Genelkurmay ve dört gazete...
Dün, Doğan grubunun dört gazetesiyle
Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasını görünce “ne oluyor” dedim.
Önce Genelkurmay’dan başlayalım.
Genelkurmay’ın açıklamasında benim yazımdan alıntı yapıldığına göre mesele biraz kişiselleşiyor.
En baştan şunu söyleyeyim ki üsluplarından hiç hoşlanmadım.
Bunu her kim yazdıysa ya da yazdırdıysa üslubuna biraz dikkat etmeli, babaannemin deyimiyle, “ben sizin ağzınızın kaşığı değilim”, öyle aklınıza geleni yazamazsınız.
Kullandıkları kelimelere bakın, “maksatlı, seviyesiz, bayağı,
saldırgan.”
Bence daha saygılı bir üslup seçmeye özen gösterin.
Saygı görmek için saygı göstermek gerektiğini de hatırınızdan çıkarmayın.
Şimdi gelelim açıklamanın özüne.
Açıklamadaki şikâyetlerinde haklı oldukları iki nokta var.
Bir generalin sağlık durumuyla, bir başka generalin yaptığı bir gezideki fotoğraflarının yayınlanmasını eleştiriyorlar.
Bizim gazetecilik anlayışımıza göre bu tür haberler ayıptır.
Bizim gazetemize bu konularda haber girmez.
Girmedi de.
Generallerden hiçbirinin özel hayatıyla, ailesiyle, sağlığıyla, seyahatiyle, kısacası kişisel dünyasıyla ilgili haber yapmayız biz.
Çünkü bunlar bizi ilgilendirmez.
Elimize gelen dosyaların hiçbirini basmadık, basmayız.
Ama bir kuvvet komutanı,
Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinden biriyle gizlice buluşursa, bunu haber yaparız çünkü bu bütün
ülkeyi ilgilendirir.
“Suça bulaşmış iki kurum” dememden alınmışlar.
Muhtıra vermek suçtur...
Anayasa Mahkemesi’nin anayasayı çiğnemesi de suçtur.
Suçlu duruma düşmek istemiyorsanız hukukun çizgileri dışına çıkmayın, yasaları çiğnemeyin.
Genelkurmay, “yargı önünde
hesap vereceğimi” söylüyor.
Ben bu ülkede otuz yıldır yazı yazıyorum, o
sanık sandalyesine çok oturdum.
Sorun, yazarlar sık sık sanık sandalyesine otururken, suç işleyen generallerden hiçbirinin o sandalyeye oturmaması.
Aramızda böyle bir eşitlik oluştuğunda
Türkiye de düze çıkacaktır, emin olun.
Ama en iyisi, hiçbirimizin o sandalyeye oturmadığı, herkesin hukuka saygılı olduğu bir ülke kurabilmektir.
Bizim amacımız da zaten budur.
Bunun için hukuka uymayan eylemleri eleştiriyoruz.
Şimdi gelelim Doğan grubunun “dört” atlısına.
Bugün
Radikal gazetesinin manşetini gören okurlarıyla yazarlarının çoğunun utandığını düşünüyorum doğrusu.
Çünkü utanç verici bir manşetti.
Radikal’e göre, bir kuvvet komutanıyla bir yüksek yargıcın, ülkenin içinde bulunduğu bu şartlarda “gizli” bir
buluşma yapmasını haberleştirmek “acemi bir
psikolojik savaşmış”, öyle diyorlar.
Böyle bir buluşma olmasına değil, bu buluşmanın ortaya çıkarılmasına
itiraz ediyorlar.
Ve, bunlar da gazeteci.
Vatan gazetesi de Radikal’e katılıyor manşetinden.
Milliyet’le
Hürriyet ise, bu “gizli buluşmanın” nedenlerini ve içeriğini hiç merak etmeden, bu haberin yayınlanmasının “
Paksüt’ün izlendiğinin kanıtı” olduğunu söylüyorlar.
Dördünün de pek sevimli olmayan bir telaşı var.
Belli ki, gerçek gazetelerin “yeni bir 28
Şubat’ın oluşmasını” engellemek istemesinden rahatsızlar.
Halkın iradesini ve
sivil siyaseti devre dışı bırakacak her aranışa
destek oluyorlar.
Ordunun
muhtırası, Anayasa Mahkemesi’nin anayasayı çiğnemesi onları hiç huzursuz etmiyor ama “gizli” buluşmalar ortaya çıkınca, bu gerçeği gözlerden saklayabilmek için kendilerini parçalıyorlar.
Aynı grubun dört gazetesi birden bize ateş ediyor.
Bu gazetelerin hepsinin de aynı insana ait olması herhalde tuhaf bir “tesadüf”.
Paksüt’ü savunabilmek için sayfalarını ayırmışlar ama fazla telaşlı olduklarından Hürriyet’in
Ankara temsilcisi
Enis Berberoğlu’nun yazısını okumayı unutmuşlar.
Berberoğlu, “buluşma” haberinin onlara da geldiğini, Paksüt’e bunu iki kere sorduklarında ve Paksüt’ün her iki seferde de bunu inkâr edip, yalan söylediğini yazıyor.
Anayasa Mahkemesi’nin yargıcı, gerçeği ancak bizim gazete bunun haberini yaptıktan sonra kabul etti.
Zaten bu gazetelerin yöneticilerini, okuyucularını ve orada çalışan dürüst insanları da üzecek bir çarpılmayla “meselenin üstünü kapatmak” için hareketlendiren de, bizim gazetenin onların sakladıklarını ortaya çıkarması.
Yalanı bitirmesi.
Bu gazetelerin yöneticileri, bizim gerçekleri yazmamamızı engelleyebilmek için bizimle bir çatışmaya girmek istiyorlar sanırım.
Denesinler bence.
Dürüstlüğün öfkesiyle, “bükülmüşlüğün” kurnazlığı çarpıştığında kimin kazanacağını görelim.
Bakalım kim acı çekecek, kim rezil olacak.
Bu ülkede, bazen muhtırayla, bazen yasaları çiğneyen hukukla, bazen
Ergenekon çetesiyle
demokrasi dışı bir
darbe gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Eski deyimle söylersek, saflar da ayrışıyor.
Bizim yerimiz belli.
Onların yeri de artık iyice açığa çıktı.
Hadi bakalım darbenin “iyi çocukları” gösterin gücünüzü.
Bir gücünüz varsa tabii...