Ecevit'in kırılan kemikleri, kirlenen tırnakları!
Zor günlerden geçiyor
Türkiye. Hâl ve gidişattan duyduğu endişeyle çoklarının ruhu daralıyor, kalbi sıkışıyor. Neler olup bittiğini anlamak için insanlar gazeteleri dikkatle inceliyor, gözlerini televizyon ekranlarından ayırmıyor...
Muştulu havadisler duymak istiyorlar, Türkiye’nin selameti için…
Ama…
Müjdeli haberler henüz ufukta görünmüş değil. Hava kurşun gibi ağır mı ağır...
***
İşte böylesi bir ortamda herkes biteviye konuşup duruyor. Ortalık kallavi sözlerden, cilalı yorumlardan geçilmiyor.
Mesela…
Meclis Başkanı Köksal Toptan konuşuyor.
Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç konuşuyor.
Yargıtay Başkanlar Kurulu konuşuyor.
Hükümet konuşuyor.
İsmi gizli bakanlar konuşuyor.
Siyasi parti başkanları konuşuyor.
Yeni döneme kendilerini hazırlayan politikacılar konuşuyor.
Hukukçular, yazarlar, entelektüeller konuşuyor.
Yetmiyor…
Amerikalı yetkililer konuşuyor.
AB yöneticileri konuşuyor.
***
Konuşanların hepsi haklı görünüyor kendi zaviyelerinden…
Zira herkes çıkış yolunu gösteriyor Türk halkına.
Peki ya hakikat? Ara ki bulasın.
Gerçekleri maskeli yüzlerden, kamuflajla bohçalanan demeçlerden, dolambaçlı yorumlardan çıkarmak pek mümkün değil. Edilen onca laf yığınına rağmen hem de…
Dikkatlice bakınca anlıyorsunuz ki...
Kimse konuşmuyor aslında…
Konuşanlar, asıl konuşması gerekenleri susturmak için
gürültü yapıyor. Gündeme taşınan konular da hakikatlere perde oluyor sadece…
Tıpkı geçmişte olduğu gibi…
***
Türkiye’de
AK Parti’yi 3
Kasım 2002’de iktidara taşıyan seçimler henüz yapılmamıştı. Ülkeyi, Ecevit’in başbakanlığını yaptığı
koalisyon (DSP,
ANAP, MHP) hükümeti yönetiyordu.
2001’de ağır
ekonomik ve siyasi krizle karşılaşan Türkiye, ertesi yıl enteresan gelişmelere şahit oluyordu.
Merkez sağ ve solu birleştirecek parti arayışları bunlardan biriydi mesela. Sağı toparlamak için “makul çoğunluk” kavramını ortaya atan Mehmet Ali Bayar, 28
Şubat döneminde aktif rol üstlenen Demokrat
Türkiye Partisi’nin genel başkanı seçiliyordu
Mayıs 2002’de.
Bundan iki ay sonra da Ecevit’in DSP’sinden ayrılan İsmail Cem ile
Hüsamettin Özkan, Yeni Türkiye Partisi’ni kuruyordu. Başlangıçta bu harekete
Kemal Derviş de
destek vermişti. Ama bir son dakika gelişmesiyle YTP trenine binmekten vazgeçip
CHP’ye katılmıştı Derviş.
***
Bu sırada asıl gelişme ise
Başbakan’ın sağlığıyla ilgiliydi. Zira Ecevit, görevini yapamayacak kadar “çok” hastaydı. Koltuğunu,
Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’a vermeliydi.
Bu iddiayı kanıtlamak için medyada hemen her gün haberler çıkıyordu. Ecevit’in doktoru basit bir bağırsak enfeksiyonu dese de durum farklıydı, dönemin merkez medyasına göre. 14 gündür evinde istirahat eden Başbakan’ın bir kaburgası kırıktı.
Bir gün doktorlar daha fazla dayanamadı ve Ecevit’in Oran’daki evine
baskın yaptı. Başbakan’ın durumu vahimdi. Tedavi amacıyla apar topar Prof. Mehmet
Haberal’ın
Başkent Hastanesi’ne götürüldü. Doktorlara göre Ecevit ilaçlarını aksatıyordu.
Bir de
Rahşan Hanım,
yaşlı hâliyle kocasına bakamıyor, ilaçlarını zamanında ona veremiyordu.
Emin Çölaşan’a göre Rahşan Hanım, kocasının temizliğine de özen gösteremiyordu. Hastaneye geldiğinde Bülent Bey’in iyice uzamış ve bakımsız kalmış el ve ayak tırnakları hastanede güzelce kesilip temizlenmişti. İşlenen ve pompalanan buydu.
***
Ecevit’in ölümünü bekleyen Türkiye, bir gün Rahşan Hanım’ın eşini Başkent Hastanesi’nden kaçırdığını öğreniverdi. Sonra da Başbakan’ın sağlığına kavuşarak ekranların karşısına çıktığını gördü.
O dönemde yapılan onca gürültü neydi peki?
***
Ben bilmiyorum sebebini. Ancak şunu söyleyebilirim sadece.
Dün Ecevit’in sağlığını yazanlarla, bugün Osman
Paksüt’ün yemek yediği lokantada gördüklerini açık açık yazmayanlar yine aynı kişiler.
Bilmem anlatabildim mi?
MEHMET YILMAZ/AKSİYON