Tunceli Valisi’ni tanır mısınız?
“Tunceli Valisi’ni tanır mısınız?” sorusu, valinin üzerine gidenleredir. Valiyi birebir ben de tanımam. “İnsan tanımadığının düşmanı” derler ya, işte valinin üzerine “
sarhoş naralarıyla” gidenler, valiyi tanımadıkları için gitmektedirler.
Gidiş sebepleri elbet sadece tanımadıklarına besledikleri düşmanlıklarından dolayı değildir. Bu mayada olan insanlar genelde; “iyi, güzel ve doğru” adına ne varsa, her şeye düşmandırlar ve öfkelerini kusmadan rahat edemezler.
İşte Tunceli Valisi
Mustafa Yaman da böyle bir düşmanlar güruhunun saldırısına uğramış vaziyettedir. Yukarıda “Valiyi birebir ben de tanımam” dedim ve hakkında bir araştırma yaptım, “Kimdir ve nasıl bir insandır” diye.
Öğrendiğim bilgiler çerçevesinde valiye savaş açanların haklı olduğunu gördüm. Çünkü Mustafa Yaman dünyaya geldiğinde “sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet getirilmiş bir
Müslüman aile çocuğu.” Tanımaya gerek var mı, esas suçu burada başlıyor.
Mustafa Yaman’a anası besmelesiz süt emzirmemiş, babası da
helal ekmek yemesi için çalışıp çabalamış. Mustafa Yaman’ın hayatında topluma zarar verebilecek en ufak bir şeye rastlamak mümkün değilmiş. Tam bir milletsever ve vatansevermiş.
Öyle
ümit ederiz ki,
İçişleri Bakanlığı Mustafa Yaman hakkında yapılan aleyhte haberlerden dolayı herhangi bir işlem yapıp, milletin devlete olan güvenini sarsmaz. Doğru olan halkın validen şikâyet etmesidir. Gerisi teferruattır.
Allah’tan korkmaz ve kuldan utanmaz hayır düşmanlarına sormak lazım.
Cumhuriyet tarihi boyunca Tunceli’de ilk defa bir vali, halka elini uzatmış, halkın ne yediğine ne içtiğine bakmış, nasıl geçindiğini görmüş, neye ihtiyacı olduğunu tespit etmiş ve kendi yetkisini kullanarak, devlet millet kaynaşmasını sağlamak için birtakım icraatlarda bulunmuş.
Bu “şikâyetçiyan”lara göre vali dediğin, belli bayramlarda meydana çıkar, onda da halka en yakın mesafesi 700 metredir. Kara gözlükleri ve kara elbisesiyle ağır ağabey edasında yürüyerek halkı uzaktan asık suratla selamlar. Sonra yerine oturur ve “döverim ha” (hâlbuki sabah karısından bir ton fırça yemiştir ama olsun) havasında yine aynı suratla çıkar gider. Onlara göre vali dediğin böyle olmalıdır.
Şükürler olsun ki, şimdilerde pek çok valimiz bu “şikâyetçiyan”ların özlediği valilerden değildir.
Milletin özlediği vali ve kaymakamlarımızın sayısı bir hayli fazladır. Halkımız, omzuna eli değen bir vali ve kaymakama hasret bir halktır. Tunceli Valisi Mustafa Yaman da elini vatandaşın omzuna koyan biridir ve halkın sevgisini kazanmıştır.
Devleti halka sevdiren, devlet millet kaynaşmasını sağlayan taraf, devleti temsil eden taraftır. Zaten millet devlet taraftarıdır. Vergisiyle, askerliğiyle, vatandaşlık görevleriyle, toprağı işlemesiyle, pazara çıkmasıyla, sanayiye katkıda bulunmasıyla, alın teriyle, emeğiyl
e devleti ayakta tutan en önemli ve tek unsurdur. Millet olmadan devlet olunmaz.
Esas olan bu önemli unsura devletin
şefkat elini uzatmasıdır. Mustafa Yaman da devlet adına bunu yapmıştır. Tunceli’de yapılan yardımların “şikâyetçiyan”lara ne zararı var? Vali onların cebinden
kuruş mu istemiştir? Yalvarıp yakarıp; “Ne olur siz de bu işe bir el atın” mı demiştir? Ve bu “şikâyetçiyan”lar şimdiye kadar milletin hangi yaralı parmağına merhem olmuşlardır da devlet adına merhem olan insana böylesine ateş püskürmektedirler?
Herkes biliyor ki, Tunceli
teröre
destek veren bir ildir ve teröristlerin de en çok destek aldığı bir yerdir. Teröristlere destek veren kesimler bellidir ve onları devlet bilmektedir. Eğer bu yardımlar, teröristlere destek veren kesimlere gitmişse, o zaman şikâyet eden herkes, yerden göğe kadar haklıdır. Lakin yardımların hiçbirisi terör yanlılarına gitmemiştir.
Eğer öyle bir şey olsaydı o zaman
terör örgütü PKK’nın siyasi kanadı olan DTP’lilerin vekili çıkıp, yardımlara
itiraz etmez ve diğer “şikâyetçiyan”lar da bu kadar rahatsız olmazdı.
Çünkü Vali, kandırılan gençlerin PKK’ya giden dağ yolunu kesmiştir. Malum medya ve çevrelere göre bundan daha büyük suç olur mu?
İşte istenilen oldu ve şikâyetler üzerine yardımlar durdu.
Devlet millet kaynaşmasına ters bir durum varsa devletin hâkimi var, savcısı var, adalet gereğini yapar. “Şikayetçiyan”ların hâkimliğe ve savcılığa soyunmasına gerek yoktur.
HÜSEYİN ÖZTÜRK-VAKİT