"Milletimize ileriye doğru bir adımı kim attırmışsa, biz o ayağın altına başımızı
kaldırım taşı gibi koymaya âmâdeyiz." diyen
Gülen, bu tutumunu, "Herkese karşı müsavi derecede duruyoruz. Biz yerinde Deniz Bey'i de destekleriz, Devlet Bey'i de destekleriz. Elverir ki, yaptıkları şeyler milletimizin bugünü ve yarını adına, devletler muvazenesinde dümene oturması adına bir şey ifade etsin. Benim milletim devletler muvazenesinde yönlendiren, gözünün içine baktıran bir muvazene unsuru olmayacaksa ş
ayet, ne
Avrupa umurumda benim, ne
Amerika, ne Çin ne de Maçin. Bu açıdan da, milleti oraya götürebilecek her gayret alkışlanmalı." sözleriyle açıkladı. "Referandumda '
evet' denmesini desteklememiz, o işi yapan insanları takdir değil, o işin kendisini takdir meselesidir." diyen
Hocaefendi, yapılan güzel işlerin takdir edilmesi gerektiğini dile getirdi. Haftalık sohbetlerinin yayınlandığı
herkul.org internet sitesinde
Ramazan ayı ile toplumda oluşan gerginliklerin giderilmesi üzerine soruları
cevaplandıran Gülen, özetle şunları söyledi:
Gönül; vicdanın dört temel unsurundan biri sayılan, bütün duygu, düşünce, şuur, sezgi, idrak ve mânevî âlemimizin merkezidir; "ruhanî ve ilâhî latîfe" olarak bilinen kalbin diğer adıdır ve bir yönüyle onun bir derinliğidir. Bu latîfe, insanî kemalâta uzanan bir merdiven, insan bünyesinde ruhanî âlemlere açık en geniş kapı ve hayrın da, şerrin de en önemli bir
test merkezidir. Bizim ruhla münasebetlerimiz, aklımızı olumlu istikamette harekete geçirmemiz, beşerî temayüllerimizi kritik etmemiz hiç yalan söylemeyen ve insanı yanıltmayan bu merkeze bağlı cereyan eder.
GÖNÜL ERLERİ KAT'İYEN BİRBİRİYLE ÇEKİŞMEZ
Gönül erlerinin konuşmaları harfsiz ve kelimesizdir; onlar hep ruhlarıyla söyleşirler.. Mevlânâ'nın da dediği gibi, birbirlerine dilsiz-dudaksız laf ederler.. güller gibi çehrelerine akseden kalblerinin renginden birbirlerine tebessümler yağdırır dururlar. Bütün bütün gönül rengine boyanmış bu ruhlar arasında "sen", "ben" düşüncesi tamamen eriyip gitmiş ve ortada sadece "O'na" bağlı izafî bir "biz" kalmıştır. Bu itibarla da onlar kat'iyen birbirleriyle çekişmez.. biri birinin ışığını söndürmeye çalışmaz ve "benim mumum", "benim meş'alem" demezler.
Alvarlı Efe Hazretleri ne hoş söylemiş: "Âşık der incitenden / İncinme incitenden / Kâmil değildir o kimse / İncinir incitenden."
Gönül dilini kullanma meselesi, sadece kalbin kendi fonksiyonlarına ve sevklerine bırakılmamalı; bu konuda irade ortaya konulmalı ve sevgi,
şefkat, mülayemet hususlarında iradenin hakkı da verilmelidir.
Mevlânâ Celaleddîn Rûmî Hazretleri döneminde bazıları ağızlarına ne gelirse söylemekte ve Hazreti Mevlânâ'ya
hakaret etmektedirler. Bir gün bir tanesi, "Sen inançsızlara bile kucak açıyorsun, onlarla bir araya geliyorsun; günah işleyenlere dahi "gel" diyorsun... Böyle yapmakla İslam'ın onurunu iki paralık ediyor, dinin izzetine dokunuyorsun." cümlelerinden oluşan ve daha bir düzine hakaretle dolu bir
mektup gönderir. Hazret, mektubu açıp okur, tebessümle kağıdın arka tarafını çevirir ve tek cümle yazıp geri gönderir. Hazreti Mevlânâ o tek cümlede "Sen de gel, sana da bağrımı açıyorum!" der.
ALLAH, ÖÇ ALMAYA GÜCÜ BULUNDUĞU HALDE İNTİKAM ALMAYA KALKIŞMAYANLARI TAKDİR EDİYOR
Kur'an-ı Kerim, "O müttakîler ki, bollukta da darlıkta da
Allah yolunda infakta bulunurlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah, böyle iyiliğe kilitlenmiş ihsan şuuruyla oturup kalkanları sever." (Âl-i İmrân, 3/134) mealindeki ayet-i kerimede, öfkesine mağlup olmayanları, bilakis onu yenip akl-ı selimle hareket edenleri nazara vermekte; "kâzımîn" ifadesi ile (bu kelimenin tekili "kâzım"dır) öfkesini yutan, hiddet ateşini sabırla içinde tutup söndüren, zarar gördüğü kimselerden öç almaya gücü ve kudreti bulunduğu halde intikama kalkışmayan ve kötülük edenlere karşı afv ile muamelede bulunan kimseleri takdir etmektedir.
Peygamber
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) "
Ramazan ayı girince Cennet kapıları açılır, Cehennem'in kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur." buyurmuştur. Bazı insî ve cinnî şeytanlar heva ve heves gibi yardımcıları vasıtasıyla tahribatlarına devam etmeye çalışsalar da, Cenâb-ı Hak, Ramazan boyunca, "merede-i şeyâtîn" diyebileceğimiz o en azgın şeytanların önünü tıkar ve onlara geçiş izni vermez. Bu itibarla da, Ramazan'ın
nazlı gün ve geceleri, bütün ruhlara, gönüllere âdetâ taht kurmak üzere gelir; onda bakışlar derinleşir, muhabbetler tebessüme inkılâb eder. Sürekli iyilik duygusu soluklanır; hatta bir ölçüde bütün kötü duygular ve tutkular
baskı altına alınır; derken herkes derecesine göre bir çeşit melekleşme yoluna girer. Gerçekten, Ramazan'da insanlar, Allah'la o kadar irtibatlı, kullukta o kadar i'tinalı ve muamelelerinde o kadar ince, o kadar nazik bir hâl alırlar ki, adeta hepsi sadece gönül diliyle konuşmaya dururlar.
Gönüller arası iç içe uzayıp giden pek çok gizli yol vardır. Bu yolların farkında olan ve gönül dilinden anlayan ruhlar, insanî melekeleri gelişmiş uyumlu mizaçlar ve evrensel değerlere saygılı gönüller, sürtüşmeden,
kavga etmeden, birbirini karalamadan yürürler kendi izafî hakikatlerinin semalarına; hem de, herhangi bir
trafik problemiyle karşılaşmadan. Bunların dünyasında farklı renkler, farklı şekiller, farklı kültürler, farklı düşünceler ve farklı kanaatler, sathî (yüzeysel) görüntülerle alâkalıdır ve birer zenginlik unsuru sayılır.
KEŞKE SİYASİLER GÖNÜL DİLİNİ KULLANMAYA ÇALIŞSA
Keşke
siyaset âlemine de gönül dili hâkim olsa. Keşke CHP'liler deseler ki: "Türkiye'de şu
kriz, şu kriz, şu kriz var; ama biz vifak ve ittifakı sağlayamadığımızdan ve iktidarla uyum yolları aramadığımızdan dolayı, ihtimal Allah bizim yüzümüzden bu krizleri yaşatıyor." Keşke MHP'liler deseler ki: "İnsan her yanıyla kötü olmaz ya, herkesin bazı iyi yanları da vardır. Biz en azından bazı meselelerde bir kısım fasl-ı müşterekler bularak, bunlara 'eyvallah' desek ne olurdu. Bazı olumsuz şeyler bizim yüzümüzden de olmuş olabilir; bir dönemde bazı yanlışlıklar yapmış olabiliriz; belki şimdi de bir kısım yanlışlıklar yapıyoruzdur." Keşke AK Partililer de idarede bulunduklarından dolayı,
Hazreti Ömer Efendimiz gibi düşünse; "
Yağmur yağmıyorsa benim yüzümden yağmıyor; laleler benim yüzümden bitmiyor, dağınık halimizin öyle sürüp gitmesi ve perişanlığımızın devam etmesi benim yüzümden oluyor." deseler. Evet, keşke siyaset âleminde de herkes, sürekli atf-ı cürümlerde bulunacağına, nisbeti makul olmayan şeyleri bile insanlara nisbet edeceğine ve hep karşısındakine cevap yetiştirme gayretiyle oturup kalkacağına, biraz da kendi muhasebesini yapsa ve bir kere de gönül dilini kullanmaya çalışsa!..
Ramazan ayı boyunca mabedler ve mabedleşen evler,
iftar ve sahur sofraları, dostluk platformları ve iftar çadırları, insanlara kalb ufkunu gösterme, kavgacı tavırları terk ettirip birlik ruhunu oluşturma ve herkesi gönül dilini kullanmaya çağırma açısından çok iyi değerlendirilmelidir.
Herkese karşı müsavi duruyoruz
Referandumda 'evet' denilmesi gerektiğiyle alâkalı sözlerimi siyasî mülahazalarla irtibatlandırmaya gerek yok. Herkese karşı müsavi derecede duruyoruz. Biz yerinde Deniz Bey'i de destekleriz, Devlet Bey'i de destekleriz. Elverir ki, yaptıkları şeyler milletimizin bugünü ve yarını adına, devletler muvazenesinde dümene oturması adına bir şey ifade etsin. Benim milletim devletler muvazenesinde yönlendiren, gözünün içine baktıran bir muvazene unsuru olmayacaksa şayet, ne Avrupa umurumda benim, ne Amerika, ne Çin ne de Maçin. Bu açıdan da, milleti oraya götürebilecek her gayret alkışlanmalı.
Referandumda 'evet' denmesini desteklememiz, o işi yapan insanları takdir değil, o işin kendisini takdir meselesidir; kim yaparsa yapsın, yapılan güzel bir işi takdirdir. Bunu rahmetlik
Bülent Ecevit yapmış olabilir, bunu Süleyman
Demirel Bey yapmış olabilir, bunu
İsmet Sezgin Bey yapmış olabilir, bunu
Tayyip Erdoğan yapmış olabilir, bunu Turgut
Özal yapmış olabilir, bunu Devlet Bey yapmış olabilir, bunu Deniz Bey de yapmış olabilir. Güzelliği milletimiz adına kim yapmış ve milletimize ileriye doğru bir adımı kim attırmışsa, biz o ayağın altına başımızı kaldırım taşı gibi koymaya âmâdeyiz. Bütün dünya biliyor ki; yeryüzünde dikili bir taşımız yok ve bundan başka da hiçbir sevdamız olmadı.
Referandumda 'evet' demenin lüzumuna inanıyorum
Geçenlerde, "Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkan olsa mezardakileri bile kaldırarak o
referandumda 'evet' oyu kullandırmak lazım." demiştim. Bazıları bu sözü alay konusu yaptı; hatta, bu sözdeki mübalağayı ve o mübalağadaki ironik espriyi tersine çeken ve "Ölüleri de yazdırın ve kaçamak olarak onlara da oy kullandırın." şeklinde yorumlayacak kadar işi şirazeden çıkaran kimseler oldu. Oysaki, o sözdeki üslup çokça kullanılan ve herkesçe maruf bir üsluptur. Mesela;
İmam Busîrî,
Peygamber Efendimiz için der ki; "Eğer O'nun mucizeleri kendi kadr-u kıymetine göre olsaydı,
mübarek nâm-ı celili ölüler üzerine okunduğu zaman çürümüş kemikler bile dirilirdi." Ben de bu sözden hareketle belki elli defa şöyle demişimdir: "Allah Rasulü'nün doğumu esnasındaki pek çok mucizeden bahsedilir. Onlar da iş mi ki?!. O yeryüzünü teşrif ettiğinde mezardakiler bile canlanıp ayağa kalkmalı ve ona temennâ durmalıydılar." İşte, referandumun önemine ve 'evet' demenin lüzumuna inandığımdan, o meseleyi de böyle bir üslupla dile getirmiştim.
Üzerimize düşeni yapmalı, on kişiyi sandığa götürmeliyiz
Hiç kimse anayasa değişikliği paketini ve referandumu Avrupa'ya veya Amerika'ya bağlamamalı; bunlar diyalektik sayılabilecek dedikodudan ibaret yanlış şeylerdir. Ramazan-ı Şerif'te yumuşayan kalbleri de değerlendirerek herkes referandum konusunda üzerine düşen vazifeyi yapmalıdır. Hatta burada (Amerika'da) oy kullanamayacaklarından dolayı, Türkiye'ye gitmesi mümkün olanlar gitmeli ve oylarını kullanmalılar. Oraya gidince de, "Amerika'dan kalktım, bin lira verip buraya geldim; dönerken de o kadar para vereceğim. Bu kadar zahmeti sadece kendi oyum için çekmemeliyim..." demeli; en azından on tane, yirmi tane insanı daha zimmetlemeli, onları da sandığın başına götürmeli ve onlara da bir güzel 'evet' dedirtmeli.