Bu da Başbakan Erdoğan'a ders olsun!

Tevekkülle yargı kararını bekleyin, uzlaşın, falan da filan… Ancak bu kez durum çok farklı... Nabi Yağcı Türkiye'de dönen dolapları ve sinsi tehlikeyi yazdı.

Bu da Başbakan Erdoğan'a ders olsun!

Türkiye, öngörülebilir ülke olmaktan çıkıyor Önce bir dostumun anlattığı ve günümüze çok uygun düştüğünü düşündüğüm bir fıkra ile başlayacağım. Ölüme mahkum edilen biri son arzusu olarak bir arkadaşına mektup göndermek ister ve mektubunda şöyle der: "Sevgili dostum, sana bir iyi bir de kötü haberim var. Kötüden başlayayım, şu an gözü bağlı olarak bir idam mangasının karşısına çıkarıldım. İyi haber ise henüz hayattayım." Bu kişi yerine günümüzden istediğiniz objeyi koyabilirsiniz, bu parti olabilir, bir iktidar olabilir, demokrasi veya ülke geleceği olabilir. AK Parti'yi kapatma davası bir avuç vurdumduymazımız dışında içte ve dışta Türkiye'nin geleceği açısından büyük bir şaşkınlık ve derin kaygıyla karşılandı. CHP içinden bile hoşnutsuzluk belirten bir ses çıktı (aman nazar değmesin!). Yani işin şaka götürür bir tarafı yok, bu nedenle köşenize çekilip yargı kararını soğukkanlılıkla bekleyin türünden iyimserlik telkinleri en fazla yukarıdaki fıkranın "iyi haberi" anlamına gelir ancak. Zira kötü olan haber gelecek olan yargı kararı değil ondan önce davanın açılmasıyla birlikte içine girdiğimiz ucu görünmeyen karanlık tüneldir. Türkiye'nin kredi notu düşürülmüştür düşen yalnızca mali kredimiz değildir. İçerde ve dışarıda her şey belirsizliğe itilmiş durumdadır. Oysa tarih öncesinde değil iki yıl öncesinde, Türkiye Avrupa Birliği tam üyeliği için adaylığı müzakere edilebilir statü kazandığında içte ve dışta şu yorum yapılmıştı: "Türkiye artık öngörülebilir bir ülke oldu". Bunun anlamı "Bu ülkede artık akşamdan sabaha ekonomide ve siyasette beklenmedik şeyler olmaz" idi. Bugün bunu söyleyebilecek durumda mıyız? Belki tersinden düşünürsek doğru olabilir: Yani demokrasi maceramız açısından bakıldığında ülkemizde bugün olanlar gayet öngörülebilir gelişmelerdir. Demokrasi olan biteni sineye çekme rejimi değildir, tersine demokrasinin en ufak çiğnenmesi, çiğneyenlerden hangi nedenle veya uzlaşma gibi hangi ad altında olursa olsun eğer hesap sormayı beceremezsek yol olur. Arkadan gelenler o yolu kullanırlar ve hatta daha da genişletirler, anti-demokrasi patikası giderek Ankara asfaltına döner. Öyle olmuştur: 27 Mayıs darbesiyle bu ülkede bir başbakan idam edilmiştir. Bugün bu idamın gerekçelerini haklı bulabilen vicdan ve akıl sahibi var mıdır? Sanmıyorum. Ama son derecece sinik ve kinik bir tarzda muhalefet sesi çıkaranlar (Süleyman Demirel, Cindoruk ve çevresi) iktidar oldukları halde hesap sormamışlardı. 12 Mart muhtırası ile iktidardan oldukları halde kendileri için bile sormadılar ve yine aynı çevreler ve hatta sosyal demokratlar, (CHP-SHP-DSP) ve Milli Selametçiler 12 Eylül devirmesiyle iktidardan düşürüldükleri ve hatta cezaevine konuldukları halde ardından iktidar veya koalisyon ortağı olduklarında yine hesap soramamışlardır. Bütün bu çevreler "12 Eylül anayasası anti-demokratiktir değişmelidir" demişler ama iktidar olanağına sahip oldukları halde değiştirme yönünde ciddi hiç bir adım atmamışlardır. Neden? Bülent Ecevit dahi kendisine kurşun sıkan, suikast hazırlayanın derin devlet veya özel harp dairesi olduğunu açıkladığı halde başbakanken bile derin devletin üzerine gitmemiştir. Neden? İşte bunları hatırlayarak diyorum ki, bugün olan bitenler; Şemdinli'ler, Hrant Dink davasında yaşananlar, muhtıralar, e-muhtıralar, Ergenekon'lar, yargı darbeleri, parti kapatmalar, gece yarısı apar topar gözaltına almalar, hepsi hepsi bildik bir filmin tekrarı gibidir. Dışarıdan bu gelişmeler Türkiye'yi öngörülebilir ülke olmaktan çıkaran olgular olarak görülse de bizim için hiç de öngörülemez olgular değildir. Ne var ki, öngörmek bizde önlem almak, ders çıkarmak anlamına gelmiyor, alışmak demek oluyor. Bizde olan bitenlere dünya şaşıyor ama biz şaşmıyoruz, olağan karşılıyoruz her şeyi; tevekkülle boyun eğiyoruz, isyan etmiyoruz kaderimize. Hiçbir şey şaşırtmıyor bizi. Hani hep söylemez miyiz; Burası Türkiye olur böyle şeyler canım! Yine tevekkül önerenler hayli çok. Tevekkülle yargı kararını bekleyin, şeriatın kestiği parmak acımaz, uzlaşın, falan da filan… Ancak bu kez durum çok farklı. Eğer Kemalist restorasyon projesi yol bulursa bu artık ara istasyon demek olmayacaktır. Türkiye dünyadan koparılıp içine döndürülecektir. Hem de muhtemelen darbeyle falan da değil, çok olağan görünen, kendiliğindenmiş gibi görünen bir yolla: İstikrarsızlaştırma yoluyla: İktidarsızlık=istikrarsızlık=iktidarsızlık sarmalıyla. Ve böylece iktidar gücünü halktan alamayanlar da iktidar sahibi olabilecekler. İktidarın polarizasyonu yani. Fıkrayla başladık, çok bilinen olsa da uygun düştüğü nedeniyle yine bir fıkrayla bitirelim: İdam mahkûmuna son sözünü sormuşlar; "Bu da bana ders olsun" demiş. NABİ YAĞCI/REFERANS
<< Önceki Haber Bu da Başbakan Erdoğan'a ders olsun! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER