Sayın bay Provokatör. (Sayın dediğime bakma, sayın
mayın değilsin amma, adet işte. Bizde mektuba böyle başlanır da ondan diyorum.)
Hatırlar mısın ‘seksen’ öncesini. Helbet hatırlarsın. Nasıl hatırlamazsın ki?
En karlı günlerindi onlar.
Hani, ben Dolapdere’de oturuyordum da,
Kasımpaşa Lisesine gidiyordum.
En samimi
arkadaşımı da tanırsın,
Eyüp’ü.
Onlar da Kasımpaşa’da oturuyorlardı. Amma aynı okula gidiyorduk Eyüp’le.
Okuldan beraber çıkar, ‘Geyikli’ sinemasının oraya kadar yürür ayrılırdık.
Sabahları da aynı yerde buluşur, Okula beraber giderdik.
Aynı sırada otururduk.
Sinemaya beraber kaçardık.
Maçlara beraber giderdik.
Tepebaşında beraber ‘Kıldır’ oynardık.
Bayramyerinde beraber ‘
penaltı’ çekerdik.
Kar yağdığında beraber kayardık,
tahta merdiven’in üstüne oturup ‘Samancı’ meydanından taaa aşşaya kadar.
Pabuçlarımızın burnu beraber patlardı.
Pantolonlarımızın dizi beraber sökülürdü.
‘Kan kardeşi’ bile olmuştuk Eyüp’le.
Hafta sonu olup’da mektep tatile girdi miydi özlerdik birbirimizi.
Pazartesini iple çekerdik.
Derslerde haşarılık ederken ne gülerdik be.
Aynı anda kulağımızdan tutulup sınıftan dışarı atılmışlığımız da vardır.
***
Bay
provokatör, lan sen nasıl yaptın nasıl ettin bilmiyorum amma, birbirini böylesine seven iki arkadaşı birbirine düşman ettin.
Bir gün, durup dururken, ben ‘Parka’ giymeye başladım. Senin tavsiyenlen.
Eyüp’te pabuçlarının yerine ‘Komando’ botu giymeye.
Senin tavsiyenlen.
Sebep; Birimiz ‘Dolapdere’de oturuyorduk.
Birimiz ‘Kasımpaşa’da.
Düşman olmalıydık.
Durup dururken, önce kıyafetlerimizden ötürü uyuz olmaya başladık birbirimize.
Bana ‘
Ülkücüler devrime mani olacaklar. ‘Faşis’lere geçit yok!’ dedin.
Zavallı Eyüp’ün kulağına da ‘Kominis’ler memleketi Ruslara satacaklar ‘Komonis’lere
ölüm!’ diye fısıldadın.
Düşürdün iki kanı kaynayan toy çocuğu birbirine.
Artık birbirimizin yüzüne bakmaz olduk.
Sinema’ya beraber gitmez olduk.
Dersi kırıp, maçlara kaçamaz olduk.
Benim babam ‘
Erkek berberi’ydi.
Eyüp’ün babası’da ‘Nalburcu.’
Biribirimizden bi farkımız yoktu ki.
‘Haydi dalın, siz farklısınız!’ dedin.
Allah ne verdiyse daldık. Kafamızı gözümüzü patlattık.
Sonra kesmedi seni.
Ellerimize birer
silah verdin.
‘Haydi sıkın birbirinize kurtarın memleketi!’ dedin.
Benim gibi yüzlerce ‘Hasan’ın, ‘Eyüp’ gibi yüzlerce Eyüp’ün ömrünü yedin.
Ocaklara ateş düşürdün.
İşkencelerden geçirttin ‘Ümmet-i
Muhammed’in evlatlarını.
***
Canımızı yaktığın, canımızı aldığın hiç bişey biliyor musun?
Sen bizim sevgimizi çaldın. Arkadaşlığımızı, dostluğumuzu çaldın.
Bir daha Eyüp’la asla eskisi gibi sevmedik birbirimizi.
Uyandık sonradan ama...
Çok geçti.
Maksadına ulaşmıştın.
***
Duydum ki; şimdi gene ortalara çıkmaya hazırlanıyormuşsun.
Gene ‘Avucum kaşınıyor, bi yerlerden para gelecek.’ diye seviniyormuşsun.
Duydum ki; Akmerkezlerde namaz kılmaya başlamışsın.
Duydum ki; Liseli, oraokullu kızların bacaklarına ‘kezzap’ olabilmesi kuvvetle mümkün olan yakıcı bir madde sıkıyormuşsun.
Duydum ki; Ümraniyelerde falan ‘
Cuma’ vakitleri dükkanları kapattırıyormuşsun.
Duydum ki; Başörtüsüz müşterilerini taksinden aşşağı atıyormuşsun.
Duydum ki; şehirlerarası otobüsleri zorla durdurup; ‘
Namaz kılıcam.’ diyormuşsun.
***
Bak canım Provokatör.
Sen böyle gülünç şeyler yapmazdın.
Belli ki zor durumdasın.
Şimdi beni iyi dinle.
Delikanlı gibi söyleyeyim; artık sana ekmek yok buralarda.
Uzun zaman oldu.
Yolsuz kaldın belli ki.
Bak gel, şurada arkadaş arasında üç beş
kuruş toplayalım, sıkıştıralım cebine de bi
bilet alıver kendine.
Biz senin ne ‘fırıldak’ olduğunu biliyoruz.
Ama gene de, aç adamın halinden anlarız.
Hadi canım.
Utanma aç avucunu. Al şunları...
Tamam mı.
Hah.
Hadi şimdi yaylan bakalım buralardan.
Toz ol.
Gözümüz görmesin seni.
Hadiiii...
Yallaaah!
Bir Türk’ü nasıl tanırsınız?
Bir zamanlar yazdıydım da, milletin pek hoşuna gittiydi. ‘Yaa abi şunun yenilerini yazsana?’ diyen kardeşleri duyunca elimi tutamadım.
Haydi bakalım, başlayalım.
Üç beş ahbap masada oturuyor. Birinin cep telefonu çaldı. Adam aldı telefonu, kalktı gitti, taaa fizan’dan konuşmaya başladı. İşte böyle bir
manzara görürseniz, bilin ki o Türk’lerin oturduğu bir masadır.
Şehirlerarası
araba kullanıyorsunuz. Yol iki şeritli. Kocca bir kamyonun peşine takılmış bir türlü sollayamıyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz, kamyoncunun eli camdan çıkmış ‘Geç geç’ işareti yapıyor.
İşte, sizin yerinize yol durumunu
kontrol edip, hayatınızı kolaylaştıran kişi ancak bir Türk kamyoncusudur.
Mandalina ve
portakal kabuğunu birbirlerinin gözüne sıkarak şakalaşan kişi veya kişiler tartışmasız olarak meyvedeki tüm vitaminin kabuğunda olduğa inanan Türk’ten başkası değildir.
Kendi cep telefonuna, kendi cep numarasını kendi adıyla kaydeden birini görürseniz bilin ki öz be öz Türk evladıdır
En güzel
imza benim diye, bulduğu her kağıda ve gazetenin boş kenarlarına gururla imza atan ve imzasıyla övünen kişi de bir Türkten başkası olamaz.
HASAN KAÇAN/STAR