Geldiğimiz noktada, bu, çok belirleyici
anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girip girmeyeceğini bile bilmiyoruz.
Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer’den veto yiyecekleri kesin gibi. Sezer, bunun işaretini dün
Danıştay’ın
kuruluş yıldönümü nedeniyle yayımladığı mesajda zaten ortaya koydu. Önünde 15 gün süre var. Bu 15 günü, muhtemel vetosunu formüle etmeye sarf edecek gibi.
Ay sonu gibi, anayasa değişiklikleri tekrar
Meclis’in önüne gelecek. Bakalım, oradan nasıl bir
oy oranı çıkacak.
Anayasa değişikliklerinin -mümkün olursa- uygulamaya geçmesi, 22 Temmuz
seçiminin ötesine sarkacak mı?
Bu günlerde, sürekli olarak, cevapları olmayan soru işaretleri ürüyor. “27
Nisan darbesi”nin kaçınılmaz sonuçları bunlar.
Peki,
TÜSİAD’ın dediği gibi, bu anayasa değişikliklerinin yeni seçilecek
TBMM’ye bırakılması daha uygun olmaz mıydı?
Nasıl bir yeni TBMM? Biliyor muyuz? İki “ana” şık var:
1.
AK Parti’nin tek başına hükümet kurabileceği bir aritmetiğe sahip olacağı bir parlamento;
2. Parçalı,
koalisyon hükümetlerini mecbur kılan bir parlamento.
“
27 Nisan darbesi”nin hedefi, ikincisini elde etmek. Bunu elde ederse, bugün gündemde olan anayasa değişikliklerini çıkartmak zaten söz konusu olmaz. Ancak böyle bir parlamento,
Anayasa Mahkemesi’nin 367 sayısını toplanma yeter sayısı haline getirmesinden sonra kolay kolay,
cumhurbaşkanı da seçemez. Hatta, Meclis başkanı seçememe ve dolayısıyla yasama faaliyetine başlayamama ihtimali mevcut.
“27 Nisan darbesi”nin
Türkiye’yi içine soktuğu vahim durum işte budur.
Peki ya, birincisi olursa? Yani, AK Parti’nin yine tek başına hükümet olabileceği bir aritmetik ortaya çıkarsa...
Bu, “raydan çıkmış” Türkiye’yi rayına oturtabilmek için AK Parti’nin tek şansı. Bunun dışında her sonuç, AK Parti’ye “devlet kurumları” tarafından hızla veya tedricen “MSP-RP-FP kabristanında
mezar kazma faaliyeti” anlamına gelecek. “Olmaz” demeyin; “olmaz, olmaz...”
Ama AK Parti’nin “tek şansı”, ancak bu durumu oluşturanların, bu türde ortaya çıkacak seçim sonuçlarını “olgunlukla” karşılamasıyla mümkün olabilir. Şu gün itibariyle bunun böyle olacağına dair herhangi bir işaret görmüyoruz.
Yani, ben, Türkiye’nin bir “derin
kriz”e sürüklenmiş olduğunu, seçimlerin Türkiye’yi bu “kriz”den çıkarmaya yetmeyeceğini ve hatta seçim sonuçlarından sonra “kriz”in daha da derinleşerek devam edeceğini düşünen “ekol”e mensubum. Dilerim, yanılırım...
CENGİZ ÇANDAR-REFERANS