Sen de darbecilerin kalemşörüsün...
Mustafa Mutlu kardeşim, iyisin hoşsun da, birazcık da boşsun... Seni tanımıyorum. Arada sırada yazdıklarına bakıyorum...
Eh işte...
Emin Çölaşan olma yolunda hızla ilerlesen de (son zamanlarda ‘dini
siyasete alet edenler’, ‘yobazlar’, ‘irticacılar’ gibi
kalp değer taşıyan ifadelere bolca rastlanır oldu yazılarında), kendini okutma becerisine sahipsin.
İyi yani...
Daha da iyi olur inşaallah...
Bak ‘inşaallah’ dedim, ne kadar da yobaz ve gericiyim...
Değil mi Mustafa?
Resmini ilk gördüğümde, acıklı ve kendi içinde mahviyet barındıran bakışlarından, ‘İyi bir adama benziyor bu’ çıkarsaması yapmıştım.
İyi bir adammışsın da...
Bunu, ortak bir arkadaşımızdan da teyit etmiştim.
Bana sataşan (‘
iktidarın kalemşörü’, ‘
provokatör’, ‘iğrenç yazıların yazarı’, ‘karanlık emeller peşinden koşan adam’ ifadeleriyle süsleyip güzelleştirdiğin) yazını görmemiştim.
Haber ettiler...
Terbiye sınırlarını aşmasaydın, seni cehaletinle baş başa bırakacaktım.
Bir de, ‘ihbar cehdi’yle kalkışmışsın ki, bunu hiç yakıştıramadım.
Demek ki biz burada durduk yerde huzursuzluk çıkarıyoruz... Bugüne kadar hep isabetli ve ‘hukuka uygun’ kararlar almış olan Ana
yasa Mahkemesi’ne saldırıyoruz... Bizden işaret alan bir avuç yobaz da, ‘Hukuk tanımıyoruz, yasa tanımıyoruz... Yasa koyucuların değil,
Allah’ın emirlerine uyacağız’ diyerek
mahkeme önünde nümayiş yapıyor?
Öyle mi?
Şimdi aslında yazdıklarına nasıl
cevap vereceğimi de bilemiyorum.
Bir fikir tartışması yapıyor olsaydık, işimiz kolaydı.
Terbiyesizce saldırılarına, ancak senin saldırı üslubunla karşılık verebilirim ki... Bu, bence, isteyeceğin en son şey olmalı.
Hulasa, benden bulma Mustafa.
Efendi ol, akıllı ol.
Hele, ‘Kekeç Ahmet’ gibi, espri vehmettiğin ve insanları gülmekten kırıp geçiren gülünç benzetmelere hiç meyletme. Farkında değilsin ama,
komik oluyorsun.
Ne yani, şimdi ben de, misilleme olsun diye, ‘Mutlu Mustafa’ deyip kendimi rezil mi edeyim?
Güzel ve acıklı
bakan Mustafa’m, anayasa yargısı organları, ‘mahkeme’ biçiminde örgütlenmişlerdir ama, bildiğimiz anlamda mahkeme değillerdir.
Bu kurumlar, devlet tahakkümünü sınırlamanın meşru araçlarıdır; yani kazanılmış hakları ve hukuk devleti güvencelerini, devletin (ve kimi zaman da çoğunluk iktidarının) muhtemel tecavüzlerinden korurlar; korumaları gerekir.
Dünyanın her yerinde böyledir.
Şimdi sen,
Türkiye’deki anayasa yargısı organının ‘hukuk devleti güvenceleri’ karşısındaki pozisyonunu yeterli mi buluyorsun.
Bunu mu demek istiyorsun?
Hadi diyelim ki bilgin ve donanımın (hatta çapın), bu tartışmayı kaldıracak kapasitede değil.
Hukuk devleti güvencelerini savunmak, hukukun ‘haklar’la ilişkisini kurcalamak, görevi ‘yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemek’ olan mahkemenin
kural ihdas edemeyeceğini ve bunu ‘dogmalaştıramayacağını’ söylemek bir ‘
isyan oyununu hayata geçirmek’ mi oluyor?
Senin kafan böyle mi çalışıyor Mustafa?
Bunun için mi para veriyorlar sana?
Sen neden aynı celadetle anayasayı ve ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesini savunamıyorsun?
Neden darbecilere, Ergenekonculara, bombacılara, yargı yetkisini kötüye kullanan ‘muhtıracılara’ ses çıkaramıyorsun?
Neden anayasayı delik deşik eden ‘hüllecilere’ tek laf edemiyorsun?
Dahası, ‘siyaset kurumu’ndan neden bu kadar rahatsızsın?
Ben iktidarın kalemşörüysem, sen de darbecilerin kalemşörüsün...
AHMET KEKEÇ/STAR