Bu duaların bazılarının hangi durumlarda okunacağı belirlenmiş olsa da bazılarının ne için okunacağı bildirilmemiştir.
Mesela,
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bazı şeylerin şerrinden, hususiyle de bilmediğimiz bir yerde yatıp kalkarken hevâm ve haşerâtın zararlarından emin olmak için "Eûzü bikelimâtillâhi't-tâmmâti min şerri mâ haleka ve zerae ve berae -
Allah'ın yarattığı, zürriyet halinde her tarafa saçtığı ve kusursuz meydana getirdiği şeylerin şerrinden yine O'nun tastamam kelimelerine ve vech-i kerimine sığınırım" (Muvatta, Şi'r, 12; Müsned, 3/419) duasının okunmasını
tavsiye etmiştir. Bununla beraber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yaptığı her duada, duayı hangi gaye için okumak gerektiğini bildirmemiştir. Bundan dolayı bütün dualardaki ortak hakikati kavramak çok mühimdir. Evet, küllî bir nazarla bakıldığında dua ve münâcâtlarda esas olanın Hakk'a teveccüh olduğu anlaşılmaktadır. Yani Cenab-ı Hakk'a yapılan tazarru ve niyazların ortak noktası, O'na teveccüh etmek, O'na açılan kapının tokmağına dokunmak veya düğmesine basmak demektir.
Allah Teâlâ'ya yapılan dua ve niyazların bütünü için geçerli olan diğer bir hususiyet de bu duaların bizim kuvve-i mâneviyemizi takviye etmeleridir. Yani
Hâkim-i Mutlak olan Allah, bizimle beraber olduktan, mü'min de bunun bilincinde olarak hareket ettikten sonra hiçbir kimsenin veya hâdisenin dua dua yalvaran bir mümine zararının dokunması mümkün değildir. Duaların mü'mine kazandırdığı sırlardan biri de Allah'a karşı yaptığı niyazların onun için çok yüksek bir moral kaynağı olduğudur.
Meselenin diğer bir yanı da şudur: Allah'a sığınılacak hususlardan istiâze edilmesi veya beklenen neticelerin istenmesi, bu hususların hârici şartlarına riayet edilmesini de iktiza eder. Bu konuyu bir misalle az daha açmak istiyorum:
Efendimiz'in yaptığı dualardan biri şöyledir: "Allâhümme innî eûzü bike mine'l-hemmi ve'l-hazeni ve eûzü bike mine'l-aczi ve'l-keseli ve eûzü bike mine'l-cübni ve'l-buhli ve eûzü bike min galabeti'd-deyni ve kahri'r-ricâli - Allah'ım! Üzüntüden, tasadan, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, borca yenik düşmekten, başkalarının ayağı altında iki büklüm kalıp ezilmekten, bazı insanların galebe ve tasallutundan Sana sığınırım." (Buhari, Daavat, 36-38)
Efendimiz'in yaptığı bu duada istiâze ettiği hususlardan biri "hazen"dir. Hazen, tasa, keder ve işin sarpa sarması gibi manalara gelir. İnsanın içindeki tasa ve keder, bazen hem işlerin sarpa sarmasına hem de iradeyi
felç eden bir çaresizlikle bunalımlara sebebiyet verir. Buna karşılık yapılacak şey Allah'a sığınma olmalıdır. Zira gerçek melce' ve menca (sığınılacak yer) Allah Teâlâ'dır;
evet sadece O'na sığınılır ve her şey O'ndan beklenir. Böyle bir mülahaza, aynı zamanda kulun Rabb'isine karşı edebi ve saygısının gereğidir. Eskiden tekyelerde kapının arkasında "Edep Yâhû!" yazılıydı. Sahabenin de Hz. Peygamber Efendimiz'le (sallallahu aleyhi ve sellem) gizli bir şey konuşmak istediğinde -ayetin ifadesiyle- sadaka vermesi gerekirdi. (Bkz.: Mücadele, 58/12) Şüphesiz bu, onların mazhar olduğu nimete ve hiç de
ucuz olmayan bir mülakata şükran nişanesiydi.
Bize düşen, sebeplere riayet etmektir
İşte mü'min, Allah'a yalvarmak, tazarru ve niyazda bulunmakla aslında O'nunla gizlice konuşmuş olmaktadır. Bu da bir manada kendi güç ve kuvvetinden teberri etme manasına gelir ki, müminin yaptığı böyle bir dua ile adeta "Kendi güç ve kudretimden teberri ettim ve Senin güç ve kuvvetine sığındım Allah'ım!" demektedir. "Allah'ım! Bütün eşrârın şerrinden, füccârın keydinden Sana sığınıyorum" demenin yanı başında, "Nefsimin şerrinden de Sana sığınıyorum." demiş olmaktadır. Böyle bir duada bulunma bu manaları ihtiva ettiği gibi bir de "Allahım! Eğer Sen muhafaza buyurmazsan hiç kimse beni koruyamaz." manasını da muhtevidir. Bu da, doğrudan doğruya O'ndan O'nu istemek demektir.
Mevzu ile alakalı mülahazalarımıza, ele aldığımız dua üzerinden devam edersek, tasa ve kederden sıyrılma meselesinin de bir mümin için çok önemli olduğunu söyleyebiliriz. Yani bu dua, insanın tasa ve kederlerinin ruhunu sarmasına sebep olan
ihmal, söz ve davranışlardan uzak durmayı da nazara vermektedir. Bu açıdan böyle bir duayı yapan mü'minin aynı zamanda tasa ve kederlerden sıyrılma gayreti ve cehdi içinde olmasının gerekliliği söylenebilir.
Binaenaleyh hem düşünce ve duygularımızı hem de davranışlarımızı alakadar eden dua gibi bir meselede esbab her şey demek değildir. Bir diğer yönüyle de madem dua ile istediğimiz hususu
hedef olarak ele alıyoruz ve bu husus bizim için bir gâye-i hayâl oluyor; hatta onunla matlabımıza ulaşmak istiyoruz. Öyle ise bu isteklerimizin aksini netice verecek esbaba karşı tavır almamız gerekmektedir. Aynı zamanda arzu ettiğimiz hususlara ulaşmak için de gerekli sebeplere riayet etmemiz lazımdır. Hususiyle de esbap dairesinde bulunduğumuz sürece -ki bu durum insanın ömrü bitene kadar devam eder- sebeplere riayet bizim için bir sorumluluktur.
Evet, her şey fertte başlar. Daha sonra himmeti
toplum olan fertler, toplumun sesi ve soluğu haline gelir ve her yerde bunları soluklarlar. Bundan böyle de Yunus'un yaklaşımıyla her yerde onların pazarlığı yapılır. Onların alış-verişinde alıp sattıkları şey de tevhiddir.