Önce ben korktum; sonra bu küçük şakayı yapanlar.
Bizim iç haberler sayfası editörü Osman İridağ başkanlığındaki muzip bir
ekip pusuya yatmış, kendi hikâyesini yazmış ve en çetrefilli zaman dilimi olan
akşam saatinde senaryolarını sahneye sürmüştü. Bir yayıncı için en zor zamandır o saatler. Sayfaların gecikme riski vardır,
matbaa sizi bekl
emektedir vesaire. O esnada birinin kalkıp hayatî bir konuda
soğuk bir şaka yapacağını (üstelik bunu büyük bir ciddiyet içinde yapacağını) tahmin edemezsiniz. Hele kamuoyu, parti
kapatma gibi kritik konuyla hop oturup hop kalkıyorsa. Neyse... 1
Nisan şakasını deşifre etmeden önce size akşamki manzarayı anlatmam gerekiyor ki mesele tam kavranabilsin.
Akşamları
maket toplantısı yapılır
gazetelerde.
Sabahtan başlayıp gün boyu süren haber değerlendirmelerinin sonuncusudur bu. Konuşulanların sayfalara ne ölçüde yansıdığı bilgisayardan çıkan maketlerden anlaşılır. Editörler kafa kafaya verir ve son
taslak sayfalar üzerinde yeni bir
beyin fırtınasına tutulur. Sabah ve öğle toplantılarında yapılan konuşmalar ete kemiğe bürünmüştür artık. Sadece haberlerin sayfada yer alış biçimi, hangisinin
manşet hangisinin ikinci, üçüncü haber olacağı gözden geçirilmez, aynı zamanda başlıkların
harf büyüklüğünden sayfa tasarımının haberin anlaşılmasına ne kadar yardımcı olduğuna kadar pek çok mevzu ele alınır bu son toplantıda. Dar bir zaman diliminde yapılan bu görüşmede bazen bir kelime ya da bir fotoğraf tartışılır. Aslında yapılan iş basittir: Baskıya hazır hale gelmiş gazetenin okur gözüyle nasıl algılanacağını/anlaşılacağını müzakere ederiz. Yani, akşamki yayın toplantısı, editörlerin 'vay be, neler yapmışız' şeklindeki övünmesinden çok 'meramımızı doğru ifade edebilmiş miyiz' sorgulamasının yapıldığı yerdir. İşin içine bir de '
Okur bu bilgiye ne kadar ihtiyaç duyar, haberi doğru, anlaşılır ve hakperestçe verebilmiş miyiz?' gibi sorular girince akşam toplantıları hayatî önem kazanır.
Her okurun bir kerecik olsun bu toplantıların içine karışmasını çok isterdim; zira oradaki hassasiyet, ciddiyet ve sorumluluk duygusu gazetenin kalite ölçümüdür. Yayıncılık sorumluluğunun zirveye çıktığı yer orasıdır. Orada 'Bu manşet halkı rencide eder mi?' diye sorulmuyorsa, 'Bu başlık
demokrasi ve özgürlükleri değil; yasakçılığı ve bir tür faşizmi çağrıştırır.' eleştirisi yapılmıyorsa vay o gazetenin haline! Daha doğrusu, vay o ülkenin haline! Akşam toplantısına katılan insanlar, her meseleye değişik pencerelerden bakmak zorundadır. Birbirine zıt fikirlerin akşama kadar süren çatışması artık habere dönüşmüş, beyin fırtınaları artık dinmiştir ve artık sağduyu ile cesaretin el ele vererek sayfalara konuk olma zamanı gelmiştir. Bu noktadan sonrası bilginin
arşiv değerine dönüşmesi ve tarihin bağrına emanet edilmesi açısından da önemlidir... Sadece Zaman'da değil, her gazete için böyledir; daha doğrusu böyle olmak zorundadır.
Tekrar
1 Nisan şakasına dönecek olursam;
itiraf etmeliyim ki emek ve
sabır isteyen bir
hileyle karşı karşıya kaldım. Şakacı cunta(!) özene bezene bir sayfa yapmış; aynen bizim birinci sayfamıza benziyor. Gizlice yaptıkları birinci sayfanın maketini de (bilgisayar çıktısını da) almışlar. Tam yayın toplantısına geldiğimde o sayfayı çıkarıp 'yarınki gazetenin birinci sayfası' diye takdim etmezler mi? Aman
Allah'ım; Zaman bambaşka bir gazeteye dönüşmüş. İridağ; soyadından aldığı ilhamla olsa gerek iri puntolu devasa bir başlık kullanmış gazetenin manşetinde. Başlık aynen şu: 'Oybirliğiyle
kaos!' Ortaya kocaman bir Deniz
Baykal fotoğrafı,
Anayasa Mahkemesi'ni
hedefleyen görsel öğeler de işin cabası. Haberlerin sunumu nasıl kışkırtıcı, inanamazsınız. Anayasa Mahkemesi'nin
AK Parti ile ilgili kapatma dosyasına '
evet' dediği gün çıkan bu hayalî sayfada tepkilerin keskinliği o kadar aşikardı ki 'Bu ne biçim sayfa, siz aklınızı mı kaybettiniz?' demişim. Sabah ve öğle toplantılarında konuşulmayan bir durumla karşı karşıya olduğumuz için sitem hakkımız da mahfuzdu zaten. Diğer haberlere de göz atınca sayfada bir anormallik olduğunu anlamam uzun sürmedi. Güya Fenerbahçeli
Alex, 'Chelsea'yi eleyeceğiz, Liverpool'dan Kartal'ın intikamını alacağız' demiş. Olacak şey değil.
Paris Hilton, 'Artık Türkiye'de yaşayacağım' demiş. Bir başka haberde 'Kıvrıkoğlu,
İlhan Selçuk'u ziyaret etti' başlığı kullanılmış; ne ilgisi varsa...
Zaman haşin bir gazetecilik yapsaydı ne olurdu?
Bu muzip sayfanın hile olduğunu anlamam uzun sürmedi tabii; ancak daha sonra derinden derine düşünmeye başladım: Gerçekten
Zaman Gazetesi,
1 Nisan şakasında yapıldığı gibi sert ve haşin bir habercilik yapsaydı bunun toplumdaki yansımaları nasıl olurdu? Şüphesiz 'varsın öyle olsun' diyen küçük ve asabi bir zümre de çıkabilir; ama eminim ki bu gazete, bazılarının yaptığı gibi her gün kışkırtıcı yayınlar yapsaydı bu ülkeye çok ciddi zarar verirdi. Nitekim üslupsuzluk yüzünden birileri yeterince zarar veriyor. Zaman da öyle yapsaydı halka bu kadar mal olabilir miydi? Zira Zaman, gücünü kamu vicdanından alıyor. O yüzden yükselen bir değer ve o yüzden her geçen gün kıymeti daha çok anlaşılıyor. Eminim, 1 Nisan şaka sayfasını yayınlamış olsaydık, okurumuz da bunu içine sindiremeyecek ve 'Bu nasıl gazetecilik kardeşim?' diye tepkisini ortaya koyacaktı. Nitekim şakaya maruz kalan bizim yazı işleri (başta genel yayın yönetmen yardımcısı Mehmet Kamış olmak üzere) benzer bir tepki vererek 'Yayın politikamız mı değişti?' diye sormak zorunda kaldı.
1 Nisan şakasının ardından yaptığım iç muhasebenin bir de genel gazetecilik anlayışına
bakan yönü var: Türkiye'de bazı gazeteler, senenin her günü bizim 1 Nisan şakasında yaptığımız gazeteye benziyor! İri puntolar,
tahrik edici başlıklar, kamplaşmayı alevlendirici haberler, insanları hakir görmeyi meziyet sayan ifadeler... Marjinal gazetelerden bahsetmiyorum; Allah onlara
akıl-fikir versin. Meslektaşlarının fotoğraflarını basarak onları hedef gösteren ve bu şaklabanlığı gazetecilik sanan birilerine söylenecek söz bulmak zor. Kimden emir alırlar, hangi bağlantılarla bu kadar pervasız davranmaya yeltenirler; onu aslında herkes biliyor...
Demek istediğim şu ki; maalesef bu ülkede kendini 'kitle gazetesi' olarak tanımlayan bazı gazeteler, çok ciddi bir marjinalleşme yaşıyor. Attıkları başlıkların çoğunu pespaye bulvar gazeteleri bile atmaz. 'Olsun, bu da bir tercihtir' denebilir. Ancak mesele o kadar da basit değil. Ortadaki gazeteler (başta
Hürriyet ve Sabah olmak üzere) uç noktalara kayar ve cepheleşmeyi körüklerse bu ülkenin akıbeti kötü olur ve gazete yöneticileri büyük vebal altında kalır. Çünkü merkezdekilerin pusulası şaşınca çevredekiler kendini daha da marjinal noktalara kaymak zorunda hisseder. Her gün 1 Nisan şakası yapıl(a)maz, her gün akla ziyan haberler ve yorumlarla milletin öfkesi kabartılmaz. Bu azgın görüntü sadece gazeteciliğe değil; bu güzel ülkeye de cidden zarar veriyor...
EKREM DUMANLI -ZAMAN