Ama bilirim ki,...
Komploları ısrarla yok saymaya çalışmak da bazen "gerçeklere karşı bir
komplo"ya dönüşür.
İki gündür televizyondaki güncel
tartışma programlarını izliyorum. Ne zaman "suikast teşebbüsü" lafı geçse, bazı tartışmacıların yüzünde alaycı bir gülümseme oluşuyor.
Belli ki, gazetelere yansıyan,
dava dosyalarına giren suikast iddialarını hafife alıyorlar.
Bir de gazeteci olacaklar!
Sanırsınız ki, bunca yıl İsviçre'de yaşamış, görev yapmışlar!..,
Sanırsınız ki, daha dün doğmuş, bugün gazeteciliğe başlamışlar da, siyasal tarihimizin aynı zamanda
faili meçhul suikastlar zincirinden oluştuğunu bilmiyorlar!..
***
Bıraktım, Cumhuriyet'in belki de en demokratik parlamentosunun; yani 1. Meclis'in feshiyle sonuçlanan kargaşa ortamını yaratan Ali Şükrü Bey suikastını...
Bıraktım, Atatürk'e karşı düzenlenen
İzmir suikastı girşimini ve bununla ilgili açılan davaların tartışmalı kararlarını...
Bıraktım, 1948'de güzelim yazar ve
şair Sabahattin Ali'nin öldürülmesini...
Meraklısı araştırıp öğrensin.
Ben kendi hayatıma baktığımda bile şunu görüyorum.
1960'ların ikinci yarısıydı.
Çocuktum.
Suikastlara sadece bir gün hayret edip en fazla bir hafta üzülen ve sonra unutuveren bir Türkiye'ye
akıl erdirmekte zorluk çekerdim.
Gençliğimde siyasi
cinayetlerin arkadaşlarımı, hocalarımı, akranlarımı alıp götürdüğüne tanıklık ettim ve hiçbirinin hesabının doğru düzgün sorulmadığını gördüm.
Onlarca yıl geçti, değişen bir şey olmadı.
Faili meçhuller, suikastlar, siyasi
cinayetler sürdü gitti.
***
Resmi rakamlara göre bine yakın, gayrı resmi rakamlara göre dört binden fazla siyasi nitelikte faili meçhul cinayet yaşanmış bu ülkede!
Şaka değil, yalan değil.
Tam galiba bir şeyler gerçekten değişti deyip ferahlamışken...
Çok karanlık bir tezgâhın parçası olarak Hrant'ı kaybettik! Şimdi söyleyin...
Suikast girişimi iddialarını nasıl hafife alabilirim ve bu iddialara
burun kıvıranları nasıl hoş karşılayabilirim?
HAŞMET BABAOĞLU-SABAH