Geçen
pazar günü Stockholm'den THY uçağıyla İstanbul'a uçarken Türk gazetelerine "kavuştuğum"da okudum.
CHP lideri Deniz
Baykal, 16 Haziran 2007 günü partisinin birbirinden parlak milletvekili adaylarını kamuoyuna tanıttığı toplantıda, sanatçılarla birlikte 10. Yıl Marşı'nı söyledikten sonra şöyle buyurmuş: "Seçimleri kazandığımızda,
Mustafa Kemal Atatürk de kazanmış olacak!.." Yani, CHP seçimleri kaybettiğinde Atatürk de kaybetmiş olacak!.. Bu memlekette Atatürk sömürüsünün her türlüsü görülmüştü de, doğrusu bu denli çirkin bir örneğine rastlanmamıştı...
Sayın Baykal'ın, Cumhuriyet'in kurucusu olan ve milletin ezici çoğunluğunun büyük bir saygıyla bağlı olduğu lideri, kendi siyasi kariyeriyle özdeşleştirmede bu kadar ileri gidebileceğini doğrusu aklımdan geçirmezdim. Ama bunu da görmüş olduk... Bütün bu siyaseti kutuplaştırma stratejisi,
Anayasa Mahkemesi'ne tehdit, siyasete asker müdahalesine
destek ve Atatürk sömürüsünü zirveye tırmandırmadan sonra Baykal'ın 2002'de aldığı oyu alıp alamayacağını yakında göreceğiz.
Baykal'ın söylediklerini okuyunca, birçokları gibi benim de aklıma kapatılan
Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin
Erbakan geldi. Erbakan, 1991'de Sivas'ın bir ilçesinde yaptığı bir toplantıda şöyle demişti: "Refah Partisi'ne
hizmet etmezsen hiçbir ibadetin kabul olmaz. Çünkü başka türlü Müslümanlık olmaz... Refah bu ordudur. Bütün gücünle bu ordunun büyümesi için çalışacaksın. Çalışmaz isen patates dinindensin..." Baykal'ın sözleri Atatürk sömürüsünün en çirkin örneğiyse, Erbakan'ın bu lafları da dinî inançların siyasal amaçlarla sömürülmesinin en çirkin örneğiydi.
(Bunları hatırlayınca Erbakan'ın başka bazı beyanları da aklıma geldi. 2 Haziran 1996 ara seçimleri dolayısıyla savurduğu nutuklarda Erbakan, "Refah dışında bir partiye oy verirsen Yahudilere oy verirsin... Şehitler, evliyalar çarpar!... Refah Partisi dışındaki partilere oy veren Ermeni'ye, İsrailliye oy vermiş olur!.." buyurmuştu. Bu ırkçı beyanlar partisinin kapatılmasına gerekçe olmadığı gibi, ilginçtir herhangi bir ceza kovuşturmasına da uğramadı.)
Geçen pazar günü Stockholm'den İstanbul'a uçarken okuduğum başka bir haber de beni aynı ölçüde dehşet içinde bıraktı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin söyledikleri de inanılır gibi değildi: "
PKK, AKP
iktidarını dört gözle bekliyor!.. Milli Görüş gömleğini çıkarttın, yerine önünde ABD, arkasında AB amblemi olan tişört giydin!.." Sayın Bahçeli'nin iktidar partisini Türkiye'nin bir numaralı düşmanı PKK ile özdeşleştirmesi, bırakın her şeyi bir yana, demokratik ahlakla ve siyasî terbiyeyle nasıl bağdaşır? Meşru faaliyet gösteren siyasî partilerin hepsinin bir hizmet yarışında olduğunu, bu hizmeti yerine getirirken farklı politikalar izleyebileceklerini kabul etmeksizin
demokrasi nasıl işleyebilir? Rakiplerin izledikleri politikaları eleştirmek, muhalefet etmek elbette görevdir, ama oy avcılığı uğruna rakipleri "vatan hainliği" ya da "
yabancı uşaklığı" gibi suçlamalarla aşağılamak, demokratik kültürle nasıl bağdaşır? Barış içinde siyasi
rekabet demek olan demokraside liderlerin halka, yurttaşlara örnek olmak gibi bir sorumlulukları yok mudur? MHP'nin, iktidarı ihanetle suçlayarak, şehit cenazelerini iktidara karşı siyasî gösteriye dönüştürerek ne ölçüde oy toplayabileceğini de yakında göreceğiz.
Aynı pazar günü gazetelerde okuduklarım arasında içime su serpen yalnızca şehit er Hasan Güreşen'in babası Nuri Güreşen'in söyledikleri oldu: "Biz insanız... Anlayabilen, konuşabilen, idrak edebilen insanlarız...
İslam ülkesinde yaşıyoruz,
kavga bizim neyimize. Bin yıldır bir arada yaşıyoruz. Kaynaştık, kardeşiz. Din kardeşliğini bırak Adem'den gelmeyiz. Camide beklerken Hıristiyan kardeşler de geldiler taziye için. Her toplumdan gelenler oldu.
Allah razı olsun..." (Yeni
Şafak, 1
7 Haziran) Bu ülkede oy avcılığı için toplumu kutuplaştırmaya, birbirini düşman görmeye iten politikacılara karşı en büyük güvencemiz, halkın sağduyusu.
Şahin Alpay/Zaman