Kurumlara güven sağlanacaksa
Ergenekon davası herhangi bir dava değil. Bu davada yargılananların bir kısmı anayasal düzeni korumakla
mükellef olanlar. Ama görüyoruz ki bu insanlar düzeni koruyacaklarına yıkmaya çalışmış, ülkeyi kaosa sürüklemek, yönetilmez hale getirmek için ellerinden geleni yapmış. İddianamede
cinayet,
bombalama dahil her şey var. Her geçen gün de yeni bağlantılar, yeni
cinayetler, yeni planlar
Ergenekon davasıyla bütünleşiyor.
Türkiye de bu sayede geçmişiyle yüzleşiyor, aklanmaya çalışıyor, demokrasisini daha sağlam temeller üstüne oturtuyor. Ama kaçınılmaz olarak kurumlarına duyulan güven de azalıyor. İbrahim
Şahin'in açıklamalarının, Eruygur'un eşinin basına yansıyan
telefon görüşmesinin,
İstanbul 12. Ağır ceza Mahkemesi'nin alelacele verdiği
Tolon kararının askere ve yargıya olan güveni daha da sarsması kaçınılmaz.
Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı son açıklamanın da güven bunalımını telafi etmesi zor.
Gazetelerin "yasalara uyması" insanların okuduklarını, gördüklerini, bildiklerini unutması anlamına gelmeyecek. Bu ülkede yaşayan herkes artık biliyor ve inanıyor ki yazılanların ve iddianamedeki suçlamaların doğru olma olasılığı çok güçlü. Ortaya çıkan somut deliller, kurulan bağlantılar, bulunan silahlar da bu inancı doğruluyor.
Doğru olmasa bile pek çok insan
Danıştay katili Alpaslan
Arslan ile
Veli Küçük arasında bağlantı olduğuna, Güneydoğu'daki yargısız
infazları JİTEM'in yaptığına, Hrant Dink'i bu insanların öldürtmüş olabileceğine, yargının devleti koruma refleksiyle yasaları ve Anayasa'yı zorlayan taraflı kararlar aldığına, Eruygur'un GATA'da
hasta olmadığı halde
misafir edildiğine inanıyor.
Ben de dahil pek çok insan Genelkurmay Başkanlığı'ndan ilkesel deklarasyonlar yerine basına yansıyan
telefon dinleme kayıtlarının doğru olmadığını ispatlamasını, mesela Eruygur'un GATA'da gerçekten
tedavi gördüğünün belgeleriyle açıklamasını bekliyor. Eğer kurumlar güven tazelemek istiyorsa şeffaflaşmak, geçmişte yapılan hatalara sahip çıkmamak zorunda.
İbrahim Şahin ile askerlerin belki hiçbir bağlantısı olmayabilir. Belki de Şahin'e hiçbir zaman 300 kişilik bir tim kurma görevi verilmemiştir.
Tümgeneral Metin Gürak ve diğer askeri
yetkililerle yapılan konuşmalar hayalidir. Eruygur'un karısının söylediği iddia edilen şeyler de birilerinin uydurmasıdır.
Ama bunların doğru olmadığına ancak aksi kanıtlanınca inanabiliriz. Kimse de bizlerden bu kadar yaşamsal bir konuda sabırlı olmamızı,
mahkeme sonuçlanıncaya kadar haber ve yorum yapmamamızı bekleyemez. Ergenekon davası gibi ülkenin geleceğini, nasıl bir yer olacağını belirleyecek davada ne basının, ne de kurumların sessiz ve suskun kalma hakkı vardır.
Eğer Üzeyir Garih'in katili olduğu varsayımıyla hapse atılan Yener Yermez rolünün kendisine video kayıtlarıyla ezberletildiğini söylüyorsa, komutanlarının kendisini firar etmeye
teşvik ettiğini iddia ediyorsa,
Adli Tıp'ta Ergenekon zanlısı Ümit Sayın ile görüştüğünü anlatıyorsa bunu
gazeteler yazar ve yazmalıdır da.
Gazeteler yazmazsa, televizyonlar bunları dillendirmezse, Türkiye aklanmaz, şeffaflaşmaz, demokratikleşmez. Garih'in yakın dostu Doğan Kasadolu gibi insanlar ve tabii ki ailesi cinayetten sonra yıllarca suskun kalmayı, bildiklerini anlatmamayı, torunlarının kaçırıldığını, tehdit edildiklerini açıklamamayı
tercih ederler. Çünkü korkarlar, "devlete" güvenmezler.
Biz de Ahmet
Taner Kışlalı,
Necip Hablemitoğlu, Uğur
Mumcu,
Abdi İpekçi ve daha niceleri gibi öldürüleceğimize inanarak yaşarız. Bildiklerimiz ya da suçun karşı tarafa atılması için arabamıza bomba konacağını, kafamıza kurşun sıkılacağını ya da yemeğimize
zehir katılacağını düşünürüz.
Sistemi destekleyen gazete olmanız bile sizi desteklediğiniz sistemin el bombalarının hedefi olmaktan kurtarmaz. İstanbul,
Ankara ya da Diyarbakır'ın herhangi bir yerinde çöp kutularına konmuş, hedefi hükümet devirmek, ülkede istikrarsızlık çıkartmak olan plastik patlayıcıların hiç suçsuz ve tamamen ilgisiz kurbanı olabilirsiniz. Ayağınız kopabilir, kör kalabilirsiniz, bebekleriniz ölebilir.
Ya da bir
avukat güya
Müslüman olduğu için, güya başörtüsü kararından sorumlu olduğunuz için ofisinize tabanca ile girip sizi ve arkadaşlarınızı vurabilir. Sizi vurduranlar bilirler ki basının yazmadığı, gerçeklerin ortaya çıkmadığı yerde arkadaşlarınız ilk aklılarına gelen hedefe yönelecekler, tam da sizi öldürenlerin istediğini yapacaklar, üstelik de gerçekler ortaya çıktıktan sonra dahi pişmanlıklarını dile getirmeyeceklerdir.
Unutmayalım, özgürleşmezsek, şeffaflaşmazsak, demokratikleşmezsek, devlet adına kendine sınırsız yetki tanıyanlar sizi yaptıklarınızdan ya da yapmadıklarınızdan dolayı istedikleri gibi "cezalandırırlar". Listeler hazırlayıp, önce
hain ilan ederler, sonra da infaz ederler. Nasılsa bir
taşeron bulurlar.
Genelkurmay Başkanı olmanız dahi sonucu değiştirmez, yemeğinizi evinizden getirmek zorunda kalırsınız. Kurumlar yıpranmaz ama insanlar yıpranır, hatta yok olur…
Mensur Akgün/Referans