Kriz zamanları toz olan tatlı su demokratları!
Mesele,
demokrasi...
Mesele, hukukun üstünlüğü...
Mesele,
insan hakları...
Mesele,
özgürlükler düzeni...
Bu yollarda yürüyebilecek miyiz?
Türkiye, aynı zamanda bir AB projesi olan demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler ve insan hakları düzenini en sonunda gerçekleştirebilecek mi?
Yoksa sınıfta mı kalacağız?..
Güncel soru ve sorun bu.
Ve şimdi bu çerçevede iki
dava ön plana çıkıyor:
Ergenekon davası...
AKP’yi
kapatma davası...
Bu iki dava, Türkiye’de demokratik hukuk devleti açısından birer dönüm noktasıdır. Çünkü bu iki davayla ülkemizde askersel ve yargısal
darbeler dönemi bir daha açılmamak kaydıyla kapanabilir.
Ergenekon davasıyla Türkiye’de darbelerden, darbecilerden, askeri muhtıralardan, siyasal
cinayet ve kumpaslardan, devlet içinde çeteleşmelerden kurtulabiliriz. Ergenekon davası bu yolun kapısını açabilir.
Devlet, demokratikleşebilir.
Devlet, hukukla tanışabilir.
İster silahlı, ister silahsız hiçbir bürokratın kendini hukukun üstünde göremeyeceği gerçeği bizim devlet düzenimize de damgasını sonunda vurabilir.
Şunu hiç unutmayın:
Türkiye 2002 yılı sonundan beri bir darbe süreci içinde.
Hedef, AKP’den kurtulmak...
Ergenekon, bu darbe sürecinin en önemli halkası. Çünkü hem Türkiye’yi askersel bir darbeyle AKP’den kurtarmayı, hem de Türkiye’nin sırtını ABD’ye, özellikle AB’ye dönerek Doğu’ya doğru başka sulara çekmeyi amaçlıyor.
Ama enselendiler.
Yalnız yakayı ele vermekle kalmadılar, aynı zamanda halkın tokadını yediler 22 Temmuz’da,
seçim sandığında...
Ama umutlarını yitirmediler.
Bu devirde artık açık askersel darbenin pek öyle mümkün olamayacağını görenler, 22 Temmuz genel seçimlerinden sonra bu kez yargısal darbe için düğmeye bastılar.
Bir başka deyişle:
Anayasa Mahkemesi’nde karar aşamasında olan AKP’yi
kapatma davası, 2002 yılı sonundan beri yaşanmakta olan darbe sürecinin yargısal ayağıdır.
Şu da söylenebilir:
Bir askersel darbeyi bu devirde artık kimsenin yemeyeceğini görenler, yargı yoluyla darbeyi dünyaya hukuk diye yutturabileceklerini sanıyorlar.
Ama fena halde yanılıyorlar.
Yine de denemek istiyorlar.
Tıpkı 367’de olduğu gibi. Tıpkı 27
Nisan Muhtırası’nda olduğu gibi.
Ama ikisi de tutmamıştı. Hem
seçim sandığında ‘halkın muhtırası‘nı yemişler, hem ‘
Çankaya yolu’nu kesememişlerdi.
Şimdi Türkiye, tıpkı bir yıl önceki gibi son derece kritik bir dönemeçte!
Ve malum sorular:
Türkiye, darbecilerle hesaplaşacak mı? Türkiye, siyasal cinayetlerin, komploların hesabını sorabilecek mi? Türkiye, siyasal hesaplaşmaları askersel ya da yargısal darbelerle değil, seçim sandığında milletin oyuyla yapabilecek mi, bunu öğrenebilecek mi?
Biliyorum, hep aynı sorular.
Ve bu soruların altında, gerçek odağında AKP yatmıyor.
Demokrasi yatıyor.
Hukukun üstünlüğü yatıyor.
Özgürlük düzeni yatıyor.
Halkın oyu, seçim sandığı yatıyor.
Onun için de burada kafayı AKP’ye takmak değil, demokrasi ve hukuk mücadelesine takmak gerekir. Yukarıda da belirttiğim gibi, burada referans AKP değil, AKP’nin günahları, sevapları değildir.
Demokrasidir, hukukun üstünlüğüdür asıl referans...
Bu ülkede eğer ‘zamanın ruhu’nu gerçekten yakalamak istiyorsak, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk yolunda değişimi için
kavga vermekten başka çaremiz yoktur.
Demokrasi ve hukuk çıtasını örneğin AB düzeyine yükseltemeyen bir Türkiye doğru dürüst kalkınamaz, aş ve iş sorununu çözemez ve bunca yıl olduğu gibi
refah yolunda nal toplamaya devam eder.
Bu nedenle Ergenekon davasına dudak bükenler, AKP’yi kapatma davasına hukuk adına
boyun bükenler, şunu iyi bilsinler ki, Türkiye’nin geleceğine iyilik yapmıyorlar.
Bizim gibi ülkelerde zamanının ruhunu yakalamak, tatlı su demokratları gibi
kriz zamanları ortadan toz olmaktan değil, ne kokar ne bulaşır tavırlar almaktan hiç değil, büyük bir kararlılıkla verilecek demokrasi ve hukuk mücadelesinden geçer.
Her ülkede böyle oldu.
Bizde de farklı olmayacak.
Hasan
Cemal/
Milliyet