Yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında gerginliğe neden olan durum askerî
bürokrasinin her üç erki
baskılamasıdır. Bu baskılama hem sorunların çözümünü bloke etmekte, hem de erklerin çatışmasına yol açmaktadır.
Yürütmenin başı olarak darbeleri post
modern darbeyle önlemeye çalışan veya askerin hassasiyetlerini ön plana alan önemli yetkilerle donatılmış cumhurbaşkanları yürütmenin diğer başı olan bakanlar kurulu ve başbakanla gerilim yaşamaktadırlar.
Askerin baskılaması özellikle
yüksek yargı organlarının tarafsızlıklarını hatta
Meclis'in denetim faaliyetini etkilemektedir. Bu durumda üç erk arasındaki uyum ve düzen bozulmakta, gerilim çıkmakta, bu gerilim toplumu da tedirgin etmektedir. Hukuku
siyasetin aleti durumuna getirmek hukukun felsefesine aykırıdır. Hukukun amacı adaletin ve özgürlüğün sağlanmasıdır. Hukukun siyasallaştığı bir yerde bu iki değer de yitirilir. Bu yaklaşım yüksek mahkemelerin tarafsızlıkları ve güvenilirlikleri konusunda kuşku yaratır.
Muhtırayı verenlerin yargılanması için...
Erkler arası gerginliğin nedeni üç başlı yürütme ve çift başlı yargı düzenlemesini yapan anayasa ile birlikte darbeler geleneğinin pratiğidir.
Ordu, imparatorluk döneminde zaman zaman
iktidar değişikliklerinde önemli roller oynamıştır. Modernleştirilmeye çalışılan ordu 1905'ten itibaren yarı askerî bir güç olan İttihat ve Terakki aracılığıyla siyasileşmeye ve yeniden iktidar değişikliklerinde rol oynamaya başlamıştır.
Antidemokratik, komplocu, baskıcı yöntemler kullanan İttihat ve Terakki ideolojik üstünlüğünü meşrutiyetin arkasındaki güç oluşundan ve 31
Mart Ayaklanması'nın bastırılmasında oynadığı rolden alıyordu. 9 yıl süren
sıkıyönetim ve askerî yargı süreci İttihat ve Terakki'nin baskı
araçları olmuştu. Ordu İttihat ve Terakki üzerinden siyasete karışıyor veya karıştırılıyordu.
Askerî güç siyasî ihtirasların tatmininde araç olarak kullanılıyordu. İttihatçıların orduyu siyasete sokmaları kendi karşıtlarının da ordu içinde örgütlenmelerine yol açmıştır (Halaskâr Zabitan Grubu). Siyaset yapan, siyasete karışan ordu
Balkan hezimeti gibi bir başarısızlık yaşamıştır. Askerî gücün siyasî işlere karışmasından doğan ve doğabilecek sakıncaları görenler olmuştur.
Sadrazam Mehmet Kamil Paşa bu durumu önlemeye çalışırken İttihatçılar tarafından görevden uzaklaştırılmıştır. Yine Halaskâr Zabitan Grubu tarafından yayınlanan bildiride ordunun tarafsız kalması ve yalnız askerî işlerle ilgilenmesi zorunluluğuna işaret edilmiştir. Ayrıca
Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi, Meclis'te okunan programında askerlerin siyasetle uğraşmalarının önleneceğini açıklamış ve bunun
yasaklanmasına ilişkin olarak Askerî
Ceza Kanunu'na ek bir
kanun Meclis'te kabul edilmiştir.
Ancak tüm bunlara rağmen askerin siyaset yapması engellenememiş, askerî güç imparatorluğu bir oldu-bittiyle savaşa sokarak sonunu hızlandırmıştır. Bugün yaşananlar tarihin modern araçlarla bir tekerrürü olarak yaşanmaktadır.
İnternet yoluyla verilen
muhtırayla asker tam anlamıyla demokratik rejime müdahale etmiştir. Muhtırayı veren asker kişiler zor tehdidiyle TBMM'nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçunu işlemişlerdir.
Bu suçun cezası ağırlaştırılmış müebbet
hapistir. (TCK 311/1) Bu kişilerin eylemi ayrıca zor tehdidiyle anayasanın öngördüğü düzenin uygulanmasını önlemeye teşebbüs suçunu da oluşturabilir. Bu suçun cezası da aynıdır. (TCK 309) Ayrıca bu muhtıra
Anayasa Mahkemesi'ni de etkileme amacını taşımaktadır.
Bunun sonucu muhtırayı verenler açısından yargı görevini yapanları hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs suçu oluşmaktadır. (2-4 yıl hapis-TCK 277) Yine muhtırayı verenler "Ne mutlu Türküm diyene" demeyen herkesi düşman ilan ettiklerinden halkı kin ve düşmanlığa
tahrik etmek suçunu işlemişlerdir. (1-3 yıl hapis-TCK 216/1)
Muhtırayı verenler bu suçları işlemelerine rağmen neden yargılanamamaktadırlar? Çünkü bu suçları askerî mahalde işlemektedirler.Bu nedenle de
sivil siyasî suçlar işlemelerine rağmen ancak askerî mahkemede yargılanabilmektedirler. Generaller sadece
Genelkurmay Başkanlığı Askerî Mahkemesi'nde yargılanabildiklerinden, muhtırayı veren
Genelkurmay Başkanı'nı kendisi hakkında sicil verdiği askerî savcıya
soruşturma emri vermesi beklenemeyeceği gibi askerî savcının da kendiliğinden soruşturmaya başlaması beklenemez. Tıkanıklık burada yaşanmaktadır.
Bunun için Anayasa'nın 145. maddesinin kaldırılması gerekmektedir. Bu madde askerî mahkemelerin görev alanını, kuruluş ve işleyiş esaslarını düzenlemektedir. Bu maddede askerî mahkemelerin, asker kişilerin askerî olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerî mahallerde yahut askerlik
hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmaları öngörülmüştür. (1961 Anayasası'nın 138. maddesindeki düzenlemenin aynı.) Bu görev tanımı aynen 353 sayılı Askerî Ceza Usul Kanunu'na alınmıştır. (md. 9) Bu geniş görev tanımı asker kişilerin sivil yargıda yargılanmalarını engellemektedir.
Şemdinli davasına ilişkin
Yargıtay'ın bozma gerekçesi bunu doğrulamaktadır. Bu anayasa maddesinin kaldırılması ve 353 sayılı kanunun yeniden sadece askerî disiplini ilgilendiren suçları kapsayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Ancak bu değişiklik yapıldığı takdirde muhtırayı veren asker kişiler sivil yargıda yargılanabileceklerdir.
Yine bu değişiklik yapıldığı takdirde askerî disiplinin sağlanmasına yönelik askerî suçları dışında asker kişiler sivil suçları bakımından tabii hakimleri olan sivil hakimler önünde yargılanacaklardır. Böylece askerler açısından da adil yargılanma hakkı sağlanmış olacaktır. Ayrıca Anayasa'nın Askerî
Yargıtay'ı düzenleyen 156. maddesi, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi'ni düzenleyen 157. maddesi, Milli
Güvenlik Kurulu'nu düzenleyen 118. maddesi kaldırılmalıdır. 117. madde değiştirilerek Genelkurmay Başkanı
Milli Savunma Bakanı'na bağlanmalıdır. 125. madde değiştirilerek
Yüksek Askerî Şûra kararları yargı denetimine alınmalıdır.
İç Hizmetler Kanunu hemen değiştirilmeli
Bunların dışında asker kişilerin işledikleri ve TCK'da düzenlenen bazı siyasi suçlar Askerî Ceza Kanunu'na alınarak askerî suç haline getirilmişlerdir. Devletin egemenlik alametlerini aşağılama (TCK 300), devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozma (TCK 302), temel milli yararlara karşı hareket (TCK 305), Devlet güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama (TCK 329), gizli kalması gereken belgeleri açıklama (TCK 330), devlet sırlarından yararlanma, devlet hizmetlerine sadakatsizlik (TCK 333) yasaklanan bilgileri temin etme (TCK 334), yasaklanan bilgileri açıklama (TCK 336), devlet güvenliği ile ilgili belgeleri elinde bulundurma (TCK 339) suçları Askerî Ceza Kanunu'nun 54. maddesine alınarak askerî suç haline getirilmişlerdir. Askerî yasak bölgelere girme suçu (TCK 332) Askerî Ceza Kanunu'nun 57. maddesine alınarak askerî suç haline getirilmiştir. Yine askerleri itaatsizliğe
teşvik etme suçu da (TCK 319) Askerî Ceza Kanunu'nun 58. maddesine alınarak askerî suç haline getirilmiştir. Bu suçları işleyen asker kişiler askerî bir suç işlemiş sayıldıklarından askerî yargının görev alanına girmektedirler. Üstelik 353 sayılı Askerî Usul Kanunu'nun 12. maddesi uyarınca asker kişi bu askerî suç haline getirilmiş sivil siyasî suçu bir sivil ile birlikte işlerse sivil kişi de askerî mahkemede yargılanmaktadır. Bu durumun önlenmesi için Askerî Ceza Kanunu'nun 54, 57 ve 58. maddelerinin kaldırılması gerekmektedir.
Suç oluşturan muhtırada da ima edilen ve her askerî darbenin gerekçesi olan İç Hizmet Kanunu'nun 2 ve 35. maddeleri değiştirilmelidir. 211 sayılı İç Hizmet Kanunu'nun 2. maddesindeki "
Askerlik Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğretmek ve yapmak mükellefiyetidir." düzenlemesi şöyle olmalıdır: "Askerlik ulusal sınırları dış tehdit ve tehlikelere karşı korumak için harp sanatını öğretmek ve yapmak yükümlülüğüdür." Aynı kanunun 35. maddesindeki " Silahlı Kuvvetler'in vazifesi Türk yurdunu ve Anayasa ile
tayin edilmiş
Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamaktır." düzenlemesi şöyle olmalıdır." Silahlı Kuvvetlerin vazifesi ulusal sınırları dış tehdit ve tehlikelere karşı korumaktır."
Yine asker kişilerin siyasi demeç vermelerini, siyasi telkinde bulunmalarını, siyasi yazı yazmalarını ve siyasi nutuk vermelerini cezalandıran (1 ay-5 yıl hapis) Askerî Ceza Kanunu'nun 148. maddesine aşağıdaki fıkra eklenmelidir: "Bu suçların işlenmesi sonucu olarak askerî hizmetler ya da ülkenin siyasi, toplumsal ve
ekonomik düzeni zarar görmüş olursa ceza 10 yıldan az olmamak üzere hapistir."
Yukarıda belirtilen anayasal ve yasal değişikliklerin yanı sıra %10'luk
seçim barajı düşürülerek gerçek temsili sağlayan yeni bir parlamento oluşturulmalı ve söz konusu parlamento kurucu meclis gibi çalışarak toplumsal bir
sözleşme olmaktan çıkmış 1982 Anayasası yerine askeri vesayetten arınmış demokratik yeni bir anayasa yapmalıdır. Yeni anayasada tarihsel birikime dayanan parlamenter
sistem korunmalı,
cumhurbaşkanının yetkileri azaltılarak, sembolik ve tarafsız bir konuma getirilmeli, bakanlar kurulu ve başbakan güçlendirilmelidir. MGK kaldırılarak, askerî bürokrasi genel idare içine alınmalıdır.
Askerî bürokrasi sadece dış güvenlikle ilgili görev sınırları içine çekilerek, genelkurmay başkanı milli
savunma bakanına bağlanmalıdır. Jandarma teşkilatı kaldırılmalı, yerel yönetimlere bağlı kır polisi örgütlenmesi oluşturularak iç güvenlik sivilleştirilmelidir. Askerî mahkemeler, Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılarak yargılama birliği sağlanmalı,
doğal yargıç ilkesi anayasal bir ilke haline getirilmelidir. Tek bir yargıç statüsü ile yargıçların bağımsızlıklarını ve tarafsızlıklarını sağlayacak yeni yapılanmalara gidilmelidir.
Hakimler Yüksek Kurulu'nun başkanı İtalya'da olduğu gibi tarafsız ve sembolik cumhurbaşkanı olmalıdır. Savcıların ve avukatların güvence ve pozisyonları eşitlenmelidir. Yeni anayasa
Kürt sorununu çözecek bir yaklaşımı da sağlamalı, hak ve özgürlükleri hukukî güvenceye alarak özgür, yaratıcı, hukuka saygılı, barışçı ve uzlaşmacı bir toplumun yolunu açmalıdır.
Dr.Ümit KARDAŞ /EMEKLİ ASKERİ HAKİM
ZAMAN