Abdullah Gül,
Türkiye'nin 11'inci Cumhurbaşkanı olarak ilk gezisini
Güneydoğu'ya yapıyor. Dün Van'a uçan Gül, ardından
Başkale,
Hakkari,
Siirt,
Yüksekova ve Diyarbakır'a gidecek.
Cumhurbaşkanı'nın bu sembolik gezisi cesur bir adım. Neden? Çünkü Güneydoğu Türkiye'nin kanayan yarası. Yıllardır ayrılıkçı
terör, üzerine fakirlik, etnik milliyetçilik,
yoksulluk ve genel anlamda "dışlanmışlık" duygusuyla mücadele eden bir
bölge. Ahmet Necdet Sezer'in adım atmaya lüzum görmediği bu topraklar, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünün garantisi. Mantık şu: Biz o bölgenin insanına kucak açacağız, sizi
terörist olarak görmüyoruz diyeceğiz, birinci
sınıf demokrasi sunacağız ki, onlar da yıllardır yaşadıkları dışlanmışlık duygusunu bir kenara bırakacak, aidiyet duygularını güçlendirecek, terörü tam anlamıyla dışlayacak, kendi geleceğinin
Kuzey Irak'taki
Kürt oluşumuna değil
Avrupa Birliği'ne yürüyen bir Türkiye'de olduğundan emin olacak.
Cumhurbaşkanı'na eşlik eden
Milli Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik, Van'a inmeden önce telefonla görüştüğümüzde şunları da hatırlattı: "Cumhurbaşkanı ilk önce kendi bölgesi Kayseri'ye ya da başka bir yere gidebilirdi. Bu bölgeye giderek hem bölge
halkını kucaklamayı hem de güvenlik güçlerine moral
destek vermeyi amaçlıyor."
Gül, Cumhurbaşkanı seçildikten sonraki ilk konuşmasında, herkesi kucaklayacağı mesajı vermiş, bana göre Türkiye'nin sorunlu meselelerine bir bir değinerek sorunları "idare etmek" değil "çözüme katkıda bulunmak" amacında olduğunu vurgulamıştı. Bu yüzden, sanırsınız ki Türkiye'nin aydınları, yazarları, liberalleri, yıllardır "Brüksel'in yolu Diyarbakır'dan geçer" diyen Avrupacı
İstanbul eliti, bu geziyi bol bol alkışlayacak.
Ancak ortada öyle bir durum yok. Tam tersine İstanbul eliti ve iş dünyasından, neredeyse Genelkurmay'ın tutumunu hatırlatan bir tavır var. Geçen hafta Köşk'te medya ve iş dünyasına verilen resepsiyonda, Türkiye'nin önemli liberal kalemleri ve hatırı sayılır işadamları, davetli olmalarına karşın gelmemeyi seçmişlerdi.
Peki Beyaz Türkler neyi boykot ediyor? Türkiye liberal olsun, tamam. Yüzü Avrupa'ya dönsün, güzel. Serbest piyasa olsun, tamam. Kürt meselesini rasyonel ve demokratik bir zeminde halletsin, bu da tamam. Peki itirazınız ne? "Ama bütün bunları bize benzemeyen değil bizim gibi insanlar yapsın." Sanırım bunu demek istiyoruz resepsiyonlara gelmeyerek. "Bu istediğimiz işler yapılsın. Ama yapanlar
AK Parti kökenli insanlar değil, bizimle birlikte yiyen, içen, bizim gibi yaşayan, düşünen, görünen birileri yapsın" diye özetlenebilecek bir sendrom mu yatıyor bu boykotun ardında? Anlam veremiyorum.
Yönetim biçimlerinden en şahanesi olan aristokrasi, maalesef insanlık tarihi tarafından Ortaçağ'ın sonunda reddedildi, yerine demokrasi kabul edildi! O zaman bu zamandır, zaten Türkiye'de halk tarafından iktidara getirilen insanlar, hiçbir zaman elitlerle aynı renkler ve zevkleri paylaşmıyor. Bunu yeni mi fark ediyoruz?
ASLI AYDINTAŞBAŞ/SABAH