Yolsuzluk ve rüşvet iddialarını örtmek amacıyla yargı ve emniyette taş taş üstünde bırakmayan AKP, kendi sorumluluğunu bir tarafa bırakarak Kobani, Diyarbakır, Cizre olayları ile Yüksekova’daki gelişmeleri ‘paralel’ yalanına bağlamaya çalışıyor.
Güneydoğu’da devlet otoritesinin her geçen gün azalması ve PKK’nın bölgedeki etkinliğinin hızla yükselmesi ısrarla görmezden geliniyor. Terörle mücadeledeki zaafiyet ile vatandaşın mal ve can güvenliğini sağlama konusundaki eksikliği perdelemek için peş peşe yalanlar sıralanıyor.
‘Kobani’de katliama sessiz kalındı’
Suriye’nin kuzeyindeki Kobani şehrinin IŞİD tarafından ele geçirilme ihtimali, 6-7-8 Ekim tarihlerinde Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu adeta yaktı. Öyle ki, 6 ilde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Türkiye’nin çözüm sürecinde kalıcı, sorunu kökünden çözecek adımlar atmaması, Suriye politikasındaki başarısızlık, “Türkiye, bir yandan çözüm süreci diyerek içerde zaman kazanırken, diğer yanda koruyup kolladığı IŞID eliyle Kürtleri hizaya sokuyor” düşüncesi ile “Kürtlerin büyük bir katliamla yüz yüze olduğu ve Türkiye’nin buna göz yumduğu” algısı olayların psikolojik altyapısını oluşturdu. Suriye’deki iç savaşı değerlendirerek Rojava’da hakimiyet kuran, adeta toprak sahibi olan PKK, bir anda IŞİD tehdidiyle karşı karşıya kaldı. IŞİD Kobani’yi kuşatınca yaklaşık 200 bin kişi bir anda Türkiye’ye göç etti. AKP hükümetinin, öteden beri besleyip büyüttüğü IŞİD eliyle PKK-PYD’yi dövdüğü ileri sürüldü. Murat Karayılan, Türkiye’nin Rojava’yı tasfiye etmeyi amaçladığını ve bunun için IŞİD ile işbirliği yaptığını iddia etti. Karayılan, “Türkiye bir kez daha Kürtlere ihanet etmiştir. Çözüm süreci anlamını yitirmiştir.” diyordu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise Gaziantep’te yaptığı konuşmada, “Kobani düştü düşüyor” açıklaması yaptı. Bunun ardından adeta bölge ateş çemberine düştü. HDP, herkesi sokağa çağırdı. Türkiye’nin doğu ve Güneydoğu’sunda protesto eylemleri baş gösterdi. Eylemlerde 50 kişi hayatını kaybetti. Yaşanan ölümlerin failleri meçhul kaldı. Tetiği çeken isimler bulunamadı.
Cizre’de bir ayda 7 kişi öldü
Son bir ayda 7 kişinin öldürüldüğü Cizre’deki olaylar adeta adım adım geldi. PKK’nın gençlik ve asayiş birimi olarak bilinen Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H), 23 Haziran 2013 tarihinde Cizre’de kuruluşunu ilan etti. 25 Ağustos 2014’te özerkliği inşa sürecini başlattığını duyuran YDG-H, 26 Ekim 2014’te Cizre’nin 2 mahallesinde özerklik ilan etti, ardından hendekler kazıldı. Güvenlik güçlerinin mahallelere girmesi fiilen engellendi. Cizre’de aylardan beri yüzleri kapalı YDG-H üyeleri, sokak ve caddelerde kimlik kontrolü yapıyor. Çok sayıda banka ve eğitim kurumu molotoflarla yakılırken, emniyet ve jandarma binalarına uzun namlulu silahlarla defalarca ateş açıldı. Ama hükümet gerekli tedbirleri almadı. Cizre’de 27 Aralık 2014’te yeni bir çatışmanın fitili ateşlendi. YDG-H mensuplarıyla Hür Dava Partisi (HÜDA-PAR) üyeleri karşı karşıya geldi.
Olaylarda toplam 4 kişi hayatını kaybetti. Olaylar sırasında yüzlerce kişinin 155’i arayarak polisten yardım istediği; ancak bu çağrıya cevap verilmediğini ortaya çıktı. Güvenlik güçleri, yaklaşık 8 saat sonra olaya müdahale etti. Emniyet müdürünün telsizinden polise ‘size ateş edilmedikçe müdahale etmeyin’ emrinin verildiğini açıklandı. Şehirde ciddi bir istihbarat zafiyetinin yaşandığı, polisin olayları sadece mobese kameralarından izlemekle yetindiği kaydedildi. Hükümetin Cizre’deki kabahati ‘paralel’e atma girişimine HÜDA-PAR itiraz etti. Parti yetkilileri, “Ne paraleli bize PKK saldırdı” açıklamasında bulundu. Sorumluları bulma görevinin hükümete ait olduğunun altı çizildi. Adeta yangına körükle giden İçişleri Bakanlığı, olaylar sürerken Hrant Dink suikastında ihmali olduğu ileri sürülen Ercan Demir’i Cizre’ye emniyet müdürü yaptı.
Bu adım şehirdeki tansiyonu daha da yükseltti. Polisin pompalı tüfek taşımaya başladığı ve güvenlik güçlerinin kullandığı araçların plakasız dolaştığı görüldü. 12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ın polis tarafından öldürüldüğüne ilişkin iddialar, şehirdeki gerilimi artırdı.
Yüksekova’da maytap yalanı çöktü
Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde ise tam manasıyla ‘maytaptan paralel çıkartma çabası’ kendini gösterdi. Erdoğan, devletin polisinin caddeye bomba koyduğunu söylerken, havuz medyası Hakkâri’de 15 Ocak gecesi toplanan kalabalığa zırhlı polis aracından ‘patlayıcı’ atılarak halkın devletle karşı karşıya getirilmek istendiğini iddia etti. “3 polis halka bomba yağdırdı” başlıkları kullanıldı. Bu ifadelerin tamamının gerçek dışı olduğu ortaya çıktı. İşin aslı farklıydı. Yüksekova’da 1 komiser yardımcısı ile 2 polis memurunun, hiç kimsenin bulunmadığı boş bir alanda, halk arasında ‘maytap’ olarak bilinen, maç ve düğünlerde sıkça kullanılan 3 adet torpil patlattığı anlaşıldı. Uzmanlık alanları olan istihbarat ve KOM’da çalışırken görevden alınarak toplumsal olaylara gönderilen 3 polisin, bir kaç kez göstericiler arasında kaldığı ve canlarını zor kurtardığı belirtildi. Sivillere zarar vermemek için olaylar sırasında silah ve gaz bombası kullanmak istemeyen polislerin, hiçbir tahrip gücü olmayan, sadece çıkardığı sesle korku oluşturan maytapları denemek istediği kaydedildi. Göstericileri sesle korkutarak uzaklaştırmayı hedefleyen polislerin, bu amaçla aldıkları torpilleri test amacıyla boş bir alana attıkları ifade edildi.
Kobani olaylarında Şanlıurfa’da Plaka Tanımlama Sistemi’ni (PTS) ve mobese sistemini devre dışı bıraktıkları gerekçesiyle 5 Ocak’ta eski istihbaratçılara yönelik Şanlıurfa ve Gaziantep merkezli operasyon düzenlendi. Gözaltına alınan polislerin tamamı çıkarıldıkları mahkemeler tarafından serbest bırakıldı. Gözaltına alınan polislerle ilgili iftiralar polislerin avukatları tarafından tek tek çürütüldü. Şanlıurfa’da PTS sisteminin kapatılmadığı aksine 3G sistemleri ile kayıt noktalarının artırıldığı ortaya çıktı. Hiçbir dönemde mobese izleme sisteminin devre dışı bırakılmadığı anlaşıldı. Olayların daha yakından izlenmesi ve ayrıntılı görüntü alabilmek için Suruç ilçesi ile Mürşitpınar Sınır Kapısı’nın sıfır noktasına bile 3G kameraların kurulduğu anlaşıldı. Polislerin, gezici mobese araçları ile Kurban Bayramı dahil izin kullanmadan çalıştıkları belirlendi. KOM ve İstihbarat Şube’nin mobeseyi kullanmasına engel olunduğu iddiası da iftira çıktı. İstihbarat şubeye gerekli sistemin kurulduğu, KOM Şube’nin talebinin ise fiziki uzaklık sebebiyle geciktiği anlaşıldı. Talep tarihinde, Kobani olayları nedeniyle il merkezi, Suruç, Ceylanpınar ve Viranşehir’de mobese sisteminin büyük bir kısmının göstericiler tarafından tahrip edildiği, suçlanan polislerin ise güvenlik riskine rağmen kameraların onarımı için kesintisiz mesai yaptıkları, KOM Şube’deki gecikmenin de bundan kaynaklandığı anlaşıldı.
Diyarbakır’da izin komplosu
Havuz medyası, Kobani olayları sırasında Diyarbakır’daki yüzlerce polisin kasıtlı olarak izne çıktığını, ‘paralel’ yapının olaylara zemin hazırladığını ileri sürdü. Bu iftira da, yalan üzerine inşa edilen algı operasyonundan başka bir şey değil. Şöyle ki; 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan sonra diğer illerde olduğu gibi Diyarbakır Emniyeti’nde de adeta deprem yaşandı. 2 bini aşkın polis kıyıma uğradı. Bütün şubeler dağıtıldı. Müdür ve müdür yardımcıları görevden alındı. İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün, TEM’in tamamı değiştirildi. Sadece 2 ayda TEM müdürü 4 kez değiştirildi. İstihbarat ve TEM gibi hassas şubelerde uzmanlık aranmaz oldu. Terör örgütleri ve uyuşturucu şebekelerini teknik ve fiziki olarak takip etme dönemi sona erdi. Emniyet teşkilatı enerjisinin çoğunu kendi personelini fişlemeye harcamaya başladı. Şuanda Diyarbakır Emniyeti’nde 2 yıldır aynı görevi yürüten hiç kimse yok. Hükümet istediği isimleri istediği yere getirdi. Kadroların tamamı değiştirildi.
Gelelim izin meselesine; Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy’a dayandırılan haberlerde, 6-7 Ekim olaylarından önce 85 emniyetçinin izne çıktığını, çok sayıda kişinin de izin istediği belirtildi. Ancak kocaman bir komplo teorisi basit bir gerçek yerle bir oldu. Zira 4 Ekim, Kurban Bayramı’nın birinci günüydü. Bütün devlet memurları tatildeydi. Yaklaşık 7 bin polisin görev yaptığı Diyarbakır’da 85 emniyetçinin Kurban Bayramı iznine çıkması son derece doğal. Kaldı ki, vali veya emniyet müdürü, istihbarat alıp olaylar konusunda herkesi uyardı da, millet buna rağmen mi izne çıktı? Onlarca kişinin hayatını kaybettiği olaylar hakkında bile istihbarat alamayan, gerekli güvenlik tedbirlerini uygulamaya sokamayan kişilerin beceriksizliklerini başkalarının üstüne atmaya çalışması üzüntü verici. ‘Yüzlerce polis izin istedi’ ifadesi ise artık komik bile değil. Mülki amir siz değil misiniz, izin vermezseniz olur biter.
İŞTE, YALANLAR VE GERÇEKLER:
1. Yalan: Cizre’de cadde kenarına bomba attılar.
Doğrusu: Cizre’de böyle bir olay yaşanmadı.
2. Yalan: Devletin resmî görevlileri Yüksekova’da bomba patlattı.
Doğrusu: 3 polis deneme amacı ile boş bir araziye 3 maytap attı.
3. Yalan: Cizre’yi ‘paralel’ karıştırdı.
Doğrusu: PKK’nın gençlik yapılanması YDG-H aylardır ilçede hakimiyet kurdu. HÜDA-PAR yetkilileri bile “Ne paraleli, bize PKK’lılar saldırdı” açıklaması yaptı.
4. Yalan: Şanlıurfa’da Kobani olaylarında MOBESE’ler ve araç tanıma sistemi devre dışı bırakıldı.
Doğrusu: MOBESE’ler ve araç tanıma sistemi hiç devre dışı kalmadı. Üstelik 3G cihazı ile ekstra görüntüler alındı.
5. Yalan: ‘Paralel polisler’ Kobani olayları sırasında izne çıkarak pasif direniş yaptı.
Doğrusu: Olaylar Kurban Bayramı’nın 3. günü başladı. 7 bin polisin olduğu Diyarbakır’da, bayram iznine sadece 85 kişi gitti. Üstelik olaylardan 5 gün önce.