“Modern” darbeler döneminin sonu: 28 Şubat
12
Eylül darbesi, darbecilerin halkın hiç değilse bir bölümünün onayına ve fiili desteğine ihtiyaç duymadıkları; her şeyin ordu ve kısmen d
e devlet içinde kotarılıp pişirildiği son darbeydi.
Bundan yaklaşık 20 yıl sonra (28 Şubat 1997) askerler siyasete müdahaleye karar verdiklerinde can sıkıcı bir sosyal gerçekle yüzyüze olduklarını idrak ettiler: Dünya ve
toplum değişmişti, askerlerin
sivil siyasete müdahaleleri artık eskisi gibi hoş karşılanmıyordu. Toplumda, darbeyi meşru kılacak bir gerilim de yoktu. 28 Şubat’ın ön hazırlıkları, işte bu “gerilim”i kotarma çerçevesinde gelişti. Büyük bir başarıyla sonuçlanan bu hazırlıktan sonra “sivil toplum”un bir kesimi müdahaleye ikna edildi ve hatta onun bir parçası oldu.
Türkiye’deki darbe endüstrisinin “sivilleştirilmesi” sürecinin birinci temel belgesi, o günlerde çok revaçta olan “sıra artık silahsız kuvvetlerde” külliyatıdır. Bu külliyat, Deniz
Baykal’ın, ordunun 28 Şubat’ta “adeta bir sivil toplum örgütü gibi çalıştığı”na dair beyanatıyla taçlandırılmıştı.
Darbe Günlükleri, “darbenin sivilleştirilmesi”ne ilişkin konsept değişikliğinin ikinci temel belgesi sayılmak gerekir. Hatırlayın, burada da artık klasik (
modern) tipte darbelerin mümkün olmadığı bir kez daha teyit ediliyor, Silahlı Kuvvetler’in salt kendi gövdesiyle yaptığı müdahalelerin yarattığı itibarsızlaşmaya dikkat çekiliyor, bu nedenle “
Sarıkız”dan vazgeçiliyor ve artık üniversiteler, yargı, sendikalar, medya ve öbür sivil toplum örgütlerinin ellerini taşın altına koymaları gereğinden bahsediliyordu.
Sürecin üçüncü ve en “hard” belgesi,
Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nca hazırlanan,
Nokta’nın yayımladığı 2004 tarihli “Sivil Toplumla İlişkiler” raporuydu. Ben, Günlükler’i okuyup bu belgeyi de gördükten sonra, Nokta’da (5
Nisan 2007) şöyle yazmıştım:
“Benim analizim şu: Doğrudan bir darbe tehlikesi içinde değiliz bugün, fakat 14-15 Nisan’daki
Anıtkabir’e yürüyüş dahil (sonradan
Cumhuriyet Mitingleri olarak anılacak toplantılar –A.G.), örgütlenen kitlesel sivil hareketlerin tümüyle ‘sivil’ olduğunu düşünmek de saflık olacaktır. Şöyle diyebiliriz: Siyasete müdahale ‘sivil’ güçler kullanılarak ve böylece görünürde meşruiyet alanı içinde kalınarak gerçekleştirilecektir önümüzdeki dönemde.”
Sürecin son belgesi ise Mustafa
Balbay Günlükleri’dir. Orada da gördüğümüz, en veciz ifadesini “sen söyle, bu medyayla darbe olur mu
Mustafa Balbay” da bulan “Sivil toplum yoksa darbe de yok” yaklaşımıdır. Ayrıntılara girmiyorum.
Demek ki “sivil toplumu müdahaleye dahil etme” çabalarının 10 yılı aşan bir tarihi var. Daha önce, “Bir başarı öyküsü: Ruhu, ‘sivil’de yeniden bedenlenen 28 Şubat...” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, bu amaç doğrultusunda çok önemli mesafeler alındı.
Diyeceğim şu: Ortada şaşıracak bir şey yok. Asıl, “sivil” kanadı bulunmayan bir darbe girişimi çıksaydı karşımıza şaşırmamız gerekirdi.
ALPER GÖRMÜŞ-TARAF