Bir 40 yıl daha bekler miyiz?
Hatırlarsanız, geçen hafta bu köşede,
Başbakan Erdoğan’a “Sonun
Menderes gibi olur” imasında bulunanları milletin nasıl yâd ettiğini anlatmaya çalışmıştık. Meğer o günleri hatırlatmak isteyen başkaları da varmış.
ABD
Dışişleri Bakanlığı,
arşivden gizliliği kaldırılan 1969-1972 yıllarına dair bir dizi belgeyi yayınlayıverdi, tam da içinden geçtiğimiz şu günlerde. Üniversitelerdeki “
türban” yasağının
Meclis tarafından anayasa değişikliğiyle kaldırılması
Türkiye’de rejim tartışmalarına yol açarken, “
Ergenekon” adı verilen bir örgüte yönelik ciddi operasyonlar düzenlenirken, kendilerini “liberal aydınlar” olarak tanımlayan gazeteci yazarlar, “Artık
AK Parti’ye verdiğimiz desteği geri çekiyoruz.” mealinde yazılar kaleme alırken hem de…
Peki, ne mi olmuş o günlerde? Bazı bölümleri (bazen satır, bazen cümle, bazen de paragraf) hâlâ sansürlü belgelere göre, askerler 1969’da dönemin
cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile başbakanı Süleyman
Demirel’i “
darbe” ile tehdit etmiş. Belgeler, müdahalenin 20
Mayıs’ı 2
1 Mayıs’a bağlayan gece yapılacağını söylüyor. Sebep ise Mayıs 1969’da eski Demokrat Partililerin siyasi haklarının iadesini öngören bir anayasa değişikliğinin Meclis’te kabul edilmesi.
Ordu, bu karar Senato’da da onaylanır endişesiyle devreye giriyor. Peki sonuç? Demirel, DP’lilerin siyasi yasaklarını kaldıran yasanın Senato’dan geçmesini engelliyor. Aslında bu hamlesiyle eski tüfeklerin Adalet Partisi’ni ele geçirmesini önlemiş oluyor.
Belgelerden
Ankara’daki
Amerikan Büyükelçiliği’nin çok iyi istihbarat aldığı, başkentteki havayı çok iyi kokladığı anlaşılıyor. Kamuoyuna açıklanan belgelerden bir diğeri de bu gerçeği gözler önüne seriyor zaten. 10
Mart 1971 tarihli bir mektupta, aynı gün gerçekleşen
Genelkurmay Karargâhı’ndaki 8 saatlik toplantı ele alınıyor. Askerler, uzun süren bu toplantıda
ODTÜ’deki olayları ve Amerikalı askerlerin kaçırılmasını tartışıyor. Ardından da hükümete
muhtıra verme kararı alınıyor. Belgelerde Korgeneral Hayati Savaşçı’nın toplantıda iki
teklif sunduğu bilgisi dâhil tüm detaylar anlatılıyor. İlginç olan husus ise şu: Bu kadar ayrıntılı bilgiler, hem de günü gününe, ABD’ye “haber” olarak ulaştırılıyor muydu yoksa ABD Genelkurmay dâhil Ankara’daki kritik mekânları dinliyor muydu? Bu soruya
cevap teşkil edecek kısımlar, belgelerde üzeri çizilerek sansürlendiği için açıklığa kavuşmuyor tabii ki…
Bir başka ilginç “arşiv” bilgisi de gazeteci Nur Batur’un
Sabah’ta yayımladığı haberde yer alıyor. Askerin
27 Mayıs 1960’ta yaptığı darbe gecesi ABD’nin Ankara Büyükelçisi
Washington’a 32
mesaj gönderiyor. Sadece ikisinin açıklandığı mesajlara göre darbede 50 kişi ölüyor. Gerçekten askerî müdahale sırasında 50 kişi öldü mü? Bu iddianın aydınlatılması lazım; ancak aradan geçen 48 yıla rağmen ABD, belki bu gerçeği de açıklayan diğer 30 mesaj üzerindeki
gizlilik perdesini kaldırmış değil.
Bunları görünce aklımıza şöyle bir soru takılıyor ister istemez: Son günlerde Ankara ile Washington arasında artan
sivil ve askerî (Türk tarafını genelde Genelkurmay İkinci Başkanı
Orgeneral Ergin Saygun temsil ediyor) ziyaretler dikkate alındığında, Türkiye’nin
Nabucco Projesi’ne
Rusya’yı davet ettiği hatırlandığında,
Kosova’nın bağımsızlığı birilerine emsal teşkil eder mi endişesi taşınırken TSK’nın
Kuzey Irak’a girdiği açıklandığında, Cumhurbaşkanı Gül’ün türban yasağını kaldıran anayasa değişikliğini onayladığı kamuoyuna duyurulduğunda Ankara’dan Washington’a yine mesajlar gitmiş ya da kapalı kapılar ardında bir şeyler konuşulmuş mudur, konuşuluyor mudur acaba?
Tabii bunları bilmemiz pek mümkün değil. Bu ve benzeri kritik soruların cevabını alabilmek için bir 40 yıl daha bekler miyiz acaba?
İyi haftalar.
MEHMET YILMAZ/AKSİYON