Turnusol
Özgürlük tartışmaları klişe ifade ile turnusol işlevi görüyor.
Nutuk zamanında bol keseden atanların iş icraata döküldüğünde de nasıl yan çizdikleri ortaya çıkıyor.
'Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.' sözü bir defa daha ispatlanmış oluyor. Yaşadıklarımızı anlatan diğer kelime ise reenkarnasyon.
Hani şu ölülerin bazılarının
kurbağa, bazılarının prens olarak tekrar dünyaya döndüğünü ileri süren batıl inanış. 'Miadını doldurup gitti' dediğimiz kimselerin farklı kimliklerle yeniden karşımıza dikilmesi halini yaşıyoruz. Fiziken imkânsız olan durumun
psikolojik olarak nasıl gerçekleştiğinin hayreti içindeyiz.
Bir anayasa profesörümüz vardı; liberal görüşleriyle bilinen, TÜSİAD'a anayasa taslağı hazırladığında demokrat bilinenlerin ötesinde şeyler söyleyen,
Türkiye'nin dışa açık üniversitelerinin birinde rektörlük yapan. Hatırladınız değil mi, Erdoğan Teziç'ten bahsediyorum. Sonra
YÖK başkanı oldu, sanki selefi
Kemal Gürüz koltuğu ile birlikte beynini de bırakıp gitmişti. Kendini ve geçmişini inkâr pahasına Erdoğan 'Gürüz' haline gelmiş biriyle karşılaştık.
Kemal Alemdaroğlu, 28 Şubat'ın öncü güçlerinden biri olarak en sert tavırlarıyla tepki topladı.
Üniversiteyi kışlaya dönüştürdü. İkinci döneminin bitmesi beklenmeden YÖK tarafından görevden alındı. Daha
yerli ve daha demokrat bilinen bir isim koltuğa oturdu: Mesut Parlak. Özgür üniversite gündeme geldiğinde Mesut 'Alemdaroğlu'nun sahneye çıktığını gördük. 'Başörtülü öğrencilere hak ettiği notları veremeyebiliriz.' cümlesine en çok başörtülü hemşerisiyle samimi pozunu dükkânlarına asan Malatyalılar şaşırdı.
CHP lideri Deniz
Baykal bütün tezleri altüst eden bir performans gösteriyor. Bazen Şeyh Edebali'nin öğrencisi Osman Bey suretinde görünüyor; 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.' diyor. Yer yer
İmam-ı Azam'ın talebesi imam Ebu Yusuf gibi konuşuyor. Ama çoğunlukla İsmet İnönü'nün yeniden bedenlendiği hissi uyandırıyor. Oğlu Erdal'a karşı amansız muhalefet yapan ve her seferinde yenilen Deniz Bey, İsmet Paşa'nın ruhuna da yeniliyor galiba. Deniz 'İnönü'nün maceraları da hayretle takip ediliyor.
Emin Çölaşan öfkeli yazıları,
hakaret içerikli ifadeleri yüzünden defalarca mahkûm olmuş patronunu 'artık tazminatları yazarlardan alacağım' isyanına götürmüş bir yazardı. Patron dayanamadı ve iş akdini feshetti, kısaca kovdu. Son tartışmalarda gazetesi bir anda 'Hepimiz Çölaşan'ız' pankartıyla çıkmaya başladı. Eskiden yarım ağızla bile olsa başörtülü kızların üniversiteye gitmesini savunan Yayın Yönetmeni Özkök,
Ertuğrul 'Çölaşan' takılmalarına muhatap oluyor. İnsan, 'gerçek Çölaşan'ın bildiğimizin dışında bir kabahati mi vardı?' düşüncesine kapılıyor.
Üniversitelerarası
Kurul Başkanı Mustafa
Akaydın'ın sözleri ise hafızamızı ta Bizans'a kadar götürdü. Bizanslılar '
Osmanlı sarığını, Haçlı serpuşuna
tercih ettiklerini' söyleyerek tarihe geçmişlerdi. Prof. Akaydın ise üniversiteye
Yahudi kipasıyla gelene bir şey demeyeceklerini ama başörtüsüne izin veremeyeceklerini açıkladı. Bizanslıların dili sürçtü herhalde(!)
Türkiye bu badireyi de inşallah kazasız belasız atlatacak. 27 Mayıs'tan önce öğrencilerin kıyma makinesinden geçirildiği,
Tayyip Erdoğan İstanbul'a başkan olduğunda başı açıkların trenlerden atıldığı yalanlarını söyleyenler tek endişemiz. Bu
toplum bugüne kadar yalanlara ve yalanlara dayanak olsun diye kurulan provokasyonlara pabuç bırakmadı. Fakat zihinlerin bulanması ve gereksiz gerginlikler de yaşamak istemiyoruz. Bu da ayrı bir turnusol olacak. Provokasyonlara kim
destek verecek, kim sağduyunun yanında yer alacak bunu göreceğiz.
BÜLENT KORUCU/ZAMAN