını isteyen ve bu noktada çeşitli gerekçeler ileri süren insanların beklentisini karşılamayı düşünmez mi? Bu gerekçeleri önemsemez mi?
Olmak veya olmamak... Tayyip Erdoğan’ın da bu iki dünya arasında gidip geldiği düşünülebilir.
Tayyip Erdoğan iki şey yaptı:
Bir: Adayı açıklamadı. Kendisinin aday olarak görülebileceğini, gözlerin kendisi üzerinde odaklaşacağını bildiği halde adayı açıklamadı.
İki: Bu sebeple bütün tepkileri kendi üzerinde topladı.
Bence şövalyelik burada başlıyor. Kendisini boy hedefi haline getirmek ve başka hiç kimsenin isminin yıpranmasına imkân vermemek. Bu başarılmış gibidir. Şu ana kadar
küçük salvolar dışında, Erdoğan hariç hiçbir isme net tavır konmamıştır. Muhtemelen Erdoğan da kendisinin, bu ateş hattında yıpranmak değil, aksine güçleneceğini düşünmektedir. Çünkü dört buçuk yıldır
Başbakanlık yapan bir insanın cumhurbaşkanı olamayacağına dair tavırlar, sıfır derecesinde bile bir haklılık taşımıyor. Bu, Tayyip Erdoğan’a yönelik eski yok etme kampanyasının bir devamı gibi algılanıyor ve toplum bu ‘zulm’ü dışlıyor. Çünkü toplumumuz mağdurdan yana tavır koyuyor.
Tayyip Erdoğan, mevcut sistem içinde başbakanlığın Cumhurbaşkanlığından daha etkin olduğunu bilir. Çünkü
Başbakanlık yaptı. Bu dönemde bile, Sezer’in bütün karşıt misyonuna rağmen, belirleyici olan hükümet olmuştur, başbakan olmuştur.
Tayyip Erdoğan, buna rağmen Cumhurbaşkanlığının,
Türkiye’nin çıkarları açısından çok daha fonksiyonel olarak kullanılabileceği düşüncesinde olmalıdır. Şu geçen dört küsur yılda Cumhurbaşkanlığı, devleti temsil açısından dış dünya ile ilişkide daha fonksiyonel olabilseydi, müthiş bir sinerji oluşabilirdi. O yüzden, kendisi olmasa bile, bu makamı, son derece fonksiyonel hale getirecek bir simanın orada bulunmasını, AK Parti dönemi başarısının katlanması için gerekli görecektir.
Erdoğan, muhtemelen aday belirleme süresinin son gününe kadar adayı açıklamayacaktır. Yani kendisini o zamana kadar şimşekleri emen paratoner olarak tutacaktır.
Erdoğan, son gün adayını açıklayacaktır.
Bu isim Abdullah Gül’dür.
Abdullah Gül’ü takdim ederken, hiç zorlanacağını sanmıyorum.
Bir kere, Abdullah Gül ismi ortaya sürüldüğünde, özellikle AK Parti cenahında yenilgi duygularının oluşmayacağı kesindir. Öteki kesim ise, başta Baykal olmak üzere “Yendik” duygularına kapılabilir. Bu duygulara kapılmaları, Türkiye için iyidir. Çünkü o kesimin duygusal patlamalardan kurtulması lazımdır. Bunu bile ne yazık ki, “sağ” duyulu çevrelerin planlaması gerekiyor.
Gül, hem düşük profil değil, hem iç - dış saygınlığa sahip, hem dış ilişkilerde faal, hem müzakereci dili sebebiyle daha az tepki uyandıracak, hem de hükümete farklı düşünceleri en iyi, en komplekssiz taşıyabilecek bir isim.
Ayrıca Erdoğan’ın Gül’ü takdimi, insanımızın “Fedakârlık”, “dostluk”, “takımdaşlık” gibi çok hassas olduğu duygulara tekabül ettiği için toplumda olumlu karşılık bulacaktır. Şövalyelik denen hadise bu.
Evet, işte benden bu kadar. Tabii ki yanılabilirim. Yanılsam da isabet de etsem, her halükarda ülkemiz için hayırlı olanın gerçekleşmesini diliyorum.
Son söz: Erdoğan da cumhurbaşkanı olabilir, Gül de... Anayasal şartlarını taşıyan herhangi bir AK Partilinin cumhurbaşkanı olabilme hakkına karşı çıkmak,
demokrasi karşıtlığıdır.
AKSİYON