İşte Serdar Turgut'un Zaman Gazetesi'ne verdiği röportaj:
Serdar Turgut geçen ay, önce 'TSK ile cemaat diyaloğa girmeli' diye bir yazı yazdı. Ertesi gün '
Cemaat cumhuriyetin sonucudur ve sorunlarının da çözümüdür' teşhisini koydu ortaya. 2004-2008 yılları arasında Akşam Gazetesi'ni yöneten Turgut, geçirdiği ağır rahatsızlıktan sonra aslında 'ateist' olmadığını fark etmişti. '
AK Parti iktidarda olmasa camiye giderdim' diyen Turgut'la, önemli tespitler içeren köşe yazılarının yanında kendi 'mini cemaatini', liberalleri ve 1.
Cumhuriyet'in akıbetini de konuştuk.
-TSK ve cemaatle alakalı yazılara tepkiler aldınız mı?
Çok. Unvanlarından meslekli, eğitimli oldukları belli.
Kadın okuyucularımdan çok önemli
destek geldi, konuşsunlar diye. Ki onlar çok duyarlıdır bu meseleye. Çünkü onların hayat stilleri çok önemli olduğu için korkuyorlar cemaatten. Bir de öyle bir grup var. Onun için bu öneriye Beyaz Türk'ün karşı olduğunu sananlar, tanımıyorlar Beyaz Türkleri. Bir düşünenleri var aralarında. Bir de 'eğlenelim, gezelim, içelim, yiyelim, çapkınlık yapalım; hayat budur işte' diyenleri... Düşünme yok, beş duyu ile yaşıyor onlar.
-
Askerden bir tepki geldi mi?
Yok. Askerlerin tepki vermesi için bir neden yok, yani benim bir önerim bu. Beğenmiyorsa beğenmiyor adam. Ama bana yazanlar arasında asker varsa bilemiyorum.
-Çevrenizden nasıl tepkiler aldınız peki?
Bir tek
Oray Eğin beni eleştiren bir şey yazdı. Ben de ona cevabımı verdim. Yani Beyaz Türklerin aynı fikirde olmadığını söyledi. Bense benle aynı fikirde olduklarını düşünüyorum.
-Bildiğim kadarı ile sizin de mini bir 'cemaatiniz' var.
Bizim cemaatimiz var,
evet.
-Kimlerden oluşuyor? Oray Eğin'i biliyorum.
Oray Eğin var, Hıncal (Uluç) var,
Ahmet Hakan Coşkun var, bizim Tuğçe Tatari var. Öyle biz bir ara toplanıp konuşuruz yani.
-
Soner Yalçın var mı?
Soner de var.
-Başka kimler var?
İşte bu yani. Zaten gizli bir yanı yok ki.
Sohbet toplantısı. Bir şey planlamıyoruz, bir
komplo yapmıyoruz. Sadece arkadaşlarla sohbet ediyoruz.
-Silah üzerine
yeminler falan yok yani!
Hayır (Gülüyor). Yani olacaksa bile ben zaten öyle bir yemin etmem.
Medya dedikodusu yapacağımız bir yer orası.
-Bir sürekliliği var mı?
Her hafta buluşuyoruz.
-Belli bir yerde mi?
Tabii. Atıştıracağımız bir yer var. Pastanede yapıyoruz.
-Bu konuyu orada konuştunuz mu?
Hayır, öyle tavırlar konusu konuşulmaz orada. Orada hayatı konuşuyoruz. Ne yapıyorsun, ne ediyorsun? İşte bir de kendimizi
yalnızlıktan kurtarmanın bir yolu yani. Ama bu, bizi koruyucu bir cemaat değil. Oradaki insanlar daha çok birbirine çelme takar,
gazeteci oldukları için.
-Bir yazınızda '
Hayatında yalnızlık çeken benim gibi insanlar' gibi bir ifadeniz olmuştu. Yalnız mısınız o kadar?
Onu yazı konusu olarak abartmışım. O kadar yalnız değiliz yani. Şöyle bir şey var. Şimdi ben cemaatle ilgili yazı yazarken, o konuya girdim. Cemaati anlamak için bir teorik
model kurarken dedim ki, "
Türkiye'nin gelişme sürecinde bir dönem işte taşradan
İstanbul,
Ankara,
İzmir gibi büyük şehirlere gelen insanlar o gelişleri aşamasında, yani şehre adaptasyon konusunda çok büyük sorunlarla karşılaştılar. Yalnız kaldılar." İşte bu
yaşamalarına, "Rahat adapte olmalarına yardımcı oldu cemaat." dedim. Bizim yalnızlıklarımızda ise bize yardımcı olacak yok. Çok açık söyleyeyim. Dindar olmak, inançlı olmak insanın gelgitlerine yardımcı olur. Böyle olmayan insanlar bir de cemaatte olmazsa, yani koruyucu cemaat olmazsa tamamen yalnız kalıyorlar. Böyle insanlar da var dünyada. Bir ara Marksist'tik biz. O zaman iyi bir cemaatimiz vardı yani.
-Bir ara diyorsunuz, hâlen Marksist değil misiniz?
Ama o cemaat yok, o cemaate ait hissetmiyorum kendimi. Düşünce
sistematiği olarak Marksist'im. Politik
eylem olarak değil.
-TSK ve cemaatle alakalı yazılarınıza internet ortamında bir yorum yapılmıştı, "Serdar Turgut çoktandır kaypakça
siyaset yürüten bir yazardır. Tam da günümüz aydınını tasvir ediyor, cemaate hayırlı olsun. Bir kişiyi daha devşirdiler." diye. Nasıl ve ne zaman devşirildiniz siz?
Valla Türkiye'de bu tür insanları genelde muhatap alıp konuşmuyorum. Çünkü bunlar olumlu şey söyleyen insanın, söylediği şeye katıldığını düşünüyorlar. Devşirilmişliğim filan yok yani, cemaatin beni isteyeceğine de şüpheliyim. Yani ben istesem bile. Böyle bir arzuyu iki taraf da göstermedi. Sadece olumlu yanlarını söylüyorum.
Öteki Türkiye'yi de yazarken, öteki Türkiye'deki insanları fiilen sevmem gerekmiyordu. Ama acı çektiklerini görmek bir
akıl işidir yani. "Marksist'im" diyorum mesela. Otomatikman
işçi sınıfını sevmem anlamına gelmiyor bu. Aksine sevmem yani. Çünkü o işçi sınıfının çok olumlu şeyler yaratacağını düşünmüyorum. Dünyada hiçbir yerde yapmamıştır bunu.
-Bu
diyalog çağrınız aynı zamanda Türkiye'de ötekileştirilmiş kesimler arasındaki çizgiyi de biraz grileştirme anlamı taşıyor mu?
Şimdi böyle bir şey olursa Türkiye, dünyanın en önemli, en güçlü
ülkesi olma yolunda adım atar. Türkiye'de her zaman, her kamuoyu araştırmasında insanların çoğunlukla en güvendikleri resmi kurum ordu çıkıyor. Dindarı da dinsizi de bunu söylüyor. Ondan sonra bakıyorsun en çok güvenilen
sivil kurum, kurum diyelim artık, cemaat çıkıyor. Şimdi diyorum ki, en çok güvenilen resmî kurumla, o insanların hayatlarında etkili olan cemaat birbirine yaklaşsalar, biraz konuşsalar, birbirlerini anlasalar, Türkiye'ye ne zarar gelir bundan? Burada kimse ne zarar gelebileceğini söylemiyor. Bana sen cemaatten oldun diyorlar. Bu yaralayıcı bir şey değil ki benim için.
Bir ara
hasta olduğum zaman dua ettim dedim, yazı yazdım. Ertesi gün mizah dergilerinde
karikatür çıktı hakkımda. Yayın yönetmeni kapısı çizmişler. Üstüne de namaza çıktı diye şey asmışlar. Yani işte o duanın ne anlama geldiğini bilmiyor insanlar. Korkudan edilmiş bir dua yani.
Namaza çıktı. Çıkarım da. Yani AKP olmasaydı iktidarda, namaza gidecektim zaten. Camiye. Ben AKP varken gitmemeye karar verdim.
-Evde kılıyor musunuz?
Hayır. Dua ederim ben. Namaz olarak değil.
-Peki, AK Parti şeyi niye?
Çünkü beni tanıyorlar. Şimdi gideceğim bir camide birileri 'bak yalakalık yapmaya geldi' filan diyecekler.
CHP iktidarda olsa idi çoktan gitmiştim.
-O zaman CHP iktidarını bekleyeceğiz.
O zaman gitmeyeceğim hiç demek ki (Gülüyor). Ben kendi duamı evde... Ya bu konuyu açayım ya. Şimdi ben
dindar bir insan sayılmam.
-Bu konuları sormaktan hicap duyarım.
Yok duymayın ya. Kafam çok net bu konuda. Ben inançlı bir insanım. Sorguladığınız için değil. Ben her zaman bunu yazıyorum da. İnançlı bir insanım. Kendi kendime dua ediyorum. Çok sık ediyorum. Belki çok dindar insandan gün içinde daha fazla dua ederim. Ama din nedir? Belli kuralları olan, yaşam stili olan bir varlıktır. Ben bu yaşam stiline uygun değilim. Açıkça, bunu herkes biliyor. Ama ben yaşam stiline bu inancın, -
Allah inancıdır o-, tamam. Birleşebileceğine inanıyorum. Dini tam yaşayan insanların bu insanlarla bir arada çok rahat yaşayabileceğini düşünüyorum. Şimdi onun için ordunun 'Dine karşı değiliz' demesi, bilmiyorum, bana çok önemli geldi. Bir adım attılar.
Şimdi Hocaefendi'ye gitme yolunda başvurum var. Mülakata yani. Soracağım bu konuları inşallah gidersem.
-AK Parti olduğu için camiye gitmeyeceğim dediniz. Bu çok ağır bir mahalle baskısını da ortaya koyuyor mu acaba?
AK Partililerin mahalle baskısıdır o.
-AK Parti'den bu
itiraz gelmez size ama...
İtiraz değil.
Gazeteci, tanınan bir insan olduğum için geldi bak bize yaranmaya diyecekler.
-Sizin çevrenizden bir
eleştiri gelmesinden çekinmiyorsanız bir sorun olmaz bence.
Dinde yani inançta insanların göstere göstere yaşaması gerekmiyor illa da. Bu ilişkilerden çıkalım lütfen. Çok bildiğim bir şey de değil. Yanlış bir şey söylerim.
-1923'te kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde din konusu bilerek göz ardı edildi diye düşündünüz mü hiç? 1948-50'lere kadar insanlar Kur'an öğrenemedi mesela.
Ben bunun
ekonomik temelini koymaya çalıştım analizlerimde. Çünkü
Atatürk'ün bulunduğu dönem dünyada totaliter, otoriter sistemlerin ve insanların hâkim olduğu dönemdi. Türkiye savaştan çıkmış ve yok olan bir ülke devralmış Atatürk. Ve ülkede değer oluşturmanın tek bir yolu vardır. O da bir sınıfı sömürmektir. Marks bize bunu öğretti. Köylüleri sömürdüler. Başka yoktu ki sınıf. Köylüleri sömürerek sanayileşmeye başladılar. Köylüleri sömürmek demek onları kendinden uzak tutmak demektir. İçine çekmemek demektir. Ve sistem halkın değerlerinden böylece uzaklaştı tamamen. Halkın değerleri içinde din de var tabii. Bu halkı tekrar geriye
Demokrat Parti aldı. O döneme kadar yoklar. Cumhuriyet halkından kopuktur, bu belli. Toplumsal uzlaşma yok. Buradan, bugün 'Biz din düşmanı değiliz' diyen bir genelkurmaya gelmek büyük bir inkişaf. Bu Türkiye hapishanesinden çıkmak lazım artık.
-Türkiye'de diyaloğun önünü kapatan nedir sizce?
İşte kuruluşta yapılan yanlışlar.
-Son süreçte?
Son süreçte Türkiye üzerine oyun oynayan insan çok.
-Açalım bunu biraz.
Amerika. 'Amerika oyun oynuyor' diye Amerika'ya kızmıyorum. Her büyük devlet oynar. Türkiye ile de oynuyor. Siz tüm
silah teçhizatınızla bir ülkeye bağımlı olursanız bağımsız karar alamazsınız ki.
-Dış etkenlerden bahsediyoruz. İçeride de işte bu ötekileştirme, Beyaz Türk vs. ayrımları...
Ben attım onu ortaya. Şimdi oturdu sosyolojik bir kavram olarak. Beyaz Türk illa zengin demek değildir ki. Beyaz Türkleri içine almayan hiçbir süreç başarılı olamaz Türkiye'de.
-Bir yazınızda bahsettiniz yine. Laik sistem cemaatleri yok etme gücü olarak mı algılanıyor?
Yok edemiyor.
-Öyle algılanıyor mu?
Laik sistem, dinin yaşayış biçimini
kontrol sistemi. Batılı düşünceyi tanıyan insanlara göre laik sistem, herkesin, neyse inancı, dinî inancını bağımsız, özgür yaşama hakkıdır, özgürlüğüdür. Türkiye bu sisteme doğru geçiyor yavaş yavaş. Bizdeki çalışmadı, onun sonu geldi, çoktan. Öldü o. Demek ki, '1. Cumhuriyet öldü' diyebiliriz. Ama o liberalleri sevmediğim için söylemiyorum 1. Cumhuriyet diye.
-Sevmediğiniz düşünceleri mi kişilikleri mi?
Düşünce olarak, kişilik olarak, tip olarak hiçbir şekilde sevmiyorum.
-Liberal faşist diyorsunuz siz. Bu iki kelime nasıl bir araya gelebiliyor?
Onların nasıl davrandıklarına bak, çünkü kendilerinin ifade ettikleri düşünce dışında her fikri atıyorlar. Liberal bu değildi ki. Liberal, her fikre açık olan, özgür düşünen insan demektir. Bunlar liberal olmayı asker düşmanlığı ile özdeş tutuyorlar ve olabilecek bir uzlaşmayı, diyaloğu da engelliyorlar. Tüm varlıkları cumhuriyet düşmanlığı. Onun için belirli
ittifaklar kuruyorlar ve ittifak kurdukları insanlara da zarar veriyorlar. Bunu açıkça söyleyeyim. Mesela bu liberaller dine uygun yaşamak isteyen cemaatten insanlara da yakın gibi gözükürler. O cemaatin atabileceği her türlü uzlaşmaya yönelik adımlara zarar veriyorlar. Karşı tarafın atabileceği adımlara da zarar veriyorlar. Çünkü karşı tarafta bir
savunma refleksi var.
Taraf Gazetesi iyilik yaptığını zannediyor; ama Türkiye'ye çok büyük kötülük yapıyor. Sızdırılan bilgiyi yazıyorlar. Bize sızdırılan bir yazıyı yayımlamadık, anında 'Ergenekoncu' dediler. Bütün hayatım boyunca Ergenekon'a en uzak insan oldum, yaşam biçimi olarak, düşünce biçimi olarak.
-2004'te yayın yönetmeni oldunuz Akşam'da. Mehmet
Emin Karamehmet'le diyaloğunuz nasıldı?
İyiydi. Benim yayın yönetmenliğim döneminde askerlerle ilgili bir şey soruyorsan hiçbir şey olmadığı gibi benim tek önceliğim orada AKP ile ilişkilerimizi iyi tutmaktı. Hükûmetle. Ama o patronun verdiği bir şey değildi. Yani benim politik olarak inandığım bir şeydi ve daha sıcak bir ortamın olması benim işime geliyordu, o kadar.
-Unutamayacağınız hatıralar vardır o dönemle ilgili...
Ne unutamayacağım, her şeyi unuttum! Ben Akşam'ı
modern görünümlü, daha şehirli, daha Beyaz Türk'e yönelik gazete yapma amacını koydum ve yaptığımı zannediyorum. Şimdi o amacı uygun görmediler. Değiştiriyorlar herhâlde. Ne bileyim. Çok da kafa yormuyorum.
Turgut Reis'in soyundan
Serdar Turgut, aslen İstanbullu bir aileye mensup. Kendisine
komik gelmesine rağmen, amcasına göre soyağaçları Turgut Reis'e kadar uzanıyormuş. 1955 doğumlu. TED Ankara mezunu. 12 Mart'ta 'tutuklanacağım' korkusuyla
yurt dışına gitti. Üniversiteyi Queens College of New York'ta okuyan Turgut, yüksek lisansını New School for Social Research'de, doktorasını da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamladı. 12
Eylül öncesinde Türkiye'deydi. 1980 darbesinden ise daha çok korktu. Asistanken, başörtülülerin hakkını savunduğu için üniversiteden atıldı. Birikim ekolünden gelen bir Marksist olan Turgut, Yeni Gündem dergisinde çalışmaya başladı.
Güneş ve Cumhuriyet'te çalıştı. Daha iyi
teklif yaptıkları için Hürriyet'e geçti. Ardından tekrar Güneş, oradan yine Hürriyet'e döndü. Hürriyet'in
Washington Temsilciliği'nde bulundu. 2002'de yine 'para için' Akşam'a
transfer oldu. 2004'ten itibaren 4 yıl genel yayın yönetmenliği yaptı Akşam'da. 2004'te ciddi bir rahatsızlık geçiren Turgut, Akşam'da köşe yazmaya devam ediyor. Rana Hanım'la evli ve Alp adında bir çocukları var. ZAMAN