Avukat Mehmet Kasap, bugün 150 dolayında sivil toplum kuruluşunun iktidara yakın gazetelerin son sayfalarında yer alan ilanını değerlendiren bir yazı kaleme aldı.
"Bugün gazetelerin son sayfalarına çarşaf çarşaf ilan veren STK’ları görünce ister istemez 28 Şubat sürecinde muktedirin yanında duran STK’ları hatırladık" diyen Kasap, şöyle devam etti;
"Onlar da tıpkı bugünkülerin yaptığı gibi gücü elinde bulunduranlara destek olmak için gazetelere tam sayfa ilanlar veriyor, halkın bir kesimini“mürteci” diye ötekileştirerek nefret dili kullanıyordu.Bildirinin başında söylendiği gibi bu Yeni Türkiye değil tam olarak Eski Türkiye alışkanlığıdır."
İŞTE MEHMET KASAP'IN O YAZISI Bugün gazetelerin son sayfalarına çarşaf çarşaf ilan veren STK’ları görünce ister istemez 28 Şubat sürecinde muktedirin yanında duran STK’ları hatırladık. Onlar da tıpkı bugünkülerin yaptığı gibi gücü elinde bulunduranlara destek olmak için gazetelere tam sayfa ilanlar veriyor, halkın bir kesimini“mürteci” diye ötekileştirerek nefret dili kullanıyordu.Bildirinin başında söylendiği gibi bu Yeni Türkiye değil tam olarak Eski Türkiye alışkanlığıdır. Yayınlanan bildiri kendi içerisinde birçok çelişkiyi barındırmaktadır. Bildirinin daha 1. cümlesi bugüne kadar yapılan yargılamalardan “kumpas , rakipleri sindirmek için kullanılan bir araç..” diye söz ederken , son cümlesinde de “darbe girişimlerine karşı yapılan kararlı mücadeleyi desteklemekten” söz edebilmektedir. Siyasi iktidar 13 yıl boyunca bu demokrasi mücadelesini öve öve anlatıp oy devşirirken, şimdi de bunlardan kumpas diye söz etmektedir. Anlaşılan aynı kafa karışıklığını adı geçen kurumlarda yaşamaktadır. Kısaca savcı makamı ile avukat makamı karıştırılmamalıdır. Bir gün savcısı olduğunuz davanın ertesi gün avukatı olursanız milletin kafası karışır. Gazetelerde yayınlanan 11 cümlelik ilanda onlarca hukuk cinayeti işlenmiştir. Aslında bu da bizim muhafazakar camianın demokrasi anlayışı konusunda bir fikir vermektedir. Bildiride imzası olanlar, kesinleşmiş hiç bir mahkeme kararı olmamasına rağmen muktedir dilini bir ileri aşamaya taşıyarak “paralel yapı” tabirini “örgüte” dönüştürmüştür. Her vatandaşın anayasal hakkı olan kamu görevinde bulunma hakkını “devletin kılcal damarlarına kadar sızma” olarak görebilmiştir. Kendi müntesiplerinin kamuda iş ve makam bulmakta hiç zorlanmadıkları bilinen bu kurumların “devlete sızma” tabiri ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir kavramdır; imzası olan kuruluşların geneline baktığımızda “Evlendirme Vakfı, Türk Sanatları Vakfı”gibi kuruluşları bir kenara bırakırsak- bu kuruluşlar daha düne kadar “Devleti Tağut” olarak görmekte yine memleketi “Dar-ulHarb" olarak ilan etmekteydiler. Bu kurumların Devleti yüceltme konusunda katettikleri amudi yükseliş gerçekten takdire şayandır. Hangi ara siz bu kadar devleti kutsallaştırarak “leviathan”laştırdınız? Keşke milli iradenin önemine vurgu yaparken sivil toplumla mücadele etmek için 11 saat toplanan MGK’ya da iki cümle söz söyleyebilseydiniz. Demokrasilerde Milli Güvenlik ve Siyaset Belgelerine yer yoktur, diyebilseydiniz. “Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım” diyerek yola çıkıp bir yıldır meydanlarda seslendirilen iktidarın nefret dilini ambalajlayarak “milli irade” diye sunmak eşine ancak biz de rastlanabilecek bir durumdur. 17/25 Aralık Yolsuzluk Soruşturmaları’nın yıl dönümünde paraların faiziyle birlikte şüphelilere iade edildiği bu günlerde bu soruşturmaların demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçtiğini söylemek çok anlamlı(!) bir çıkış olmuştur.Bu tespitte bulunduktan sonra, artık kuvvetler ayrılığı, basın özgürlüğü, ifade hürriyeti gibi kavramlara değinme ihtiyacı bile duymuyoruz. Özellikle gelişmiş demokrasilerde “çoğunluğun” farklı guruplara milli irade diyerek zulmetmesi gibi bir durumun “çoğulcu demokrasi”lerde olamayacağını söylemek dahi abesle iştigal etmek olacaktır. Gerçi ilan verdiğiniz gazeteler değil miydi bu paraları, kasaları polislerin yerleştirdiğini söyleyen? Bugün de başka şeyler söyleyiverirler, nasılsa millet unutuyor söylenenleri. Operasyonu yapan polisler “Dönemin Başbakanı” ifadesini kesinlikle kullanmadık deseler de bizim hukukumuzda “müddeinin iddiasını ispat etmesi ilkesi” ancak iktidar için uygulanabilmektedir. Ne de olsa muktedirleriniz bir sivil toplum hareketini “bir savcı iki hakimle silahlı örgüt olarak ilan edecek” kadar güçlüler. Güçlü Devlete karşı zayıf bireyin yanında olmak da bizim STK’ların işi değil. “Lider bir ülke için çalışıyoruz” derken keşke işçi ölümlerinde Avrupa 1.si olmamızdan, basın ve ifade özgürlüğünde 174. sırada olmamızdan, yolsuzluk algı endeksinde dünya liderliğine oynamamızdan da bir kaç cümleyle bahsedebilseydiniz. Bütün baskılara rağmen bunlardan söz edebilme cesaretini gösterseydiniz belki de hangi alanda lider ülke olduğumuzu daha iyi anlayabilirdik ya da söylenenleri daha inandırıcı bulabilirdik. Bu konularda hiç bir eleştiriye girmemeniz bağımsız ve tarafsızlığınız konusunda muhataplara bir fikir vermektedir. İnandığınız değerler açısından da tablo çok iç açıcı değil. Malum “kimse kimsenin günahını üstelenmez” ilahi bir düsturdur. Kendisini eğitim faaliyetlerine adamış koca bir camiayı “örgüt” ilan etmek hangi ilahi beyana sığmaktadır? Çocuklarınızı okullarına, evlerine gönderdiğiniz bu insanlardan nasıl bir kötülük gördünüz? Muktedire yakın olmak sanıldığı gibi STK’lar için iyi bir şey değildir. Sadece üyelerinden aldığı maddi-manevi destekle yürütülmesi gereken faaliyetler yarın iktidar el değiştirdiğinde ortada kalıverir. Üyelerin fedakarlık duyguları asla köreltilmemelidir. STK’ların kendi öz kaynaklarıyla yürüttükleri faaliyetler ancak tam bağımsız ve “sivil” olabilir. Sonuç olarak değil 151 STK, on binlerce kuruluş da olsa bunların ifade ettiği sözler asla gerçeğin yerini alamayacaktır. Bakın dün muktedirlere destek veren insanlar bugün hayırla yad edilmiyorlar.Muktedirlerin yanında değil mazlumun yanında olanlar hep kazanmıştır. Şu asla unutulmamalıdır ki; dünya insanlık tarihinde hiçbir siyasi dava amacına ulaşamamıştır. Kader hükmünü yine en güzel şekilde icra edecektir, bundan da kimsenin şüphesi olmamalıdır. Av. MEHMET KASAP