Mahallede baskı var!
Açık Toplum Enstitüsü ve
Boğaziçi Üniversitesi’nin ortaklaşa yaptığı, “
Türkiye’de farklı olmak; Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler” araştırması haklı
eleştirilere muhatap oldu. Önce şunu tespit etmek gerekiyor. İnsanın olduğu her yerde hata vardır; dün vardı, yarın da olacak. ‘Ötekileştirme ve kendi gibi olmayana baskı yoktur’ demek insan doğasına aykırı. Yalan ve yanıltma amaçlı olduğu sırıtanlar dışında
kayıtlara geçirilen örneklere
toplumda rastlanabilir. Bu hatırlatmadan sonra şunu söylemek lazım:
Araştırmayı yapanlar ve onu kullananlar iki açıdan eleştiriyi hak ediyor.
Birincisi genelleme yapmak. Araştırmanın metodu ve muhtevası genel sonuçlar çıkarmaya müsait değil. Prof. Dr.
Binnaz Toprak’ın yönettiği çalışmadan hareketle, Türkiye’de muhafazakârlığın arttığını veya eksildiğini söyleyemezsiniz. ‘AKP laikleri ötekileştirdi’ ya da “Al sana
Anadolu’nun dillere destan hoşgörüsü” başlıkları atamazsınız. Açık Toplum Enstitüsü Genel Müdürü Hakan Altınay’ın sayfalarımızda okuyacağınız cümleleri bizi teyit ediyor. Altınay, genelleme iddiaları olmadığını şöyle dile getiriyor: “Ne o illerin ne de Türkiye’nin genel durumunu veriyor bu
rapor.” Sınırlı sayıda ve marjinal örnekleri genelleyerek bunun üzerinden
siyaset sosyolojisi yapmaya
itiraz ediliyor. Adı geçen şehirleri veya toplumun belirli kesimlerini yaftalamak tepki çekiyor. Araştırmacılar, söz konusu illeri
Taliban yönetimindeki
Afganistan gibi resmettiklerinin farkında olmalılar. Kadınların şehrin sınırları dışına çıkınca başlarını açtığı bir
Kayseri onlara gerçekten inandırıcı geliyor mu? Bu sorunun her iki cevabı da vahim.
Toplum içinde ötekileştirmeye, baskı kurmaya meyyal sınırlı sayıda insan bulunabilir. Genele yayılma ihtimali kadar önemli olan diğer bir konu, tarafların içinde ‘durun yapmayın’ diyenlerin olup olmaması. İyi niyetli bilimsel bir çalışma bu sağduyulu sesleri kayıt altına almalı. Çalışmayı yapanlar ikinci büyük hatayı burada işliyor. Araştırma, ötekileştirildiği ileri sürülen kesimlere elini uzatan bir camiayı olayın faili hâline getirmeye çalışıyor.
Fethullah Gülen’in gayrimüslim azınlıklarla başlattığı
diyalog sürecinin önemini kim inkâr edebilir? Bir kısım marjinallerin iftiraya varan haksız tepkilerine rağmen aldığı riskin, ne anlama geldiği azınlıkların önde gelenlerine sorulabilir.
Müslüman olmayan coğrafyalarda açılmasına öncülük ettiği okullar bile eleştiri konusu oluyor.
Sanat camiasının unutulmaya yüz tutan yarım asırlık çınarlarına, onur ve
hizmet ödülü verildiğinde dile getirilen eleştiriler unutulmamalı. Alevilerle ilgili açılımlar hâlâ gündemde. ‘Mum söndü’ iftirasını insanlığa zulüm olarak niteleyen Gülen, “Eline, beline, diline sahip ol! Telakkisine bağlı yaşayan ve namusları uğruna çok defa mücadele vermiş bulunan insanların iffetlerini görmezden gelerek, onları gönülden yaralayacak isnatlarda bulunmak ve iftiralara ortak olmak; değil Müslümanlığa, insanlığa dahi sığmayacak bir kötülüktür.” demişti.
Kürt sorunu ile ilgili yaklaşımların bu sorunu suiistimal edenlerin rahatını nasıl kaçırdığını biliyoruz. Hadi hiçbirini bilmiyorlar, kadınları dövmenin bir hak olmadığını, dayak yiyen kadının karşılık verebileceğini söylediğini de mi duymadılar?
Toprak’ın çalışmasına tepkiler bile aslında ötekileştirmenin yaygın ve genelleştirilebilir olmadığını gösteriyor. Ve ötekileştirmenin bundan sonra da marjinal kalacağının sigortası bu tepkiler.
BÜLENT KORUCU-AKSİYON