Polislerin avukatlarından Ömer Turanlı itiraz sonrası açıklama yaptı. Tahşiye denilen gruba yönelik incelemenin 2004 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından buşaltıldığına dikkat çeken Turanlı, "Bu grubu şüpheli grup diye incelemeye alıyor. Yıl 2004. 2008 yılında da MİT aynı şekilde bu grupla ilgili çalışma yapıyor. Bu çalışmasını da 2009 yılının ortalarında Emniyet Müdürlüğü'ne götürüyor. Bakın safaat 2004'te başlıyor ve tedrici olarak devam eden bir süreç sözkonusu. Yani iddia edildiği gibi 'Fethullah Gülen vaaz verdi, konuştu sonra da emniyet operasyon yaptı' bu tamamen hayal ürünü gerçeğin ötesinde hukukun kabul etmeyeceği bir senaryodan ibarettir." ifadelerini kullandı.
İŞTE AVUKAT TURANLI'NIN AÇIKLAMALARI:
"Yapılan tutuklamalara itiraz ettik. Ertan Erçıktı Bey'in tutuklamalarına itirazımız anlatacağım başlıklar altında şöyledir. Öncelikle Emniyet Müdürlüğü'nde ifade alınmasının hukuken mümkün olamayacağını hukuka aykırı olacağını belirttik. Çünkü gözaltına alınan şüpheli öncelikle kendini adalete teslim etmek ister. Bunun için savcının makamı olan Adliye'deki savcılık makamında bunun yapılması gerekir. Buna itiraz ettik.
Tarafımıza deliller gösterilmemiştir, delillerin gösterilmemesiyle ilgili itirazda bulunduk
Şöyle ki dosyalarda hukuken gizlilik kararı olabilir. Fakat siz sorgu aşamasında artık şahısla delili yüzleştirmeniz lazım. Yani şahsa, 'seninle ilgili delil şudur, iddia şudur, buna cevap ver' denilmesi lazım. Fakat mahkemeye bunu talep etmemize rağmen sayın mahkeme gizlilik nedeniyle bize delil göstermemiştir. Bu hukuken kesinlikle kabul edilebilir değildir.
Ayrıca sayın savcı müvekkiliğimiz tutuklamaya sevk etmiştir. Biz savcılığın tutuklama yazısını görmedik. Mahkemede sorgu aşamasında savcılık yazısını görmediğimizi bize göstermesini talep ettik. Sulh Ceza Hakimi de gizlilik gerekçesiyle bizim bu talebimizi geri çevirdi. Yani biz 22 Temmuz operasyonundaki gibi daha katmerli şekilde deliller bizden gizlendi saklandı gösterilmedi. Müvekkilimiz tutuklamaya sevk ediliyor, siz tutuklamaya gerekçe gösterilen savcılık yazısını göremiyorsunuz. Deliller de gösterilmemiştir. Bunlar zabıtlarda sabittir.
Bunun dışında müvekkilimizin tutuklamaya sebep dosya 'Tahşiye' dosyası denilen dosya. Aslında bu 'Tahşiye' 'El-Kaide terör örgütü'dür. El-Kaide'nin ülkemizdeki hücrelerinden biridir bu. Bana göre basının bunu 'Tahşiye' diye dillendirmemesi gerekir. Bu yapılan operasyon 'El-Kaide' operasyonudur.
Müvekkilimizle ilgili suçlama da şudur;
2010 yılında İstihbarat Şube'den bu örgütle ilgili çalışmalar Emniyet Müdürlüğü'ne geliyor. Müvekkilimiz de o dönem vekil sıfatıyla kanunu zorunluluktan dolayı savcılığa havale ediyor. Sadece havale ediyor. Yani savcıya soruşturma aç yada bu insanlarla ilgili arama gözaltı yap demiyor. Sadece bunu söylüyor. Sadece vekaleten imzası bulunduğu için müvekkilimiz haksız yere tutuklanmaya maruz bırakılıyor.
Şimdi bu 'Tahşiye' dosyası ile ilgili bir iki ayrıntıyı veriyorum.
BU GRUBU, 2004'TE MİT İNCELEMEYE ALMIŞ
2004 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) bu grubu şüpheli grup diye incelemeye alıyor. Yıl 2004. 2008 yılında da MİT aynı şekilde bu grupla ilgili çalışma yapıyor. Bu çalışmasını da 2009 yılının ortalarında Emniyet Müdürlüğü'ne götürüyor. Bakın safaat 2004'te başlıyor ve tedrici olarak devam eden bir süreç sözkonusu. Yani iddia edildiği gibi 'Fethullah Gülen vaaz verdi, konuştu sonra da emniyet operasyon yaptı' bu tamamen hayal ürünü gerçeğin ötesinde hukukun kabul etmeyeceği bir senaryodan ibarettir.
Bunun dışında ben bu bomba meselesini size anlatmak istiyorum. Bakın 'örgüt' deniliyor. Bizim müvekkilimiz 'örgüt üyeliği'nden tutuklanıyor. Bakın örgüt dediğiniz zaman siz silah vardır, cephanelik vardır, eylem vardır; benim müvekkilimin eylemi nedir biliyor musunuz? Dünya emniyet tarihine geçmiştir bu eylemi o da şudur; canlı bombanın üzerine atlamıştır. Müvekkilimizin yaptığı eylem budur. Fakat bu kahramanlık görülmüyor. Yaptığı başarılı operasyonlar anlatılmıyor, örgüt üyesi lanse ediliyor. Müvekkilimin örgütle alakası yoktur. Aynı zamanda böyle bir örgüt de yoktur. Sadece tutuklamaya gerekçe gösterilmesi için örgüt deniliyor.
Bu 'Tahşiye' ile ilgili 2010 yılının Ocak ayında yapılan operasyonda 3 adet bomba, 1 adet sis bombası bulunuyor ve burada bulunan sis bombası Zir Vadisi'nde bulunan bombalarla aynı seriden. Bu da tamamen yalandır. Açıkça söylüyorum yalandır. Böyle bir seride böyle bir bomba yoktur. O dönemde bulunan bombaların aynı kafilesindendir. O kafileden de en az 10 bin tane 100 bin tane basılmıştır. 100 bin tane bombadan bir tanesinin burada bulunması bu insanların bunu buraya koyduğu anlamına mı gelir. Aynı bombadan 100 bin tane var.
Bunu ben zaten açıkladım. Ayrıca bu poşette parmak izi bulunmuştur içindeki bombada parmak izi bulunmamıştır. Bunu da o dönemde görev yapan polis memuru da söylemiştir ve tutanağa da geçirmiştir. 'Benim parmak izim poşette çıkabilir, bunu da alın' demiştir. Emniyet'in yaptığı operasyonların yüzde 70'inde aramayı yapan polis memurunun parmak izi çıkar. Ve bunu da polis memurları da söyler. Alınan eşyalardaki parmak izi çıkarılsın ki artı bir parmak izi araştırması yapılmasın diye. Emniyet bir parmak izi daha araştırmaya sevk edilmesin diye o polis memurları söyler. Bu da aynı şekilde rutin bir işlemdir. Rutin bir uygulamadır. Bu uygulamayı sonki bombayı polis koymuştur gibi ters algı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Böyle birşey kesinlikle söz konusu değildir.
Ayrıca soruşturma kapsamında önemli bir husus vardır. Bu MİT ile Emniyet'in yaptığı planlı bir çalışmadır. Planlı çalışmalarda da bakın yıl 2008. 2008 yılında o dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah teklif ediyor ve Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Köksal'ın da onayıyla bu grupla ilgili inceleme başlatılıyor. Planlı operasyon mevzuaat gereği bu şekilde yapılması gerekiyor. Eğer burada müvekkilimizin burada sorumluluğu söz konusu ise ki kesinlikle değildir; o zaman Emniyet Müdürü ve Emniyet Genel Müdürü'nün de gözaltına alınması lazım. Aynı şekilde teklif ve onay hususu bu dosya operasyona dönüştüğü zaman 2010 Ocak ayında aynı şekilde teklif ve onay olmuştur. O zaman da aynı şekilde Oğuz Kaan Köksal'ın gözaltına alınıp sorgulanması gerekir. Bunların hiçbirisi yapılmamıştır.
Ayrıca bu 'Tahşiye' dosyasında en az 10-15 tane hakimin imzası vardır. Savcıların imzası vardır. O zaman bunlarda bu hayali örgütün üyesidir. Bunları da alın o zaman operasyon kapsamında.
Yani bu polislere haksuz bir şekilde hukuksuz bir şekilde operasoyn yapılmaktadır. Ve mağdur edilmektedir. Biz bu mağduriyet kapsamında itirazımızı yaptık. Fakat siz itirazdan ümitli misiniz? Hayır ümitli değiliz. Niye? Çünkü şuan itibari ile bana göre hukuk askıya alınmıştır. Hukuk uygulanmamaktadır ama bizim hukuktan başka gideceğimiz bir yol olmadığından dolayı müvekkillerimizin haklarını hukuk çerçevesinde savunmaya çalışıyoruz."