Aslında neyi tartışıyoruz?
Anayasa Reform Paketi'nden konu açıldığında daha sözlerinin başında 'içeriğini konuşmuyoruz, konuşmayacağız' diyen muhalefetin, konunun özüne girmeksizin kavgaya taraf olmasının izahı var elbette. İktidar partisine yönelik '
kapatma davası' yeniden ısıtılıp gündeme verilirken, üst yargı kurumlarının alenen sahiplendiği 'statüko bekçiliği' misyonunu zayıflatacak olması taslağın önemini artırıyor.
Tarafsız gözler, 'ilk defa yargı kurumlarının kendini yönetmesinin imkânı doğuyor' dese de bu böyle okunmuyor. Uzun sürecek bir siyasi kavganın daha başında, devlet
iktidarını kullanma tekelinin kimde olduğunu tartışıyoruz.
Görünürde bir hukuk
tartışması yaşanıyor. O hâlde üç dönem
İstanbul Barosu Başkanlığı yapan Doç. Dr.
Yücel Sayman'la konuşmak doğru olabilirdi. Üstelik muhatabımızın iktidar partisine de yargı kurumlarına da söyleyecek sözü var. Eleştirilerine rağmen taslağın demokratik hayata nefes aldıracağını düşünüyor. Anayasa'nın başlangıç hükümleri o kadar belirleyici ki ne yapsanız peşinizi bırakmaz,
özgürlükleri kısıtlayan bir yol bulur çıkar karşınıza ona göre. Darboğazı aşmanın tek yolu Anayasa'yı değiştirmek. "Anayasa'ya giriş" bu nedenle başlı başına önemli bir adım.
-Anayasa reform taslağı tartışılıyor gibi yapılıyor ama hukuktan çok siyaset konuşuluyor. Ne diyorsunuz?
Çok doğru. Ne konuştuğumuzu anlamak için 82 Anayasası'na bakmamız lazım. Daha başlangıç kısmında nasıl bir devlet,
toplum ve birey sorularına
cevap aranıyor. Bizde âdettir, başlangıç kısmı okunmaz. Oysa her şey orada. 'Yüc
e devlet' diye başlıyor anayasa. Hepimizin üzerinde bir devlet olduğunu hatırlatıyor bize. Sonra o mükemmel devlete, ilkeleri de belli olan bir toplum uyduruyor. Bireylerden tamamen bağımsız, farazi, Türklük, milliyetçi
dayanışma ve bölünmezlik ilkeleri üzerine kaynaşmış bir toplum.
-Bu toplum içinde bireylerin yeri ne?
Tasavvur edilen vatandaş tipine uyması şartıyla huzur vadediyor bireye. Peki, ben anayasayla aynı doğrultuda düşünmek zorunda mıyım? Uygulamalar düşünceyi yasaklayarak soruma cevap veriyor. Kürt'üm, Çerkez'im dediğin zaman
azınlık yaratıyorsun diyor. Taş atan çocuklara o kadar ceza verilir mi? Eylemi değil, düşünceyi cezalandırıyor. Felsefesi, ideolojisi belirlenmiş bu devleti ve toplumu muhafaza etmek için mekanizmalar da geliştirilmiş tabii.
Yargı bunlardan biri. Tartışmanın asıl konusu, devletin bekçileri koruyuculuk görevlerini devam ettirecekler mi, ettirmeyecekler mi? Bu da hakikaten siyasi bir tartışma.
-Ama hukuki kılıf giydiriliyor...
Yargıtay Başkanı, 'değişiklik, anayasanın değiştirilemez ilk 3 maddesine aykırı' diyor. Ona göre,
teklif, tarifini yaptığımız ruha ters düşüyor. Yüksek yargının elinden bekçilik görevi alınıyor. Evet, başlangıç bölümünün ortaya koyduğu ruha aykırı. O zaman ben de diyorum ki ilk 3 maddenin ortaya koyduğu ruhu ortadan kaldırmadığınız sürece ne yaparsanız yapın devlet biçimi olarak
demokrasiye ulaşmanız mümkün değil. Çünkü ana fikir orada ortaya konuyor ve diğer düzenlemeler de o ana fikre uygun hâle getiriliyor.
-Çözüm ne?
Demokrasi esasına dayalı bir devlet düzeni için anayasayı baştan sona değiştirmek lazım. Despotik bir devlet anlayışı var. Palyatif tedbirlerle orasından burasından törpüleyerek devletin biçimi değiştirilemez.
-Sistemin bekçileri var diyorsunuz. O bekçilere rağmen bunun imkânı var mı?
Yargıtay Başkanı 'biz devletin tarafındayız' dedi. Bundan daha ileri düzeyde bir bekçilik olabilir mi? Mevcut anayasa o şekilde yapılandırmış. Tam da bu yüzden yapının ve anayasanın değişmesi gerekiyor. Demokrasilerde devletin tarafında olduğunu ilan eden bir yargı bitmiş demektir.
-Yeni bir anayasa düşünülse bile değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerin aynen muhafaza edilmesi gerekiyor...
Olur mu öyle şey. Halkın kabul etmesi durumunda her zaman ve tüm maddeler değiştirilebilir. Tanrı sözü değil ki değiştirilemesin.
-Anayasanın ruhu denen bir şey var. Değiştirilemez maddelerden hareketle neredeyse tüm anayasa maddelerinin değiştirilemezliğine hükmediliyor. Anayasada sadece 3 değiştirilemez madde olduğunu düşünürken bir yanılgı içindeyiz sanki.
Bu da başka bir sorun. En temel özgürlük alanlarını laikliğe bağlıyorlar mesela. Ama anayasa öyle kaleme alınmış. Devlet politikası için tehlikeler belirlenmiş. Vaktiyle komünizm, şimdi irtica, bölücülük... Aşmanın tek yolu siyasi iktidarın ve parlamentonun devlet biçimi olarak demokrasi talep etmesi. Lâfzen bazen görüyoruz bunu. Ama altı hiçbir zaman doldurulamıyor.
AK Parti'nin yapmaya çalıştığı, devlet politikası ile siyasi iktidar politikaları arasındaki ikilemi ortadan kaldırmak. Bir yığın kamplaşmaya sebep oluyor bu tartışmalar. Birileri, 'hayır, devlet politikaları senden bağımsızdır' diyor siyasi iktidara.
-Bu da az bir şey değil ama...
Kesinlikle önemli, haklı ve kendi içinde demokratik sürece yol açacak bir talep. Kim belirliyor devlet politikasını? Bekçiler neyi koruyor?
Cumhurbaşkanlığı için öngörülen de devlet bekçiliği. Yargı koruyacak, YÖK koruyacak. Şimdi bu mekanizmalar
teker teker farklılaşıyor. Bu sefer de onları devlet olarak algılamamaya başlıyorlar. Bakış açısı farklılaştığında
cumhurbaşkanı devlet olmaktan çıkıyor.
-Ortada çok tartışılan bir reform paketi var. Sizin için ne anlam ifade ediyor bu taslak?
Öncelikle önemli maddeler var pakette. Demokrasi alanında büyük adımlar atıldığını söylemek zor. Ama bunun yollarını açacak düzenlemeler öngörülüyor. Sistemin nefes yolları açılıyor. Mesela,
HSYK'nın yapısında öngörülen değişiklik yargı kurumu için çok önemli.
-HSYK Başkanı neye itiraz ediyor o hâlde?
Yargıtay ve
Danıştay, HSYK üyelerini, HSYK da yüksek
mahkeme üyelerini belirliyor. Ellerinde büyük bir güç, iktidar var. Ayrıca yargının kendi iç işleyişi ve ilk derece mahkemeleri üzerinde devlet adına denetim vazifesi yürütüyorlar. Bu ölçüde iktidar gücüne sahip yapılar kaçınılmaz olarak bir üst iktidarın denetimine girer. Neden asker brifing verdiğinde bütün hâkim ve savcılar gidiyordu? Üst iktidardan elindeki gücü nasıl kullanması gerektiği yönünde talimat alıyordu çünkü. HSYK siyasi iktidarı reddediyor ve devlet iktidarına dayanmaktan yana
tercih kullanıyor. İktidarı gidecek, bunun için karşı. Onun yerinde ve aynı kafada olsam ben de aynı şekilde itiraz ederdim herhâlde.
-Yargı güç kaybetmiyor, sadece iktidarı kullanan el zayıflıyor yani.
Bekçinin yetkisi azalıyor ve üyelerin sayıları artıyor. O yüzden katiyen hukuksal bir tartışma değil. Kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıymış, niye aykırı olsun.
-Yargının, ordunun güdümünde olduğu yönünde iddialar var. Kapatma davaları, 27 Nisan muhtırası, 367 kararı, Ferhat Sarıkaya'nın görevden alınması vesaire bu tezi doğruluyor gibi ne diyorsunuz?
Ortada olmaması gereken sorunlu bir ilişki var. Bunu ortadan kaldırmak için de yargının elindeki gücün zayıflaması gerekiyor. Hele de üst yargının...
-Neden?
İktidar kullanıyorsan sana dayatılanlara uymak zorundasın. En fazla kime yaslanacağını tercih edebilirsin. Seçiliş
sistemin buna göre düzenlenmiş. 12
Eylül Anayasası'nda yüksek yargıyı tesis eden kim?
Asker... Sonra asker cumhurbaşkanı, yüksek mahkemeye üye atadı. O üyeler HSYK'yı, HSYK da diğer yargı mekanizmalarını belirledi. Yani sistem çok akıllıca, kendini yeniden üretmek üzere tesis edildi.
AKSİYON