Karizma çizik çizik
Epeydir
ihmal ettiğimi fark ettim. Zaten epeydir okumuyorum, izlemiyorum, yazdıklarıyla ilgilenmiyorum.
Kendisiyle ilgilenmediğim bu ‘ara döneme’ yüzlerce
gazete yazısı, yüzlerce televizyon programı, bir de kitap sıkıştırdı...
Kitabını görmedim.
Kitabı çerçevesinde kendisiyle yapılan söyleşiyi okudum. ‘
Murat Belge benim sağımda kalıyor’ gibilerden laflar ediyordu... Sanki kendisi ‘sol’daymış, ‘sol düşünce’ babasının malıymış gibi...
Peki öyle midir?
Emre Kongar’ın ‘sol’ diye savunduğu düşünceler, henüz delirmemiş ve aklını yitirmemiş insanların yekun tuttuğu ülkelerde, ne yazık ki ‘statükoculuk’ ve ‘muhafazakárlık’ sayılıyor... Hem statükocu, hem muhafazakár, hem de canı pahasına ‘kurulu düzen’i savunan biri, nasıl sol düşünceyi temellük etmiş olabilir?
Emre Kongar’ın bir özelliği de, ‘aydın’ sözcüğünü fetişleştirmesi...
Kendisini ‘aydın’ diye taltif ediyor... Görevinin de ‘insanları aydınlatmak’ olduğunu söylüyor.
Ben şahsen çok aydınlanıyorum...
Mesela, Emre Kongar’ın varlığı, dine uzak durarak kendisini
modern kılan, ama ‘otorite’yle ilişkisinde tamamen teslimiyetçi bir görüntü çizen eşhasın niçin Batılı anlamda aydın sayılamayacağına ilişkin ciddi karineler sunuyor...
Bana, ‘Aydın kimdir?’ diye sorsanız, cevabım şu olur: ‘Emre Kongar değildir.’
Modern algılamaya göre, devletten uzak durduğunuz, otoriteyle aranıza mesafe koyduğunuz oranda aydınsınız. Aydın olmak, aynı zamanda bir ‘bireyselleşme kategorisi’dir.
İyi de, durduk yerde kendisini modern, ilerici, bağımsız kılan (daha doğrusu böyle addeden), ama devlet referansı dışında düşünmeyi bile beceremeyen bu beyefendi nereden de aydın oluyor?
Sadece bir
öğretim görevlisidir.
Bir yazardır.
Bir televizyon figürüdür.
Üstelik, benzerlerine sıkça rastladığımız, kendisi gibi düşünmeyen herkesi ‘aydınlatılası’ ve ‘yola getirilesi’ zavallı yaratıklar olarak gören, toplumsal taleplere karşı demagojik tavır almayı ‘görecelilik’ sanan sıradan bir televizyon figürü...
Oysa görecelilik (relativist bakış), bir otoritenin meşruiyetini gereksinmeden, her düşünceye kendi içinde değer atfeder...
Bizimkinde görecelilik diye bir şey yok. Gri ve ara tonlar hiç yok. Onun gözünde değer kazanmanız için, bir otoritenin ya da sert bir doktriner düşüncenin onayından geçmeniz lazım.
Bu kadar laf ne için?
Kongar, geçen gün, Ayşenur
Arslan’ın ‘
Medya Mahallesi’ programına çıkmış. ‘12
Eylül’de sakalınızı neden kesmediniz?’ sorusuna, şu karşılığı vermiş: ‘Aslında kesecektim kesemedim. Sosyoloji hocası olduğum için kesmedim. İnanın fizik hocası olsaydım keserdim.’
Gördünüz mü?
Karizma nasıl yerlerde sürünüyor...
Biz onu,
12 Eylül’ün sıkıdüzenine tepki koyduğu için sakalını kesmediğini sanıyorduk. Meğer, sosyoloji hocası olduğu için kesmemiş.
Şimdi ‘Nasıl olur da, mesleklere göre siyasi tavır alışlar ve ilkeler değişebilir?’ konusuna girmeyelim.
Girersek çıkamayız.
Şu kadarını söyleyip kapatalım:
Emre Kongar, ne yazık ki, sosyolog da değildir... Burada da kocaman bir yalan var... Sadece ‘sosyologmuş gibi’ yapan sıradan bir ‘Sosyal Hizmetler Uzmanı’dır.
Böyle olduğu için de ‘Sosyoloji Derneği’ yıllardır üyelik başvurusunu değerlendirmeye almıyor.
AHMET KEKEÇ-STAR