Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç’ın evinin önünde iki
subay yakalanıyor.
Biri
Albay, biri
Binbaşı.
İkisi de
Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı
Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan.
Yani ikisi de Özel Harpçi...
Gözaltındayken birinin ağzından, tam yutmak üzereyken bir kağıt çıkarılıyor, üstünde Arınç’ın ev adresinin yazılı olduğu bir kağıt parçası...
Bir suikast timi mi?..
Dinleme timi olabilir mi?..
Albay’la Binbaşı’nın evlerinde
arama yapılıyor.
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in ev krokileri, Cumhurbaşkanı Gül’le Başbakan Erdoğan’la ilgili
izleme bilgileri ele geçiriliyor.
Erdoğan’ı
hedef alan ve çoğu gizlenen kaç tane suikast girişiminin boşa çıkarıldığını biliyorum.
Nasıl bir
ülkede yaşıyoruz?..
Hayali mi, sahici mi?..
Aklım karışıyor bazen.
Deniz Yarbay Ali Tatar’ın
intiharı tek değil ki. Bu yakınlarda intihar eden başka
deniz subayları da var.
Asker kişilerin
Ergenekon bağlantılı kuşkulu ölümlerinin sayısı 8’e çıkmış durumda...
Ergenekon davasının en önde gelen asker sanıklarından
emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ü
tedavi gördüğü hastanede hedef alan bir girişime ilişkin haberler birkaç gün önce medyada patlayınca soruldu:
Susturulmak mı isteniyor Ersöz Paşa?..
N’oluyor?..
Nasıl bir ülke burası?..
Rüyada mıyım?..
Yoksa sahici bir ülkede mi yaşıyorum?
Biliyorum.
Kimileri bir türlü inanamıyor yaşananlara. Çünkü
akıl erdiremiyorlar olan bitene. İnanmak istemiyorlar. Kimi ne yazık ki kafa bulabiliyor, kimi de ara sıra soruyor alaycı bir dille:
“Sahi, sen inanıyor musun bütün bunlara?”
Toprak altında çıkan
silahlar,
bombalar, asker kişilere ait cephanelikler...
Genelkurmay’ın andıçları...
Islak imzalı
darbe planları...
Faili meçhul
cinayetler...
Suikastlar, siyasi cinayetler...
Kod adı kafes adını taşıyan cuntalaşma, hükümet devirme tertipleri...
Hayal mi bunlar?.. Yoksa sahici mi?..
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?..
Bazen aklım karışıyor.
Çöplüğün Generali!
Sevgili Oya Baydar’ın bu yakınlarda keyifle okuduğum son
romanının adı (*).
Hayali bir ülkenin romanı bu.
Yazarı öldürüldükten sonra çöplükte bulunan bir roman...
Yazarın son sözleri şöyle:
“Birkaç saat içinde bütün şehir bomba, mermi, silah
patlayıcı tarlasına dönüştü. Kötülük çiçekleri, evlerin, gökdelenlerin, iş merkezlerinin,
banka kulelerinin, görkemli resmi binaların, anıtların, bütün yapıların boyunu aşıp göğe yükseldi. Şehrin sakinleri kadar tohumları ekenler de çaresiz seyrettiler ölümcül hasatlarını. Sonra bir
patlama oldu. İnsan kulağının algılayabileceği seslerin o kadar ötesindeydi ki kimse duymadı. Şehir, içi oyulmuş
yaşlı bir
ağaç nasıl çökerse öyle ağır ağır çöktü, toprağa ve tarihe gömüldü.”
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?..
Bazen aklım karışıyor.
Bütün bunlar gerçek mi?..
Hayalde mi yaşıyorum?..
Yoksa yalanda mı?..
Bilemiyorum.
Bazen bilmek de istemiyorum.
Çünkü bu ülkede hayalle hakikat çizgisi bazen belirsizleşiyor. Kırk yıldır her Allah’ın günü siyaseti yorumlamaya çalışan bir insanın zihni de ara sıra karışabiliyor.
Gerçek değil hayal olması gönlünden geçiyor bütün bu yaşananların, rezilliklerin. Rüyadan uyanmak gibi bir şey yani...
Ama öyle değil.
Onun için de, yola kararlılıkla devam etmekten başka çare yok. Yaşadığımız dünya yalan değil, gerçek çünkü. Yalanda yaşamak isteyenler, ya da olanları anlamak istemeyenler var elbette.
Olabilir.
Ama bizim yolumuz belli:
Herkesin hakla hukukla donanmış,
refah içinde korkusuzca yaşayabildiği bir
Türkiye için yazmaya devam etmek...
Çünkü bizim işimiz gerçekle...
Yalanda yaşamaktan nefret ediyoruz. Bu ülkenin iyiye, güzele doğru değişimi engelleyen duvarların yıkılması bizim tüm amacımız...
DİPNOT:
Bu yazının yazılmasından sonra Genelkurmay Başkanlığı’ndan Bülent Arınç olayıyla ilgili bir açıklama geldi. Ancak, yazımı değiştirmemi gerekli kılan bir durum olduğunu sanmıyorum.