Gazeteci Yazar Hasan Cemal'de
Milliyet Gazetesindeki köşesinde Saldırın arkasınındaki karanlık eli analız etmiş İşte Hasan Cemal'in ilginç değerlendirmesi :
İrtica ile bölünme!
Danıştay cinayetini işleyen bir radikal İslamcı mı? Köktendinci bir
terörist mi?
Anlaşılan öyle değil.
Buna inanan artık pek kalmadı.
Katilin ideolojik kimliği ve bağlantılarına ilişkin ipuçları, onun 'İslamcılık'tan çok, Ergenekon'cu, Kızılelma'cı,
Susurluk'çu ya da bazı ulusalcı-milliyetçi odaklara yakın bir tip veya onlardan biri olduğunu çiziyor.
Sadece bir
tetikçi mi?
Pek öyle de değil.
Birşeylerin mutlaka farkında. Ama arka planda ne var ne yok tam bilmesi de büyük ihtimalle imkansız. Çünkü bu tür örgütlenmelerde, kat kat derine giden tabakaları bilemezsin. Yalnızca güvenir, talimatı uygular ve gidip tetiği çeker ya da bombayı atarsın.
Bir başka varsayım:
Danıştay katili, kimilerinin inandığı gibi bir 'radikal İslamcı'dır, fanatik dincidir. Türban kararından dolayı bu iğrenç cinayeti işlemiştir.
Böyle olsa ne farkeder?
Şimdi düşünelim:
Her iki siyasal cinayetin ortak amacı nedir?
Türkiye'yi ayağa kaldırmak değil mi? Türkiye'yi cephelere bölmek, keskin kutuplara ayırmak değil mi? Laik-anti laik diye birbirimizin üzerine yürütmek değil mi? Demokrasiyi rafa kaldıracak askeri bir müdahaleye kapı aralamak değil mi?
O zaman söyleyin lütfen:
Bu bir tuzak değil mi?
Hem de çok kaba bir tuzak!
Üstelik, mazide bu tuzağa çok düştük. 1950'ler, 1960'lar, 1970'ler hep böyle geçti
ülkemizde. Darbeler, idamlar, işkenceler, siyasal yasaklar... Ve her seferinde yeni düşmanlıkların tohumları atılarak...
Arkasından 1980'lerde
Güneydoğu yangını çıktı, çıkarıldı. Bu kez Türk-
Kürt düşmanlığı üzerinde zıplandı. Olağanüstü acılar yaşandı,
terörle mücadele ve
Kürt sorunu çerçevesinde.
Demokrasi,
insan hakları hiçe sayıldı ve Susurluk doğdu o korkunç hukuk boşluğunda...
Bütün bunlar artık mazide kalmalı.
Büyük acılar yaşadık.
Acılar olgunlaştırır!
Yalnız insanları değil, toplumları da, ülkeleri de olgunlaştırır.
Onun içindir ki:
Bir anda gaza gelip tuzağa düşmek ve birbirimizin gırtlağına sarılmaya kalkışmak, emin olun, bunca tecrübeden, bunca yaşanandan sonra Türkiye'ye yakışmaz.
Yazık!
Lanet olası bir tetikçi, artık bir kurşunla, bir bombayla bütün ülkeyi bir anda ayağa kaldıramaz. Kaldırmamalı. Biz bu kadar deneyimsiz, bu kadar kırılgan, bu kadar naif değiliz.
Yeterince gördük geçirdik.
Böylesine iğrenç bir olay, bir cinayet yaşandığı zaman yapacağımız iş, cephelere bölünmek değil, hep birlikte o şiddet eyleminin karşısına dikilmektir.
İktidar-muhalefet diye bölünmek değil, hep birlikte, ortak platformlarda sesimizi
demokrasi ve hukuk için yükseltmektir.
Çünkü tuzak kabadır.
Amacı nifak tohumları ekmektir.
Düşman kampları fişteklemektir.
Türkiye artık kendisine güvenecek kadar büyük, güçlü ve deneyimli bir ülkedir. Sorunlarını demokrasi ve hukuk içinde çözebilecek düzeyi yakalamış bir ülkedir.
Bu ülke ne bölünür, ne de irtica gelebilir bu ülkeye. Artık ikisinin de gerçekleşme şansı yoktur.
İkisi de paranoyadır.
Bölünme paranoyası...
İrtica paranoyası...
Bu iki hastalıklı korkudan da Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak isteyen iç ve dış odaklar yararlanır.
Bu iki paranoyadan Türkiye'de demokrasinin kolunu kanadını kırmak isteyenler yararlanır. Bu iki paranoyadan -demokrasi yolu olduğunu anladıkları için-
Avrupa Birliği yolunu kesmek isteyenler yararlanır.
Çok gördük bunları...
Paranoyalar, demokrasi korkuları artık Türkiye'ye yakışmıyor. Bu kadar iniş çıkışlı bir ülke olamayacak kadar büyük, güçlü, gelişmiş ve tarihsel deneyimlere sahip bir ülkeyiz.
Kendimize güvenmeliyiz.
Yani özgüven!
Bir kurşunla, bir bombayla bundan böyle kimse bizi altüst edememeli.
Demokrasinin, hukukun ve
Avrupa Birliği'nin ipine sarılarak, aş ve iş sorunumuzu çözme yolunda adımlarımızı sıklaştırarak Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda yürümek ve onu yakalayıp geçmekten başka çaresi yoktur Türkiye'nin...