Kendi ifadesiyle bedenen
Pakistanlı ruhen Türk olduğunu hisseden Pakistanlı Türkolog Prof. Dr.
Muhammed Sabir
Türkiye’de kaldığı 1958 -61 yılları arasında Bediuzzaman Said
Nursi’den İsmet
İnönü’ye bir çok inlü ismi tanımış.
Karaçi Üniversitesi
Türkoloji ana bilim dalı hocasıyken
emekli olan Profesör Sabir Karaçi de sakin bir hayat sürüyor ve haftada iki gün Karaçi Üniversitesin de dışarıdan Türkoloji
derslerine giriyor.
Pakistan’lı Türkolog Muhammed Sabir
Hindistan’ın
Allahabad Şehrinde 1935 de dünyaya gelir. Üniversite eğitimini Aynı kentte tamamlar. Üniversite yıllarında tanıştığı öğretmeni, Çin’den kaçarak Hindistan’a gelen
Haşim Beg Dursunoğlu adındaki bir Uygur
Türkü’dür. Haşim Beg Dursunoğlundan
Türkçeyi öğrenir. O yıllar Hint kıtasındaki müslümanlar bağımsızlıklarını yeni kazanmış Pakistan’ın sıkıntılı yıllarıdır. Hindistanda yaşayan müslümanların
akın akın Pakistan’a hicret ettiği yıllarda Muhammed Sabir’de ailesiyle Pakistan’ın Karaci şehrine hicret eder. 1957 yılında Karaçi Üniversitesi
İslam Tarihi bülüminden
mezun olur. Türkçe bildiği ve Türk kültürüne meraklı olduğundan Türkiye ile ilgili çalışmalar yapar, bir ara Pakistan-Türk
Kültür Cemiyeti’nin azalığını da üstlenir. Türkiye dönüşü, bu derneğin genel sekreterliğini de yürütür.
Muhammed Sabir’in Türkiye macerası 1958 yılında başlar.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bursu ile Türkiye’de okuyacak iki Pakistanlı talebeden biri olmaya hak kazanır.
İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı bölümüne kaydını yaptırır. Genç Pakistan’lı Sabir’in medeni cesareti ve girişken yapısı ona kısa sürede geniş bir çevre kazandırır. Dönemin tanınmış hocalarından olan Prof. Abdulkadir Karahan, Prof. Ali Nihat Tarlan, Prof. Mahir İz, Prof. Ahmet Caferoğlu, Prof. Tahsin Banguoğlu, Zeki Velidi Togan’dan dersler alır. 23 yaşında Türkiye’ye gelen Sabir, hareketli ve renkli bir öğrencilik dönemi beklemektedir. Doktorasını yaptığı 1958-1961 yılları, Türk siyasi hayatının en çalkantılı dönemidir aynı zamanda. Muhammed Sabir’in
Bediüzzaman’dan ismet İnönü’ye, Nihal Atsız’dan
Necip Fazıla,
Behçet Kemal Çağlar’dan İsmail Hakkı Danışment’e, Eşref Edip’ten Sami Onar’a, Ali Fuat Başgil’den Osman
Bölükbaşı’na, İsa Yusuf Alptekin’den Mehmet
Emin Buğra’ya kadar bir çok inlü isimle tanışır.
Bediuzzaman ve Risale-i Nur’la Tanışması
Ancak Muhammed Sabir’in Beiuzzaman
Said Nursi ile tanışması diğer ünlü isimlerden farklıdır. Sabir’in Bediuzzaman’la tanışması daha Türkiye’ye gelmeden önce olmuştur. Bediuzzaman Said Nursi
Demokrat Parti döneminde geçmişe oranla baskılar azalmış, Risale-i Nurlar’a mahkemelerden peşi sıra gelen
beraat kararları ile eserlerin Türkiye ve dünya yayılması ivme kazanmasıyla eserler Pakistan’a da ulaşmış. Muhammed Sabir Türkiye’ye gelmeden 3 yıl önce yani 1955 yılında Nur Risaleleri ile tanışmış. O yıllarda Hilal ve İslam Gazetesi sahibi
Salih Özcan Pakistan‘ın basın ateşesi Yakup Dadaşi vasıtasıyla
mektup ile birlikte Said Nursi’nin hayatını anlatan bir kitap yollar. Bediuzzaman hayatından çok etkilenen Sabir, Bediuzzaman’ın hayatını araştırmaya başlar. Bu sırada Bediuzzaman’a bir çok mektup yazar. Mektupların konusunu genelde islam birliği, dünyayı tehtit eden kominizm
tehlikesi ve esaret altındaki müslüman
ülkelerin durumları ile alakalıdır. Mektuplarının birinde ise Said Nursi’yi Pakistan’a davet eder. Bediuzzaman Sabir’in mektuplara karşılık verildiği gibi bu mektuplar tarihçe-i hayat isimli eserinede konulmasını sağlar. Bunun üzerine
genç Sabir Pakistan’da yayın yapan, Cenk, Davet,
İstiklal,
Asya, İnkilap isimli saygın gazetelerde Bediuzzaman ve Nur Risaleleri hakkında 12 ayrı
makale yazar. Bediuzzaman’a yazdığı bir mektubunda ise bu makaleleri kitaplaştırmak için izin alır.
Panislamizm Yok İttihad-ı İslam var
Doktora eğitimini almak için geldiği Türkiye’de Said Nursi ile görüşmek için
sabırsızlanır. Ve Önceden beri tanıdığı Salih Öcan’ı devreye koyarak randevu talep eder. Gerisini söyle anlatıyor Sabir; “1959 senesinde Salih Özcan Bey ziyaret meselesini üzerine alıp beni bir adamla Said Nursi’nin
Emirdağ daki evine gönderdi. O sıralar ziyaretçi kabul etmeyen Bediuzzaman Pakistanlı olduğumu duyunca beni kabul etti. Emirdağ İlçesinde iki katlı bir evde oturuyordu eve girdiğimizde bizi ayakta karşıladı. Selam verdim beni bağrına bastı Pakistanlı oğlum hoşgeldiniz dedi, Kafasında sarığa benzer bir bez parçası vardı evde ise çok basit ve eski eşyalar vardı. Evde bulunan taleberine benim için yemek hazırlamalaırını söyledi, Üstad yemek için bizden müsade istedi. Bizimle yemedi ben çok az yerim ama siz yiyin dedi, O gün evde bulunanlarla birlikte plav ve yourt yedik. Bediuzzaman’ın Emirdağdaki evinde bir gecede konaklayan Sabir Bediuzzaman’la sohbet etme imkanı bulur. Ona, kominist
Sovyetler Birliği ve Şia
İran hakkında sorular sorar. Muhammed Sabir’in
Rusya’nın Askeri tehtiti üzerine sorduğu soruya söyle karşılık verir Bediuzzaman “Rusyanın maddi kuvvetinden korkumuz yok Türk milleti 5 bin senedir savaştığı kan döktüğü için tarih sahnesinde kaldı. Yüz binlerce şehit veririz yinede savaşırız, asıl tehlike Rusya’dan gelecek fikri tehlikedir inkarı uluhiyet fikridir, maddeci bolşevik tehlikedir. Bu fikirle mücadele etmek lazım ben bunun mücadelesini veriyorum. Türkiye Alem-i İslamın kalesidir, Türk
halkı kominist olursa Türk Milleti kalmaz” dediğini iletiyor. İttihad-ı İslam ve İran konusunda Bediuzzaman’a sorduğu soruya ise şu karşılığı alıyor Muhammed Sabir, “Panislamizm yok ittihad-ı İslam var. İleride Bütün
Müslümanlar bir usul ve anlaşmayla İslam birliğini oluşturacaklar. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra en iyi adımlardan birisi Türkiye, İran,Pakistan ve
Afganistan’ın bir araya gelerek oluşturduğu Sadbat Paktıdır. İran ise müslüman bir ülkedir inşaallah ileride ittihad-ı islam için hiçbir müdehale etmeyecektir.” İfadesinden sonra soru sorma sırası Bediuzzaman’a gelir. Sabir, “Bediuzzaman bana ne gibi tahsille meşgulünüz diye sordu. Ben de dedimki İstanbul iniversitesinde Türkoloji talebesiyim. İslam öncesi ve sonrası Türk Tarihi, Türk Dili ve Edebiyatı ve Türk Kültürü üzerine eğitim almaktayım dedim. Bunun üzerine bana; “Sabir Bey! yalnız ilmi ve dini tetkiklerle meşgul olacaksınız ve hiç bir siyasi partiye girmeyeceksiniz, Sizin burada en evvel işiniz tahsilinize teveccüh edip diplomanızı almaktır. Madem siz Türk Edebiyatı ile uğraşmaktasınız; o halde iki memleket arasında çok yakın bir irtibat kurmak için çalışmalısınız.” Muhammed Sabir, Bediüzzaman’ın kendisine ayrıca siyasete girmemesini
tavsiye ettiği söylüyor ve ekliyor. “
Hayatım boyunca bu tavsiyeye uydum ve şu yaşıma kadar asla hiçbir siyasi partiye üye olmadım.” Hatta bu tavsiyeye uyma konusunda o kadar titiz davrandım ki, üniversite arkadaşlarım tarafından dönemin başbakanı
Menderes aleyhtarı gösterilere katılmaya zorlandığımda, tercihini katılmama yönünde kullandım. O günlere ait hatıralarından birisi de şöyle naklediyor Mauhamed Sabir: “Bir gün üniversite çıkışı Menderes aleyhtarı gösteri yapan öğrencilere denk geldim.
Beyazıt Meydanı’nda polis öğrencileri topluyor ve bir çember içine alıyordu. Bir yandan polis öğrencileri topluyordu; diğer yandan askerler salıveriyordu. Bir ilginç olay da, ihtilalin ünlü komutanlarından
Muzaffer Özdağ’ın kaldığımız yurda gelip öğrencilere ateşli bir konuşma yapması olmuştu.”
‘Pakistanlı Oğlum’ Sizi Ben Uğurlayacağım
Sohbetin sonunda Üstad’ın soy adını sormak isdeğimde başıma yavaşça vurarak, “soy adım okur, okurum okurum” dediğini ifade ediyor. Kendisi de bana soy adımı sordu bede; Üstadım Pakistan da
soyadı kanununun olmadığını söyledim kendisine. Daha sonra Bediuzzaman’ın Rusya eseraetinde kaldığı süre içerisinde Rusça’yı ve Kiril alfabesini öğrendiğini ağzından duyduğunu sözlerine ekliyor. Akşam olmak üzereyken ziyaret sona doğru yaklaşıyor, ayrılmak üzere müsade isteyen Sabir’e bir süpriz yapıyor Bediuzzaman. Talebelerinden birini yanına çağırıyor ve
arabasının hazırlanmasını istiyor. Pakistanlı oğlum sizi ben uğurlayacağım diyor. Bunun üzerine orda bulunan herkes hayretler içinde kalıyor çünkü Bediuzzama’nın daha önceki misafirlerine böyle birşeyi yapmadığını söylüyorlar. “Araba hazır olduğunun haber verilmesi üzerine kendisi arka koltuğa ben ise ön koltuğa oturdum. Arabanın şöförlüğünü Zübeyir isminde bir talebesi yapıyordu. Herkes sokaklara inmiş şaşkınlıkla bize bakıyordu, halk Bediuzzaman’a büyük ilgi gösteriyordu. Emirdağın dışına çıktık yaklaşık 25 kilometre gittik yol boyunca bizi polis durdurmadı. Sonra İstanbul
otobüslerinin geçtiği güzergaha geldiğimizde kendisi arabasından inmedi, elimi tuttu, dua etti, başımı okşadı ve sırtıma hafifçe vurarak Allah’a emanet ol dedi. Sonra arabası hareket etti ve ayrıldık. Bediüzzaman’ı Emirdağ’ın dışında görenler yanıma geldi esmer tenli olduğum için sen Arap mısın? diye sorduklarında hayır ben Pakistan’lıyım Pakistan bir müslüman devlettir dedim. Zübeyir bey’in yanımda kalması için tenbihettiği arkadaşlar otobüs gelene kadar beni beklediler, nihayet otobüs gelgi ve ben istanbula doğru hareket ettim.
İsmet İnöünü İle Tanışması
Türkiye de bulunduğu 3 yıl içerisinde çok renkli bir öğrencilik hayatı geçiren Sabir İsmet İnönü ile görüşmesini şöyle anlatıyor; “İstanbul Edebiyat Fakültesin de okurken Eşref Edip’in talebe yurdunda kalıyordum.
Kayseri milletvekili Dr. Mehmet Fevzioğlu’nun oğlu ile aynı yurtta kalıyordum. Bana bir gün “siz said nursiyle görüştünüz Türkiye’nin en büyük adamı İsmet Paşa ile neden görüşmüyorsunuz.” Bende kabul ettim
Milletvekili babasını araya koyarak görüşme talebimizi iletmişler. Bir yaz günü İstanbul Maltepede’ki evinde görüştük. Benim Türkçe konuştuğumu duyunca bağrına bastı ve eşi mevhibe hanımı çağırdı. “Mevhibe Hanım Mevhibe Hanım! bak bak Pakistan’lı oğlum gelmiş Türkçe konuşuyor” dedi. Bunun üzerine bana “
harf inkilabının yapılmasında benim çok büyük emeklerim geçti sizin gibi birisini görmekten fevkalade memnun oldum. İstikbalde her hangi bir meseleniz olursa bana yaz problemini gidereyim” dedi. Doktora eğitimini tamamladıktan sonra Pakistan’a dönen Muhammed Sabir Karaçi Üniversitesin de göreve başlar. Bu sırada İsmet İnönü yeniden başbakan olur.Muhammed Sabir bu durumu fırsat bilerek İnönü’ye yeni kurulacak olan Turkoloji bölümü için
yardım istemek için kaleme sarılır. Durumu özetledikten sonra vadini hatırlatır. Bunun üzerine
Başbakan İnönü eğitim bakanına Pakistan da kurulacak Türk Dili bölümü için her türlü yardım yapılsın talimat verir. Ançak istenilen yardım yapılamaz. Dönemin hariciye vekili
Hamit Batu böylesine geniş çaplı bir yardımın maliyeti yüksek olduğu gerekçesiyle yapamayacaklarını bir mektupla Sabir’e bildirir. Ama eli boşta bırakılmaz genç akademisyen İsmet
paşa’nın emriyle 300 kadar Türkçe kitap Karaçi Üniversitesine gönderilir.
Ömrünün 60 Yılını Türk Diline Verdi
Muhammed Sabir, Pakistan’da Bir Türkiye sevdalısı olarak yaşıyor. Türkiye ile Pakistan arasındaki dostluk köprüsü için zamanında önemli girişimlerde bulunmuş. Şimdi bayrağı ondan devralanlar, iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmek için canla başla çalışıyor. Muhammed Sabir’de yıllar önce hayallerini kurduğu dostluk köprülerinin genç nesiller tarafından devam ettirilmesinden oldukça memnun, Karaçi’de emeklilik günlerinin tadını çıkarıyor. Fakat hala dışarıdan derslere girerek öğrencilerine Türkçe öğretiyor, Türk Tarihi’ni ve Türk kültürü’nü anlatıyor. Ömrünün 60 yılını verdiği Türkçe’nin artık Pakistan’da Türk Okulları tarafından öğretilmekte olmasından büyük mutluluk duyduğunu ifade ediyor. “Ançak Pakiatan’da açılan Türk Okullarından yetişen yeni nesiller Pakistan Türkiye dostluğunu geleceğe taşıyabilir, sağlam ve kalıcı
işbirliği anca bu yol ile olur. Bediuzzaman’ın ifadesiyle ittihadı islam anca bu şekilde gerçekleşir ve Bediuzzaman’ın hayalleri gerçek olur.” Diyerek sözlerini tamamlıyor Muhammed Sabir.
Prof. Dr. Muhammed Sabir Kimdir?
1935 yılında Hindistan’da bulunan Allahabad şehrinde dünyaya gelen Sabir 1955 yılında Pakistan’a hiçret eder. Karaçi Üniversitesinde İslam Tarihi bölümünden mezun olduktan sonra doktora eğitimi almak amacıyla Türkiye’ye gider. Doktorasını tamamladıktan sonra Karaçi Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı ve Tarihi Kürsüsü’nün başkanlığını üstlenir. Uzun yıllar aynı üniversitede Türkçe dersleri verir. Ali Şir Nevai’nin ‘Hayretül
Esrar’ adlı eserini günümüz Türkçesine çevirir. Daha sonra
Osmanlı tarihini Urduca olarak yazar ve bu kitap hala Pakistan üniversitelerinde zorunlu ders olarak okutulmaktadır. İlk Urduca-Türkçe sözlüğü yayınlar. Risale-i Nurlar’ın bir kısmının Urduca’ya çevrilmesine öncülük eder.
Orta Asya Türk lehçelerini, Uygurcayı, Azeri Türkçesini, Osmanlıcayı ve İstanbul Türkçesini bilen Muhammed
İhsan Sabir, Türkçe’yi Latin, Kiril ve Arap harfleriyle yazıp okuyabilmektedir. Ayrıca
İngilizce ve
Farsça da bililiyor. Evli olan Sabir
Alparslan, Balban,
Tuğrul, Timur, Sebuktekin,
Selçuk isimlerinde 6 erkek evlada 2 de kız evlada sahip.
A.ERKAN YİĞİTSÖZLÜ/İSLAMABAD