Bu saatten sonra Süleyman
Demirel'in dedikleri pek kimsenin umurunda değil, biliyorum. Yine de son açıklamaları eski bir
defteri kapatmak için uygun bir zemin.
28
Şubat için, 'Bunun neresi
darbe?' demiş Demirel. Doğrudur, darbelerin işbirlikçileri darbe demezler; 27
Mayıs 'devrim', 12
Mart '
muhtıra', 12
Eylül 'müdahale'dir onlar için. Cumhurbaşkanı'nın bile 'emir-komuta zinciri' içinde Genelkurmay'dan gelen her şeye
evet dediği bir rejime
demokrasi diyebilmek için bir insanın siyasî mezhebinin oldukça geniş(lemiş) olması gerek. 28 Şubat'ın tepesindeki paşanın, 'Demirel ne dersem yapardı' sözüne, 'Varsayalım ki doğru, ne olmuş?' cevabını vermek tam da böyle bir 'genişlik' örneği.
Dolayısıyla bu kişiye 'tankın üstüne mi çıkardınız?' sorusu yöneltmek absürd, çünkü tankın üstünde, komuta noktasındadır zaten. Ve ilk defa tankın
hedef noktasında değil de tepesinde olmaktan, bir darbeyi askerle birlikte yapmaktan ziyadesiyle de memnundur. Tankların Sincan'da yürüdüğünü haber alıp panikleyen
Tansu Çiller'i de anlamaya çalışır; 'Tabii can pazarı bu', der Demirel. Evet, 'can pazarı'. Hukuk ve demokrasi iğfal edilince can pazara düşer.
Yıllar önce Neşe Düzel'e verdiği bir röportajda 'siyasetçilerin askerden korktuğunu' anlatıyordu. İnsan korkar, ama korkularının üzerine de gider. Vatanı savunması için eline
silah verilenler, velinimeti olan milleti korkutmaya başlamışsa ve hatta millî siyaseti bu korku üzerine bina etmişse ortada patolojik bir durum vardır. Demirel'i hücrelerine kadar etkileyen, sindiren de bu. 'Sicili bozuk' paşalarla 'iş tutmak' bu patolojiyi daha da azdırmıştır kuşkusuz.
Rahmetli Turgut
Özal, meydan okumuştu bunlara ve korkularına: 'Benim iki gömleğim var; biri bayramlık, biri idamlık'. Kısa şortlu bayramlığını nerede, ne yaparken giydiğini biliyoruz...
Bir de korkularına
esir olup 'darbecilerin' taşeronluğunu yapan siyasetçiler var Demirel ve
Cindoruk gibi. Bunlar mirasyedi; merkez sağ siyasetini tüketenler... Nasıl mı? Darbecilerin taşeronluğunu, olmadı sözcülüğünü yaparak. Sonra da 'Milli Görüş' geleneğinden gelen, ama terk edilen
Demokrat Parti çizgisine sahip çıkıp 'millî irade' adına bir duruş sergileyen Tayyip Erdoğan'ın toplumsal desteğinin büyüklüğüne şaşırıyorlar. Demokrat Parti'ye 1950, 1954 ve 1957'de
seçim kazandıran ve
iktidar yapan sosyal taban, demokratik refleks ve misyon 2002 ve 2007'de de AK Parti'yi iktidar yaptı.
'Demokrat çizgi' geçinen Demirel ve Cindoruk ise bu yıllarda 'darbecilerle iş tutmakla' meşguldü. Miraslarına kondukları Menderes'i asanlarla
işbirliği yaparken, Erdoğan 28 Şubat'a karşı dik durduğu için iktidar oldu, 27
Nisan bildirisine pabuç bırakmadığı için iktidarda kaldı. '
Milletten istediğim her şeyi millet bana verdi.' demişti Demirel. İstediği her şeyi aldıktan sonra da demokrasiye, millete, millî iradeye sırtını döndü. Siyaseten en güçlü olduğu dönemlerde bile
27 Mayıs'ı '
Hürriyet Bayramı' olarak kutlayanlardan ne beklenirdi ki?
Merkez sağ tabana
boyun eğmeyi, askerî vesayete razı olmayı 'öğretmek' için Demirel ve ekibinden daha iyi taşeronlar bulunamazdı.
Sonuçta, bir 'sözde demokrat'ın maskesinin düşmesi de kazançtır. O yüzden
Allah iyi ki uzun ömür vermiş diyorum Demirel'e. Hem biz onu gördük, tanıdık; hem de Demirel, milletin gözlerinin içine bakamaz hale geldi. Neşe Düzel sormuştu Demirel'e, 2002'de yaptığı röportajında; 'Özal'ı kıskandınız mı?' Cevap; 'Niye kıskanayım ki. Ben Özal'ın nesini kıskanacağım?'
Bu saatten sonra Özal'ın nesini kıskanacağınızı ben söyleyeyim size: Cenazesinin ardından yürüyen milyonları... Sizin ardınızdan, 'Demokrat Demirel' yazılı pankartlarla milyonlar, hatta yüz binler ve hatta on binler yürümeyecek, ama iyi bir 'devlet töreni'ni kesin hak ettiniz.