İşte Hasan
Cemal'in
Ergenekon değerlendirmesi :
Demokrasi ve hukuku katleden bir süreç...
Kontrgerilla,
Susurluk,
Sarıkız,
Ayışığı ve Ergenekon notları (1)
Can Dündar geçen gün köşesinde bir zamanlar
Bülent Ecevit’ten dinlediği bir kontrgerilla anısına yer verdi.
Ecevit, 1970’lerdeki
Başbakanlığı döneminde ‘kontrgerilla’dan, resmi deyişle Özel
Harp Dairesi’nden tesadüfen haberdar olur ve brifing ister.
Brifingi o zaman
Özel Harp Dairesi Başkanı Kemal Yamak Paşa verir.
Ve Ecevit’e anlatılır ki:
“Özel Harp Dairesi, bir
yabancı işgalinde istilacılara karşı gerilla yöntemleri ve yeraltı etkinliğiyle mücadele etmek için kurulmuştu. Adları gizli tutulan bazı ‘vatansever
gönüllüler’ bu örgütün
sivil uzantısı olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirilmişlerdi. Gerektiğinde bunları kullanması için de
Türkiye’nin bazı yerlerinde gizli
silah depoları oluşturulmuştu.”
Ecevit duyduklarından dehşete düşer.
Daha sonra da, bu kontrgerilla brifinginde sözü edilen ‘vatansever gönüllüler’den birinin bir Doğu ilçesindeki MHP İlçe Başkanı olduğunu öğrenir Ecevit. Bundan sonra da her kanlı olayda ‘kontrgerilla’ parmağından kuşkulanır. Ancak örgütü açığa çıkaramadan Başbakanlığa
veda eder.(
Milliyet, 10 Ocak 09, s.13)
Ecevit’in yerine kim gelir?
Süleyman
Demirel.
Türkiye’nin kanlı bir cepheleşme tuzağına düşürüldüğü, siyasal
cinayetler, suikastlar, 1
Mayıs,
Çorum ve
Kahramanmaraş gibi korkunç katliamlarla 12
Eylül darbesine doğru çekildiği 1970’lerin Başbakan Demirel’i... “Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz!” diyen Adalet Partisi’nin lideri...
Bu gazetenin Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı, büyük gazeteci
Abdi İpekçi de bu kanlı süreçte siyasi cinayete
kurban gitmiş, ‘
ülkücü’
Mehmet Ali Ağca sahneye çıkmıştı.
Yine Can Dündar’ın yazısından:
“1970’lerin en kanlı olaylarına
imza atan ülkücülerin çoğu
Nevşehir’den çıkmaydı.
Abdullah Çatlı Nevşehir
doğumluydu. Mehmet Ali Ağca cezaevinden çıktıktan sonra Nevşehir’e götürülmüştü.
İpekçi cinayetinde adı geçen 5 ülkücüden 4’ünün sahte pasaportlarında Nevşehir
emniyetinin damgası vardı.
Papa suikastından sonra bu pasaportların sırrı merak edilmiş, Emniyet’e gidilince o birimde bir
yangın çıktığı, kayıtların yok olduğu ortaya çıkmıştı. Kim vardı o dönem Nevşehir
Emniyet Müdürlüğü’nde?
İbrahim
Şahin!”
Şimdi çekin çizgiyi bugüne...
Düşünün.
Darbe ortamı oluşturmanın anlamı üzerinde biraz kafa yorun.
Abdi İpekçi’ler öldürülerek, Çorum’da, Kahramanmaraş’ta katliamlar yapılarak,
Bahçelievler gibi tüyler ürpertici cinayetler işlenerek, Türkiye cepheleştirilerek
12 Eylül darbesine ortam hazırlanmıştı.
Bugün de yapılmak istenen buydu.
Ergenekon’a bu pencereden bakın.
Ve bu günlerde
toprak altından çıkan suikast silahlarına,
bombalara, patlayıcılara dudak bükmeyin lütfen.
Bunlar eğer toprak altından gün ışığına çıkarılmasaydı, kim bilir bu ülkede
Danıştay baskınına benzer daha hangi cinayetler işlenecek, daha kaç kişi öldürülecek ve sağa sola atılacak bombalarla Türkiye yeni bir darbe ortamına nasıl sürüklenecekti diye de düşünün bir an...
Tekrar geçmişe dönelim.
Ecevit, 1970’lerin
Başbakanlık dönemindeki kontrgerilla brifinginde duyduklarından dehşete kapılır. Toprak altına gömülü silahların siyasi cinayetlerde kullanıldığı kuşkusuna düşer çünkü...
Ama bir şey yapamaz.
Kontrgerilla konusunda hukuk dışılığı önleyecek bir yapıyı kuramadan Başbakanlığa veda eder Ecevit.
Yerine gelen Demirel ise kendi başbakanlık yıllarında oluşturulan ‘darbe ortamı‘ndan yakınmaya ancak 12 Eylül’de devrildikten sonra başlar.
Bu konuda askeri de suçlar!
Önce kapalı kapılar arkasında, “Sıkıyönetim dahil her türlü yetkileri vardı ama durdurmadılar
terör ve anarşiyi” demeye başlar. “12 Eylül sabahı birden her şey durdu, anarşi bitiverdi, neden?..” diye sorar.
Amerika’yı da suçlar.
Demirel’in, ‘Tank Sesiyle Uyanmak’ ve ‘Demokrasi Korkusu’ isimli kitaplarımda bolca yer alan bu yakınma ve eleştirilerinde elbet gerçek payı vardı.
Ancak, Soğuk
Savaş koşullarının siyasetteki acımasızlığını Demirel’in daha 12
Mart’tan bilmesi ve 1960’lar tecrübesinden
ders çıkarmış olması gerekiyordu.
O yıllarda da ‘asker’in emeklisi, muvazzafı, ‘sivil’in hukukçusu, profesörü,
işadamı, yazarı, gazetecisi ele ele vermiş, gençliğin de heyecanını istismar ederek, sağa sola bomba attırarak Türkiye’de ‘darbe ortamı’ oluşturmaya çalışıyordu.
12 Mart darbesi böyle geldi.
Demirel 1971’de böyle düşürüldü.
Ama on yıl sonra bu kez 12 Eylül’de bir darbe daha yedi Demirel.
Neden ders çıkarmadı?
Çıkarması gereken dersler neydi?
Hem Ecevit, hem Demirel daha sonraki yıllarda da Başbakanlık koltuğuna yine oturdular. Oturdular da ne oldu?
Geçmişin dersleri ışığında Türkiye’yi ‘darbe ortamları‘na sürükleyen zihniyet ve yapıyı elele verip
demokrasi ve hukuk yolunda değiştirdiler mi?
Hayır.
Peki neden değiştirmediler?..
Ya da değiştiremediler?
HASAN CEMAL- MİLLİYET