Davos'ta İsrail'e balans !

Başbakan Erdoğan'ın İsrail Devlet Başkanı Peres'le Gazze üzerine tartışması dünya gündeminde. Peki Davos'ta zirve yapan çıkışın temellerinde ne var?

Davos'ta İsrail'e balans !

Peres'in sert üslubunu karşılıksız bırakmayan Erdoğan, diplomasideki mütekabiliyeti uygularken, İsrail'in 'dokunulmaz'lığına da son verdi. "... Biz başlatmadık saldırıyı... İsrail herhangi bir kişiyi öldürmek istemiyor. Bize göre tüm çocuklar önemlidir. Topladığımız tüm paralar çocuk merkezlerine gidiyordu... Ne yapmamızı bekliyordunuz? Hamas Gazzelilere şiddet uygulamıştır..." Soğuk kasabanın zirvesi Davos'ta Başbakan Tayyip Erdoğan'ı çileden çıkaran bu tahrik dolu sözler, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e ait. Dünyaya hâkim olan ekonomik/mali krizin damga vurması beklenirken Erdoğan-Peres gerginliği ile tarihe geçen zirve, İsrail'in Gazze saldırılarından sonra uluslararası arenada kendini aklama girişimi olacaktı belki de. Ancak Erdoğan'ın, Peres'in sesini yükseltmesine karşı yaptığı 'diplomatik mütekabiliyet' hamlesi bütün planları altüst etti. Sahne hâkimiyetini ele geçiren Erdoğan, İsrail'in yaptıklarını dünyaya duyurabilen bir isim olarak zihinlere kazındı... Davos'taki krizi sadece panelde yaşananlara bağlamak elbette doğru değil. 27 Aralık'ta başlayan ve ABD'nin yeni başkanı Obama'nın görevi devralmasından birkaç gün öncesine kadar süren orantısız Gazze saldırıları yüzünden İsrail Başbakan Erdoğan'ın hedefindeydi. Sadece İsrail değil, saldırılar karşısında sessizliğe bürünen Filistin Yönetimi'nin lideri Mahmud Abbas ile Arap devletleri de. Tüm dünyanın izlediği Davos'ta Erdoğan, 'antisemitizmi lanetleyen, orantısız güç kullanımının ve seçilmiş bir yönetimi yok saymanın tutarsızlığını' vurgulayan bir konuşma yapıyordu. Ta ki, Peres'in Türkiye'yi 'azarlar' üsluptaki eleştirilerine kadar. O noktadan sonra yüksek perdeden konuşmaya başlayan Erdoğan, İsrail'in yanı sıra tüm dünyaya gönderdi mesajını: "Türkiye Ortadoğu'da vardır ve bir kabile devleti değildir. Her türlü saygıyı hak etmektedir" Peki, Davos'ta bir kez daha ortaya çıkan Türkiye'nin yeni Ortadoğu vizyonu ne? Bu vizyon, İsrail ve bazı Arap devletlerini niçin rahatsız ediyor? ABD ve Rusya, yeni yol haritasını neden destekliyor? Türkiye'nin riskli 'arabuluculuk', 'kolaylaştırıcı' ve 'katalizörlük' rollerini üstlenmesinin sebebi ne? 2003'te 'komşularla sıfır problem' yaklaşımıyla dış politikada yaşanan dönüşümün ardından Türkiye'nin Gazze saldırısı karşısında sessiz kalmasını beklemek hata olurdu aslında. Çünkü bu saldırı aynı zamanda bir yıldır arabuluculuğunu üstlendiği İsrail-Suriye barış görüşmelerine, iki yıldır desteklediği ve geçen yıl sağlanan Lübnan'daki barış atmosferine, kendisinin bölgedeki rolüne ve nüfuzuna da bir darbeydi. Hamas'ı silahsızlandırmak ve demokrasiye kazandırmak için çaba sarf ederken, İsrail'in kışkırtan saldırısıyla silahlara davranan Filistinlilere üzülüyordu Ankara. İsrail'le Filistin arasındaki savaşın tüm bölgeyi vurduğuna inanan Türkiye, mekik diplomasisiyle ilmek ilmek işlediği istikrar ittifaklarının bozulmasına karşı çıkıyor. Suriye'nin yeniden Batı'dan uzaklaşmasından, İran'ın hedefe konulmasından ve Hizbullah üzerinden Lübnan'ın bir kez daha iç savaşa sürüklenmesinden endişe ediyor. 'Filistin-İsrail meselesinin Ortadoğu'daki tüm sorunların anası' olduğu düşüncesiyle bakıldığında Türkiye'nin çıkışı daha net anlaşıyor. Peki Türkiye, iddia edildiği gibi Batı'dan uzaklaşıp Doğu eksenine mi kayıyor? Bunun en başta jeopolitik olarak mümkün olmadığını vurguuyor, Başbakanlık Başdanışmanı Büyükelçi Ahmet Davutoğlu. Asya ile Avrupa arasında doğal bir köprü konumundaki Türkiye'nin ne Avrupa için Asya'dan ne de Asya için Avrupa'dan vazgeçme lüksünün bulunduğunu aktarıyor, Ortadoğu'ya sırt dönmenin mümkün olmadığını anlatıyor: "Proaktif dış politika bizim için bir tercih değil, zorunluluk. Eğer biz bölgemizde aktif olmazsak, bu alana hâkim olan diğer büyük güçler bugün olmasa da bir gün bizi zor durumda bırakacaktır. Ortadoğu'ya hâkim olan içimize de hâkim olabilir; biz etle tırnak gibiyiz... Biz sadece sınır komşularımızla da aktif politika yürütemeyiz. Tarihî bağlardan ötürü Lübnan'da olan her şey, Kafkasya'daki her hareketlilik bizi etkiler... Dolayısıyla bir eksene, bir kutba tâbi olmaktan ziyade Ankara merkezli politikalarla bölgemizde aktif olmamız lazım... Batı başkentlerinde Irak için senaryolar yapılabilir. Ancak orada yaşanacak acı bizleri etkileyecek. Gazze için de durum aynısı. Orada sakat kalan çocuklar bizim evimizde sorgulanıyor. Türkiye bu nedenle olayı sorgulamak zorundadır. Türkiye bölgeye Batı gibi bakamaz..." Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Muhammed Nureddin de, Davutoğlu'nun paralelinde düşünüyor. Ortadoğu'nun bir parçası konumundaki Türkiye'nin bölgedeki her gelişmeden mutlaka etkilendiğini aktarıyor. Bundan dolayı Türkiye'nin Ortadoğu'dan kendini soyutlamasının mümkün olmayacağını vurguluyor: "Türkiye kendi evindeki yangının bölgedeki yangınlarla bağlantılı olduğunu biliyor ve bundan dolayı sınırları dışındaki yangınları söndürmeye çalışıyor. Mesela Gazze konusunda Türk hükûmeti ve halkı tarihte de olduğu gibi insani sorumluluğunu yerine getirdi. Mazlum Filistin halkının yanında durarak Arap halklarının da gönlünü kazandı. Bölgede Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün rejimlerinin önüne geçti. Başbakan Erdoğan ve Türk halkının tavrı gerçekten tarihî idi."... HABERİN AYRINTILARI BUGÜN OKURLA BULUŞAN AKSİYON DERGİSİ'NDE...
<< Önceki Haber Davos'ta İsrail'e balans ! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER