Merak edilen en temel soru ise, mitinge katılanların gerçekte Türk toplumunun yüzde kaçını temsil ettiği yönündeydi.
TESEV Yönetim Kurulu Başkanı sayın
Can Paker, sorularımıza herkesin merakını giderecek yanıtlar verdi...
29 Nisan'da gerçekleştirilen
Cumhuriyet Mitingi iddia edildiği gibi Türk toplumunun bütün kesimlerini kapsıyor mu?
Mitinge baktığımızda, durumun öyle olmadığı görülüyor. Saha araştırmalarında elde ettiğimiz veriler ışığında mitingle ilgili birtakım tespitler yapmak mümkün. Bütün bulgularımızın bize sunduğu tabloya göre,
Türkiye'de laik olarak tanımlanan kesimlerle İslami olarak nitelendirilen kesimler arasında çok derin olmayan bir fay hattı var. Mitinge katılanlar halkın yüzde 30'luk laik kesim: Geriye kalan yüzde 70'lik dilim ise muhfazakâr kesim. Cumhuriyet Mitingi'ne katılan yüzde 5 ila yüzde 10 arasındaki kesim Ortodoks laik diyebileceğimiz aşırı laikler. Ki bunlar bir taraftan ulusalcı, bir taraftan
Avrupa Birliği karşıtı ve düşmanı, bir taraftan küreselleşmeye tepkili, Türkiye'nin yeniden yapılanmasını isteyen, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına özlem duyan kesimler. Geride kalan yüzde 20'lik dilime gelince, bunlar aslında insani olarak demokrat, kültürel ve sosyal olarak karşısındakini anlamak isteyen, anlamaya çalışan; ancak laikliğin elden gideceği korkusuna ve telaşına kapılan insanlardan oluşuyor.
Demek ki, mitinge katılmayan büyük bir çoğunluk söz konusu...
Doğru. Bu tarafı da
analiz etmek lazım. Yüzde 70'lik olarak gördüğümüz bu kesimin yüzde 10'unu kökten İslamcı olarak nitelendirebileceğimiz bir dilim oluşturuyor. Öyle ki, bunlar hayatın bütün alanlarında İslami hayatın kurallarının geçerli olmasını isteyen bir özelliğe sahip. Hatta bu kesim, nerede ise türbanı dahi İslam'da bir sapma olarak görüyor. Ancak bunlar dediğim gibi
azınlık, yani yüzde 10 civarında. Geriye kalan yüzde 60'lık kesime gelince, bu kesim muhafazakâr bir çerçeve içinde; ama daha
modern yaşamak isteyen, çoluğunun çocuğunun istikbali için mücadele eden, daha müreffeh bir
ülke özlemini dile getiren, sağlıktan ekonomiye kadar geniş bir alanda sağlıklı bir zeminde yaşamak isteyen insanlardan oluşuyor. Aslında dile getirilen taleplerin yekûnu sadece bunlar değil; ama ben konu anlaşılsın diye birkaç örnekle anlatıyorum.
Bu iki kesimin birbirleri ile herhangi bir sorunu var mı?
Her iki kesimin de ortaya yakın kısımlarının birbirleri ile bir sorunu yok. Kimse bunu iddia etmesin. Öyle ki; bu kesimlerin Türkiye'nin gelişen
ekonomik altyapısı içerisinde birbirleri ile ilişki içinde oldukları, birbirlerinden kız alıp verdikleri, yani sosyal bir
dayanışma ilişkisi içinde oldukları görülüyor. Türkiye'de yeni bir Türk orta
sınıfının temelidir bu. Tabii ki bunların çoğunun gelir seviyesi orta sınıf düzeyinde değil; ancak bunların beklentileri orta sınıf ve bu nokta çok önemli.
Cumhuriyet Mitingi'ne gelecek olursak...
Cumhuriyet Mitingi'ne gelince, bu miting halkın ancak ve ancak yüzde 20 ila yüzde 25'inin ancak iştirak ettiği bir miting olarak değerlendirilebilir. Marjinal kalan yüzde 5 ila yüzde arasındaki kesimi işin içine katmazsanız bunlar, insani olarak demokrat, karşı tarafı anlamaya açık kesimlerden meydana geliyor. Bunların temel özelliği laikliğin ortadan kalkacağına dair sahip oldukları korku ve telaş. Aslında bunu sloganlarda da görmek mümkün. Mesela 'ne
darbe istiyoruz ne de irtica' diyorlar.
Kürsü hakimiyetini ele geçiren insanlara bakıyoruz, marjinal talepler dile getiriyorlar. Bir taraftan AB karşıtlığı yapıyor, bir taraftan
özelleştirme ve
yabancı düşmanlığı yapıyor, bu kesimleri nereye oturtmak lazım?
Bu konuda şunu söylemem mümkün: Kürsü hakimiyetini ele geçirenler, sözünü ettiğimiz yüzde 20 ila yüzde 25'lik kesimin ancak yüzde 5 ila yüzde 10'unu temsil ediyorlar. Tabii katılımcıların tamamı bunlardan oluşmuyor. Bunların söylemleri tabii ki marjinal, tabii ki
Avrupa Birliği karşıtı ve Batı düşmanlığı üzerinden sürdürülüyor. Ancak, katılımcıların yüzde 20'si civarındaki kesimler de '
demokrasi ile
laiklik ayrışamaz' diyor. Bunu da görmek lazım: Burada şu hususun altını çizmek isterim: Bugün Türk toplumunun yapısı önemli bir değişim geçirmiştir ve Türkiye'de
siyaset yapan
AK Parti ve tüm partilerin şunu görmesi lazım. Tabii bunu bütün piyasaların görmesi lazım. Türkiye'de yüzde 60 ila yüzde 20'lik kesimlerin meydana getirdikleri Türk orta sınıfını mutlaka dikkate almak gerekir. Çünkü bu kesimler, ne ulusalcı, milliyetçi ne de dini çerçeveci bir anlayışı benimsiyorlar. Tabii burada şunu da söylüyorum: Muhafazakâr denilen yüzde 60 ila yüzde 20'lik kesim birbiri ile çok ayrı değiller. Bunları ortak oy tabanı olarak görmek gerekir.
Mitingin AK Parti'ye
bakan yönü için ne düşünüyorsunuz?
Ulusalcılık da, aşırı İslamcılık da artık Türkiye'de oy tabanı olmaktan uzaklaşmıştır. Bu mitingle ilgili olarak belki AK Parti'ye
küçük bir
eleştiri: AK Parti son 4,5 yılda biraz önce ifade ettiğimiz, laikliğin elden gideceğine inanan yüzde 20'lik dilimin kaygılarını ve bu konudaki hassasiyetlerini giderecek politikalar üretemedi, üretti ise bunu bu kesimlere benimsetemedi. Bundan sonra bütün partilerin bu grubu dikkate alması lazım.
CHP lideri Deniz
Baykal, söz konusu Cumhuriyet Mitingi'ni, bütün Türkiye'nin ortak tepkisi olarak lanse ediyor...
Sayın Baykal, neye göre değerlendirme yapıyor, bunu bilmiyorum. Bizim gördüğümüz tablo, Sayın Baykal'ın dile getirdiği tablodan farklı. Bizim gördüğümüz tablo yukarıda dile getirdiğimiz unsurlardan oluşuyor...
Biraz da saha çalışmaları kapsamındaki verilere geçmek istiyorum. Saha çalışmalarında elde ettiğiniz ve söz konusu tespitlerinizi doğrulayan birkaç misal verebilir misiniz?
Yaptığımız saha araştırmalarında ortaya çıkan bulgular bize asıl olarak asıl tabloyu gösteren veriler sunuyor. Mesela şeriatı isteyenlerin
oy oranı yüzde 9 civarında. Mesela diyoruz ki, 'Laiklik tehdit altında mı?' Yüzde 70'i bu soruya 'hayır' diyor. Ancak yüzde 21 '
evet' diyor.
Soruyoruz: 'laikliğin korunması için Türk ordusuna gerek var mı?'. Yüzde 55'i 'hayır' diyor bu soruya. Ancak yüzde 22'si 'evet' diyebiliyor buna.
Siz her iki kesim arasında bir sorun olmadığını söylüyorsunuz; ama giderek bir kutuplaşma havası estiriliyor...
Bakın; enteresan bir nokta var. Türkiye'de giderek laiklik ile İslami kesimler arasında bir 'biz' ve 'öteki' meselesi ağırlık kazanıyor. Her kesimde biz ve öteki ayrımı ağır basıyor. Bunun sosyolojik analizini hâlâ yapmadık. Bu, biz ve öteki olgusuna dayanıyor. Laik ve İslami kesimler arasında
kavga olmamakla birlikte biz ve öteki meselesi ağırlıkta. Bunun kökenlerini araştırmadan bir şey söylemek için henüz
erken. Her kesimde adeta bir biz ve öteki meselesi nüksediyor. Bunun kökenini tam olarak bilmiyoruz. Ama böyle bir olgu var, buna bakmak lazım. Zaman zaman ortaya çıkan Batı düşmanlığı başta olmak üzere nükseden bu yaranın ivme kazanması hoş değil. Ama nedenlerini araştırmadan bir şey söylemek zor.
Siyasilerin gerginliği tırmandıran, açıklamalarının da bu 'biz' ve 'öteki' meselesini derinleştirdiğini söyleyebilir miyiz? CHP lideri
Deniz Baykal, 367 konusundaki taleplerinin
Anayasa Mahkemesi'nce reddedilmesi durumunda ülkede iç çatışma çıkacağını ileri sürüyor...
Ben böyle bir yorumu yapamam. Ama şunu söyleyebilirim:
Anayasa Mahkemesi henüz karar vermeden, ülkede çatışma çıkar demek evvela hukuk açısından doğru değil. Bu tam anlamı ile Anayasa Mahkemesi'ne etki etmek demek. Çatışma çıkacağını da sanmıyorum. Demokratik süreçlere dışarıdan bir etki olmazsa Anayasa Mahkemesi'nden ne karar çıkarsa çıksın, Türkiye bunu demokrasi çerçevesinde halledebilir. Türkiye demokrasisi böyle bir olgunluğa gelmiştir. Türkiye'de ilk kez bir hükümet orduya 'sen bana bağlısın, bana karşı sorumlusun, laikliğin asıl koruyucusu benim, böyle bir
bildiri yazamazsın' diyerek dik durabilmiştir. Şimdiye kadar kimse böyle bir tepki ortaya koyamadı. Genellikle siyasiler şapkalarını alıp giderlerdi ya da görmezlikten gelirlerdi. Bunu salt AK Parti'nin kahramanlığı olarak görmüyorum. Bu tepki, Türkiye'nin sosyo-ekonomik altyapısının ortaya çıkardığı demokratik olgunluğun sonucudur. Türk demokrasisi epey yol almıştır ve hükümet bu sayede dik duruşu sağlayabilmiştir.