Camiaya yakın isimler ve faaliyetleri ile dershanelerin ve diğer eğitim kurumlarının hedef alındığı ve bunlar üzerinden masum insanlara 'örgüt' yaftasınun vurulduğu skandal raporla ilgili bir analiz yapan Erdal, "Camia ile ilgili son istihbarat raporu, bir kez daha gösteriyor ki, olmayan bir suçu ispatlamak bütün devlet kurumları bir araya gelse de mümkün olamıyor. Bu eski Türkiye’de de böyle, yeni Türkiye’de de…" dedi.
Emniyet'in yaptığı 'istihbarat' değil, 'iftira' raporu
İçişleri Bakanlığı’nın, Haziran 2014 tarihli “Paralel Devlet Yapılanması” isimli rapor, Türkiye’de hiç kimsenin ve hiçbir sivil kurumun ‘hukuk’i’ güvencesi olmadığının resmî kanıtı. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından beri hükümet medyasının iddiaları birebir kâğıda dökülmüş. Raporda tek bir delil sunulmadan insanlar karalanıyor. Hukukun en temel ilkeleri ihlal edilerek, yargılama konusu olmuş ve beraatla sonuçlanmış iddialar tekrar rapor haline getirilmiş. Başbakanlık’taki böcek operasyonu ve üst düzey isimlerin kriptolu telefonlarının dinlenmesi iddiaları Camia’ya yıkılmış. Yine tek bir somut delil sunulmadan… Suçlamaların kaynağı, Camia’ya yakın medyada yolsuzluk iddialarının yer alması. Doğru ve kamu adına habercilik yapmak, dünyadaki hiçbir hukuk sisteminde suç değil. Basın özgürlüğü nerede?
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2008’de Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında açılan ‘tek kişilik yasa dışı örgüt’ davasını ‘suçlamaları kanıtlayacak hiçbir delil yok’ diyerek sonuçlandırmıştı. Savcı Nuh Mete Yüksel’in ‘idam’ suçuyla başlattığı soruşturma ancak 5-10 yıl hapis gerektiren bu suça dönüşebilmiş ve bu dosya da Yargıtay’ın en yüksek makamınca ‘beraat’ ile kapatılmıştı. Şimdi, Yüksel’in 2000 yılında yönelttiği suçlamaların 14 yıl sonra tekrar istihbarat raporu haline getirildiği görülüyor. Yine örgüt lideri olarak tek kişi zikredilmiş raporda, Fethullah Gülen, Haziran 2014 tarihli İçişleri Bakanlığı raporu, ‘Gülen örgütü’ tanımında, ‘devlete sızma’ tespiti yapılmış. Eski iddianın ısıtılmış hali. Üst düzey devlet yetkililerinin kriptolu telefonlarının dinlendiği, Dışişleri Bakanlığı’ndaki dinlemenin de Cemaat işi olduğu ileri sürülüyor. Bunun tek delili ise, Cemaat’e ait olduğu iddia edilen bir Twitter hesabı üzerinden sosyal medyada dolaşıma sokulduğu iddiası. Bahsettiği hesap ise takipçisi bile olmayan ‘secimgudumu’. O zaman bu hesabı kimin açtığı ve nasıl Cemaat’e ait olduğu neden tespit edilip dosyaya konulmamış merak konusu. Dinlemeleri internete koyanları tespit etmeden, doğrudan Cemaat suçlaması yapmak ciddiyetsizlik.
Yine Ankara savcısı Serdar Coşkun’un Haziran 2014’te Emniyet’e yazdığı talimat yazısındaki ifadenin aynısı ‘Kendisinden olmayanları yalnızlaştıran, yabancılaştıran ve sistem dışına iten bir örgüt haline gelmiştir’ şeklinde istihbarat raporunda var. Demek ki, savcı bu raporu ana kaynak alıp soruşturma emrini de buna dayanarak vermiş. Yine bu tespit hiçbir suç tanımına girmiyor. Ayrıca, raporda yer alan Gülen’in ‘kainat imamı olmayı hedeflediği’ iddiası, Yeni Akit ve Star gibi gazetelerin aylar önce yaptığı haberler ile sınırlı. ‘Cemaatin, yandaşları için KPSS’de usulsüzlükler yaptığı’ iddiası ise sosyal medyada yazan ‘Ak troller’ seviyesinde ve yine hiçbir delil yok.
Raporda, belki de kriminal mantığa en yakın tespit, camia içinde bulunduğu iddia edilen kişilere dair, ‘İmamların, deşifre olmamak ve gizlilik için sık sık telefon değiştirdiği” tespiti. Emniyet, bu tespitte bulunuyor ama devamında, “Özellikle son dönemde sadece 1 GSM hattı ve tek telefon kullandıkları görülmüştür” deniyor. O zaman hangisi doğru? Affedersiniz ama ‘son dönemde’ derken siz bu insanları eskiden de mi takip ediyordunuz? Hadi 17-25 Aralık sürecinden sonra ‘malum’ gerekçe ile takip ettiniz, eskiden ne tür bir gerekçeniz vardı? Diğer açıdan, yerleşik bir demokrasinin olmadığı, 28 Şubat devamı bir sistemde devlet ve şimdi de görünüyor ki bizzat hükümet tarafından hedef alınan sivil bir yapı içinde bulunanların velev ki telefon hattı değiştirdiği tespit edildi; bu durum hangi mantıkla suç teşkil edebilir.
Cemaat mensuplarının Twitter ve Facebook’ta aktif olması, Gülen’e ait olduğu iddia edilen ‘tweetleri ikiye katlama’ ile ilgili ses kaydıyla ilişkilendirilerek suç imasında bulunuluyor. Hem hukuksuz hem de suç içeriği olmayan dinlemeyi delil kabul eden istihbaratçılar, suç içeriği olan, yolsuzluk içerikli ses kayıtlarını paylaşmayı ise ‘hükümeti yıkma’ suçu olarak raporluyor. 17-25 Aralık yolsuzluk, İzmir Liman İşletmeleri yolsuzluk soruşturmaları ile birlikte Van İHH’ya yönelik soruşturma da niye hükümeti yıpratmak amaçlı sayılmış bilinmiyor. 17-25 Aralık soruşturması için ‘üst amirlere bilgi verilmeden yolsuzluk operasyonu yapılması ‘hukuksuz’ denilen raporda, ‘soruşturmalar olağan soruşturma usul ve esasları dışında yürütüldü’ ifadesi kullanılıyor ki tamamen yalan. Madem olağan usul ve esas dışı yürütüldü, neden bu süreçte kanunlar, Adli Kolluk Yönetmeliği değiştirildi? Bu idari/kanuni değişiklikler niye Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’nden döndü? “Yapılan bu operasyonların ‘bir merkezden düğmeye basılmışçasına organize bir şekilde yürütülmesi…’ diye mantık yürütme dışında, hukuk dışı hiçbir organize davranış tespit edilemiyor.
Hukukun genel ilkesidir, bir kişi aynı suçtan iki kez yargılanamaz. Hatta soruşturma aşamasında verilen takipsizlik kararları bile yeni delil çıkmayınca bozulmaz. Yargıtay Genel Kurulu’nun beraat verdiği bir suçtan tekrar soruşturma açmak ise hukuksuzluğun zirveye ulaştığının göstergesi. Yeni sistemde hangi yargı kararına güvenilebilir ki. Yargıtay’ın 3 kez örgüt diye mahkum ettiği ‘Selam Tevhid’ yapılanmasından ‘sözde örgüt’ diye bahseden yargı mensupları, Yargıtay’ın ‘beraat’ ettirdiği Gülen’i tekrar suçluyor. Camia ile ilgili son istihbarat raporu, bir kez daha gösteriyor ki, olmayan bir suçu ispatlamak bütün devlet kurumları bir araya gelse de mümkün olamıyor. Bu eski Türkiye’de de böyle, yeni Türkiye’de de…