Türkiye’yi yöneten eski
modern sınıf gelişmeyi hazmedemiyor diyen Çalışlar, "Bunlar kim ki bizi yönetecekler" şeklinde bir bakış var diyor. Darbe yapmak isteyen güçlerin Türkiye’de bir Türk-
Kürt çatışmasını kışkırtabileceğini belirten Çalışlar “Gençlik atak,
kavgacı bir mizaca sahip. Ateşlemeye müsait bir alan. Darbeciler buraya her zaman el atar.” diyor.
Antalya’daki öğrenci olaylarından sonra yaşananları değerlendirmek için görüşmeyi düşündüğüm ilk isim
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Oral Çalışlar olmuştu. Çünkü Çalışlar, 68 kuşağının öğrenci liderlerinden, hızlı devrimcilerindendi. 1969-71 yılları arasında
Öğrenci Birliği genel sekreterliği yapan Çalışlar, 12
Mart ve 12
Eylül askerî
darbelerinden sonra düşünceleri nedeniyle uzun yıllar
hapis yatmıştı. Çalışlar’la
Cumhuriyet Gazetesi’ndeki odasında görüştük. Konuşmamız boyunca Türkiye’de 1980 öncesinde olduğu gibi bir sağ-sol çatışmasının yaşanması için sosyal bir zemin olmadığını vurguladı.
Başörtüsü sebebiyle bir kavga beklemediğini belirten Çalışlar, Türk-Kürt çatışmasının kışkırtılabileceğine dikkat çekti ve gençleri bu konuda provokasyonlara karşı uyanık olmaya çağırdı.
Akdeniz Üniversitesi’nde yaşanan olaylar insanlarda 1980 öncesi günlere dönülüyor mu, endişesi doğurdu. Siz nasıl yorumladınız öğrenciler arasında çıkan kavgayı?
Ben
12 Eylül öncesi olayların tekrar edeceği gibi bir kaygıya kapılmadım. Çünkü bugün sosyal çatışmalara uygun bir zemin yok. O dönemde bu tür kavgalarda ülkücüler ve MHP çok aktif ve bilinçli olarak taraftı. MHP uzunca bir süreden beri böyle bir çatışmada taraf olmamaya özel gayret gösteriyor. Hem ülkücüleri
kontrol ediyor hem bu tür çatışmaları kışkırttığını düşündüğü insanları partiden uzaklaştırıyor. Mesela Kemal Kerinçsiz’i
tasfiye ettiler. Çatışmanın bir tarafında MHP gibi bir kuvvet olmazsa, o zaman İslamcıların olması lazım. Onlar da yok. Peki nasıl olacak bu kavga? Ancak şöyle bir şey olabilir. Türk-Kürt çatışması kışkırtılabilir.
Peki bu çatışmayı kim körüklüyor?
Darbe yapmak isteyen güçler. Tabii Antalya’daki o adam birisi tarafından görevlendirildi mi? Yoksa bizzat kişisel bir
provokatör mü? Bilemiyoruz. Gerçekten devlet içindeki birtakım güçler tarafından yönlendiriliyor da olabilir. Darbe için faaliyetlerin karanlık alanlarda tezgahlandığına ilişkin bir sürü bilgi çıkıyor. Bu var ama bunu yapmak isteyenler için maddi zemin çok elverişli değil. Hatırlayacak olursak 12 Eylül öncesi
Maraş’ta,
Çorum’da,
Sivas’ta çok büyük olaylar oldu.
Ülkücüler bu kavgalarda aktif rol oynadı. Bugün görüyoruz ki bunları devlet içinde darbe yapmak isteyen güçler yönlendirmiş.
Yönlendirmiş derken, kullandılar mı demek istiyorsunuz?
Ben ilginç bir şey yaşamıştım. 12 Eylül’den sonra cezaevindeydik.
Alparslan Türkeş’le yan yanayken M.Ali Ağca’nın Papa’yı vurduğu haberini izledik televizyondan. Türkeş, o zaman idamdan yargılanıyordu. Dedi ki: “Oral Bey, inanmayacaksınız ama bize rağmen bizim bazı arkadaşlarımızı kullandılar.” Ben Türkeş’in bu sözünün
Susurluk olayından sonra daha anlamlı hale geldiğini düşünüyorum.
Korkut Eken ne demişti: “Biz
Abdullah Çatlı’yı 12 Eylül’den önce de kullandık.” Türkiye’de çok önemli kritik siyasi
cinayetler işlendi.
Abdi İpekçi, Doğan Öz,
Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’un öldürülmesi gibi. Bu cinayetleri işleyenler yargılanmadı ve yargılananlar da mahkum edilmedi. Bir şekilde kurtarıldılar. Belli ki bu cinayetleri işleyenler devletin bir kesiminin kontrolü ve yönlendirmesiyle yaptılar bunu.
Bugün Devlet Bahçeli’nin MHP’yi ve ülkücüleri provokatif olaylara karşı sürekli uyardığını görüyoruz. Sokak hareketlerini tasvip etmiyor.
MHP’nin de böyle davranmasının maddi bir nedeni var. Birincisi Türkiye son 15-20 senedir
ekonomik olarak çok ciddi bir
büyüme yaşadı. Bu ekonomik büyüme yeni orta sınıflar yarattı. Orta sınıf demek bir
ülkede
demokrasi, barış demek. Orta sınıflar çatışma istemez. MHP de orta sınıflardan oy alıyor. Orta sınıfı kazanan, iktidara gelir. MHP şu mesajı veriyor: Biz milliyetçiyiz ama demokratik milliyetçiyiz. Geçmişte olduğu gibi şiddete dayalı bir milliyetçiliğin tarafı değiliz.
27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden önce üniversitelerde sürekli çatışma çıktığını görüyoruz. Bu darbelerde öğrenci hareketlerinin rolü nedir?
Üç askerî darbe yaşadık.
Öğrenci olayları darbeler için
psikolojik ortamın oluşturulmasında rol oynadı. Gençlik atak, kavgacı bir mizaca sahip. Ateşlemeye müsait bir alan. Darbeciler buraya her zaman el atar. Türkiye’yi karıştırmak isteyen, Türkiye’de istikrarı bozmak isteyen ve yeni müdahaleler yapmak isteyen kuvvetler bu alanları kendileri için bir faaliyet sahası olarak görürler ve kullanırlar.
Elit kesim, AK Parti’yi hazmedemiyor
Nokta dergisinde yayınlanan darbe günlüklerinde ‘yapılması gerekenler’ listesinde öğrencilerin sokağa dökülmesi de vardı...
Şimdi askerî darbe psikolojik bir ortam olmadan yapılamaz.
Askerî darbe ben darbe yapmaya karar verdim deyince hemen olacak bir şey değil. Toplumun bir şekilde ona hazırlanması gerekir. Toplum öyle bir hale getirilir, öyle bir bunalıma sokulur ki
halk asker geldiği için ‘ohh iyi ki geldi’ der. Mesela 12 Eylül öyle oldu. Çünkü
sokaklarda her gün 20 insan ölüyordu. İnsanlar sokağa çıkamıyor. Mahallesinden geçerken öldürüleceği korkusuyla yaşıyordu. Korku ortamı yaratıldığı zaman, psikolojik ortam hazırlanmış demektir.
Akdeniz Üniversitesi’ndeki kavga önce sağ-sol çatışması olarak adlandırıldı. Sonra bölücülerle milliyetçiler çatıştı dendi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bu da bir provokasyon. Geçenlerde biri şöyle diyordu:
Kürtler var, Türk bayrağını tepelediler falan... Bu da açık bir provokasyon. Zaten provokasyon Türkiye’de ya
bayrak üzerinden yapılıyor ya marş üzerinden. Bunlar hep daha önce denenmiş, sınanmış olaylar. Ama
toplum gerginlik istemiyorsa bunlar alev gibi sönüp gidiyor. Şu anda Türkiye’de çatışma ortamı yok; ama bir gerginlik var. Bu gerginliğin bazı çevreleri umutlandırdığını görüyoruz.
Başörtüsü düzenlemesinden sonra bazı rektörlerin “Türban öğrenciler arasında kamplaşmaya yol açar, öğrenciler sokağa iner” şeklinde açıklamaları olmuştu. Türban bir çatışma sebebi olur mu?
Başörtüsü yüzünden bir gerginlik olabilir ama bir çatışma çıkmaz. Burada en kritik konu Kürt meselesidir. Bu mesele kaşımaya en elverişli alandır. Buna karşı uyanık olmak gerekiyor. Sonuç olarak Türkiye’yi karıştırmak istiyorsanız
PKK üzerinden, Kürtler üzerinden yapabilirsiniz. Bu kaşınabilir. Bayrak tepelendi der adam. Milleti sokağa dökmek ister...
20 yıllık bir süreçte bir toplumsal bir diyalog gelişmişti. Son iki yılda toplumda da bir kutuplaşma emareleri görülmeye başlandı. Bu kutuplaşma nereye gider?
Bu kutuplaşma uzun zamandan beri var. Türkiye 1996 yılında
Gümrük Birliği’ne girdiğinde
dış ticaret hacmi 10 milyar dolardı. 4 milyor dolar ihracatımız, 6 milyar dolar da ithalatımız vardı. Şu anda Türkiye’nin dış ticaret hacmi 250 milyar dolar. Türkiye hızla büyüyen bir ülke haline geldi... Öyle olunca eski statükoyla bu işleri yönetmek mümkün olmaz bir hale gelmeye başladı. Şimdi siz hâlâ 1982 Anayasası ile yönetiliyorsunuz. Bütün kurumlarınız 12 Eylül’den kalma. Bütün gerginlik buradan çıkıyor. Siyaset alanı toplumdaki bu değişimi, bu büyümeyi anlayabilmiş değil. Türkiye’nin bu büyük değişime ihtiyacı var. AK Parti de bu değişimin altından kalkamıyor.
Bu gerginlik nasıl aşılır?
Bugüne kadar toplumu bir elit yönetti. Şimdi bu elit kesim muhafazakar orta sınıfı tehdit olarak görmeye başladı. Parlamenter rejimin yavaş yavaş yerleşmeye başlaması ve ekonomik büyümeyle birlikte yeni muhafazakar orta sınıflar Türk
siyasetinde güçlü hale geldi. Hal böyle olunca Türkiye’yi yöneten eski modern sınıf bu gelişmeyi hazmedemiyor. Esas sorun buradan çıkıyor. Bunlar kim ki bizi yönetecekler şeklinde bir bakış var. Bu gerginliğin sonunda halktan gelen dalganın sonuçta Türkiye’de yeni bir durum yarattığını kabullenmek gerek. Bu süreçte iki taraf da hem zorlanıyor hem değişiyor diye düşünüyorum. Bu gerginlik Türkiye’nin demokratik standartlarının yükselmesiyle sonuçlanacak. Biraz acılı ve sıkıntılı olacak, öyle gözüküyor.
Türkiye 68’le hesaplaşmalı
Hatırla Sevgili dizisinin toplumda karşılık bulması geçmişle bir hesaplaşmaya doğru Türkiye’nin geldiğini de gösterir. Türkiye, sorunları sürekli çalının altına süpüren, geçmişiyle yüzleşmeyen bir ülke. Unutmayalım ki
Deniz Gezmiş’ler idam edildi. Mahir Çayan’lar Kızıldere’de topluca katledildi. Bunlarla hesaplaşmadı Türkiye. Bugüne kadar bu konulara ilgisiz kalan toplum artık bunları görmek istiyor. Devletin bunlarla ilgili bir hesaplaşma içine girmesi istiyor. Bir kitapçı arkadaşım benim ‘Deniz’ler
İdama Giderken’ kitabımı daha çok İslamî kesimden insanların aldığını söyledi... Düşünün 10 sene önce Deniz Gezmiş dediğiniz zaman, komünist, bölücü diye düşünen insanlar, bu çocukların idamlık suçu yokmuş, önemli şeyler de yapmışlar diye düşünmeye başladılar. Bu aslında toplumsal bir olgunlaşma göstergesinin ifadesi.
ZAMAN - GENÇLİK