Ahmet Turan Alkan'ın yazdığı yazılar kendi tabiriyle bir gofret tadında. Okuyucularından gelen maillere titizlikle
cevap verdiğini söyleyen Alkan, daha çok 'Bizi güldürdün
Allah da seni güldürsün' tepkisiyle karşılaşıyormuş...
Ahmet Turan Alkan, akademisyenliği ve yazarlığıyla geniş bir okur kitlesi yakaladı.
Akademisyenliğinde
emekliye ayrılan Alkan, yazılarıyla hala hem güldürüyor hem düşündürüyor. Zaman zaman okuyucuyu sıkan siyasi meseleler onun köşesinde sıkıcılığından arınıyor. Mizah-
siyaset arasındaki dengeyi çok iyi kurabilen nadir yazarlardan biri olan Alkan'a göre siyasi konular zaten mizahi şekilde cereyan ediyor. “Yazılarda hava boşlukları bırakıyorum,
kütük gibi tuğla gibi yazılar yazmıyorum. Onları havalandırmaya çalışıyorum. Gerek fikren gerek üslup ve konu itibariyle Pazar yazılarım en çok okunan yazılarımdır diye düşünürüm hep. Çünkü orada ağır yazar, büyük yazar rolünde değilim, herkesten biriyim. Mesela kendimle dalga geçince okurların hoşuna gidiyor.” diyen Ahmet Turan Alkan'a bu dengeyi nasıl kurduğunu sorduk. '
Meslek sırrı' diye cevap verse de bu röportajda sıkı takipçilerinin kaçırmaması gereken önemli ipuçları bulunuyor.
Zaman Gazetesi ve Aksiyon'da geniş bir okur kitlesi yakaladınız, aynı zamanda geçen yıla kadar da Cumhuriyet Üniversitesi'nde akademisyendiniz. İkisini bir arada yürütmek zor oldu mu?
Başlangıçta problem teşkil edecek gibi görünüyordu. Özellikle
Sivas gibi
küçük bir yerde. Ama ben yıllarca kültür konuları üzerinde yazılar yazdım, bundan 10 sene önce de her konuya yaklaşan, politik konulara da yaklaşan konulara yöneldim. O zaman problem olmadı. Bir ölçü tutturdum kendimce galiba. Bu üniversitedeki amirlerimi rahatsız etmedi, rahat oldu benim için problem çıkmadı.
İki işi birlikte yapmak sizi nelerden mahrum etti ya da size ne kazandırdı?
Benim
bilim adamı tarafımı köreltti. Derslerime ancak hazırlanacak takatim kalıyordu. Onun haricinde
gazete yazıları yeni bir şeyler yapma enerjimi emdi.
Çok iyi tarih etütleri yapabilirdim. Hala yapabilirim ama gazete yazıları devam ediyor.
Tarihçi yanıma biraz haksızlık ettim. Belki mesleğime de öğrencilerime de haksızlık ettim böyle bir mahsuru oldu. Şimdi diyeceksiniz ki emekli oldunuz, bıraktınız bu işi. Daha iyi mi oldu?
Hayır, şimdi emekli olmadan önceki halimden çok daha fazla çalışıyorum. Akademisyenliği bırakınca yazarlığa ayıracak vaktim çoğalmadı. Kendi kafama göre yazabileceğim şeyler için zaman artmadı, garip bir şekilde o boşluk doldu. Hayatımın, çevremin değişmesini istiyordum. İstediğim oldu.
Siz akademisyenliği bırakmayı tercih ettiniz.
Çünkü akademisyenlik kuruma bağlı olarak yapılan bir iştir, istersem yine devam ettirirdim ama yazarlık her yerde yapabileceğiniz bir şeydir, yazarlık bana bir hareket imkânı kazandırdığı bir hürriyet alanı açtığı için yazarlığı devam ettiriyorum. Bir de belirli günlerde, belirli saatlerde, belirli yerlerde olma fikri bir yaştan sonra hoşuma gitmemeye başladı. Belki de kötü bir akademisyen olduğum için bırakmış olabilirim. Kendime saygım kalmayabiliyordu.
Nasıl mesela?
Yani öğrencilerime daha iyi
ders anlatmak onların tezlerini daha zengin şekilde yönetmek, işimi savsaklayıp savsaklamamak noktasında zaman zaman tereddüt yaşamışımdır.
'YAZILARIM ÇITIR ÇITIR OLMALI'
Aksiyon Dergisi'ndeki Kurşunkalem yazılarınızın bir kısmını kitaplaştırdınız. Peki dergi ve gazete yazılarınız arasındaki üslup farkı okuyucuya nasıl yansıyor?
Evet, Kurşunkalem yazılarının bir kısmını kitaplaştırdım. Aksiyon'daki yazılarım sayıca 500'e gelmek üzere. Bu fikir bana daha sonra iyi bir fikir gibi gelmemeye başladı. Dergide daha çok fikir ağırlıklı yazıyorum. Gazetede yazılar dikkat
çekici ve kısa olmak zorunda. Her gazete okuyucusu dergi yazısı okumak zorunda değil. Dergide gazete yazılarında değinemediğim konular üzerinde çalışıyorum. Yazılar hem çıtır çıtır olsun, yani kolay okunsun hem de fikir ağırlıklı olsun. Ama ikisini bir araya denk getirmek her zaman kolay olmuyor.
Okuyucularınızla aranızda farklı ve güzel bir samimiyet var. Bir yazar bu samimi havayı nasıl yakalayabilir?
Yazılarda hava boşlukları bırakıyorum. Kütük, tuğla gibi yazılar yazmıyorum. Onları havalandırmaya çalışıyorum. Gerek fikren gerek üslup, konu itibariyle Pazar yazılarımın en çok okunan yazılar olduğunu düşünüyorum. Çünkü orada ağır yazar, büyük yazar rolünde değilim. Herkesten biriyim. Mesela kendimle dalga geçince okurların hoşuna gidiyor. İnsanlar bizden birisi diye düşünüyor. Öyle düşünmeleri lazım, çünkü öyle biriyim. Başıma gelen olaylar, duygularımı ifşadaki samimiyet, saflık onların çok hoşuna gidiyor.
HAKARET MEKTUPLARININ CEVAPLARINI BEKLETİYORUM
Okuyucularınızdan gelen maillere titizlikle cevap verdiğinizi biliyoruz, nasıl tepkilerle karşılaşıyorsunuz?
Nezaket taşıyan her mektuba cevap vermeye çalışıyorum. Tabi bunun istismar edildiği olur, neticede onların da faydaları var. Güzel mektuplar geliyor, çok dua alıyorum. Sen beni güldürdün Allah da seni güldürsün diyenler oluyor. (Gülüşmeler)
Ya hakaret mektupları, onlara da cevap veriyor musunuz?
Hakaret mesajları da geliyor böyle maillere cevap vermiyorum. Birkaçına cevap verdim, baktım ki sözden anlayacak gibi değil. En iyisi cevap vermemek diyorum. Çok kızdığım bu gibi maillerin cevaplarını göndermeden önce biraz bekletiyorum.
BENİ BİR EV HANIMI DA OKUMALI
Yazılarınız çoğu zaman hem mizahi hem de çok vurucu, gündeme dair sert eleştiriler getirirken aynı zamanda okurun yüzünde bir gülümseme de bırakabiliyorsunuz.
Zaten siyaset öyle. Konular mizahi şekilde cereyan ediyor. Mesela
Onur Öymen'in hadisesi de dramatik ve
komik bir şeydir. Onur Bey yıllarca Türkiye'yi
yabancı kuruluşlarda temsil etmiş birisi, karşıdan baktığınızda mükemmel bir insan. Ama ağzından gak deyince
peynir düşüyor. Biz senin basiretine nasıl güvendik de yıllarca koca ülkeyi temsil ettirdik.Bunları yazdığınızda çelişkileri yakalarsınız. Mizah çelişkiyle yürür. Bu mizah unusurudur.
Peki, yazılarınızda mizah ve siyaset arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Meslek sırlarımı anlatmam. (Gülüşmeler) Mizah çok önemli, ben mizahın çok etkili bir mücadele, hatta
kavga aracı olduğunu düşünüyorum. Biz bunun kadrini kıymetini bilmiyoruz. Bu biraz bizim toplumsal kültürümüzden kaynaklanıyor. Biz genelde 'Ağır ol, sırıtma, ne vara yoğa gülüyorsun' denilerek büyütüldük.
Bu yüzden mi yazılarınızda mizah var?
Evet. Bir de kolay okunsun diye yazılarıma mizah katıyorum. Beni bir ev kadını da okumalı. Kadınlar önemli bir okuyucu kitlesidir, nüfusun yarısını teşkil ediyor. Beni sadece evin
yaşlı başlı beyi okumamalı, çocuklar da okumalı.
Mizah dergisi Cafcaf'ta yazmaya başladınız. Mizah dergilerini okur musunuz?
Mizah dergileri okumuyorum. Cafcaf'ı desteklemek için orada yazıyorum. Ama onlar okunmasın demiyorum. Bizim katılmadığımız türde bir mizah yapılıyor. Cafcaf'ta bunun daha iyisi yapılabilir mi, onun arayışı var. Bu da kolay değil, şahısları aşağılamadan mizah yapacaksanız çok zekice, çok ince, usturuplu yapmanız gerekiyor. İşiniz bir kat daha zorlaşıyor.
Memleketiniz Sivas. Altıncı Şehir kitabınızda da Sivas'ı anlattınız. İstanbul'a ise yeni yerleştiniz, bu şehir sizin için ne ifade ediyor?
İnsanlar ikiye ayrılır; İstanbulcular ve Ankaracılar. Ben İstanbulcuyum. İstanbul,
Osmanlı şehri. Dünyaya daha açık ve daha
estetik bir şehir. Çalıştığım gazete burada, İstanbul'un tabiatı güzel, Boğaz'a yakın olmak güzel bir şey. İstanbul bizim medeniyetimizin, estetiğimizin üretildiği ana
fabrika, atölyedir. Hep derim ki gidin İstanbul'da herhangi bir fakülte okuyun, farkında olmadan ikinci bir fakülte okuyacaksınız, o da İstanbul görgüsüdür. İstanbul görüntüsüyle, kalabalığıyla, telaşıyla, sergilediği yüksek estetik ya da perişan estetik değerlerle insana çok şey öğretir.
YENİ ŞAFAK