Boş ve körü körüne
inançlar uğruna hayatların harcandığını söyleyen Çetin, “İnsanoğlu kafasında bir gerçek yaratıp, o gerçek için savaşmaya başlıyor. Mesela komünizm için öldürülmüş yüz otuz milyon insan var. İkiz kulelere saldırıda beş bin kişi öldü. Tarihte pek çok savaş körü körüne inanmaktan kaynaklanır.” diyor. Özgürlüklerden yana olduğunu belirten Çetin, “İnsanlar başörtüsüyle okullara girsinler diye ben
AK Parti’ye oy verdim.” şeklinde konuşuyor.
Vizyona dün giren “Romantik” filminin “rasyonel” (
akılcı) yönetmeni
Sinan Çetin, gerçekliğin insanın kurgusundan bağımsız var oluşuna dikkati çekiyor: Hiçbir şeye körü körüne inanmamalı; çünkü günün birinde, hayatınızı boş bir inancın, kendi kafanızda yarattığınız bir gerçeğin peşinde harcamış, anlamsızlaştırmış olarak bulabilirsiniz kendinizi. Ya
Sinan Çetin’in körü körüne inandığı bir şey yok mu? Evet, var: Özgürlük. Ama bu bir paradoks değil; çünkü hiçbir şeye körü körüne bağlanmamanın önkoşulu zaten “özgürlüğe inanmak”. Çetin’le, ‘
Cihangir Cumhuriyeti’ndeki Platofilm’de, hiperaktivitesine derman kıvamında “ciddi” bir sohbet gerçekleştiriyoruz. Ne
felsefeyi açıkta bırakmaya niyetimiz var, ne siyaseti ne de “akacak bir mecra bulma”nın taktikleri bunlar.
Film, size ait bir epigrafla başlıyor: “İnanç perdesi ne kadar kalınsa, akıl güneşi o kadar zor doğar.” Dolayısıyla akıl ile inanç arasında bir ters orantı kuruyorsunuz. Bu ters orantının mahiyeti nedir sizin için? Bir de burada söz konusu olan inanç ne tür bir inanç?
Burada Tanrı’ya inançtan söz etmiyorum. Çünkü sonuçta akıl da Tanrı’nın organı. Tanrı’ya ait bir şey. Tanrı’ya
isyandan ziyade, insana isyan var bu cümlede. Çünkü inancı Tanrı değil, insanın kendisi yaratıyor ve inandıklarıyla aklını yok ediyor. Bu bir ideolojiye, bir düşünceye, bir fikre, bir yalana inanmakla eşanlamlı. Burada sözünü ettiğimiz şey Tanrı inancı değil, bunu açıkça belirtmek lazım. Çünkü Tanrı inancı insanların kendi özel seçimidir, kimi inanır, kimi inanmaz. Ama ben insanoğlunun, kendisini, kendi kendine inançlar yaratıp, kendini inanç tuzaklarına çok düşürdüğünü gördüm. Ve düşüncelerini inanç haline getirip, kendi inançlarının yaratmış olduğu trajedileri, hatta ölme ve öldürme noktasına getiren düşüncelerle ve inançlarla insanların yaşadığını gördüm. Yeryüzündeki bütün savaşların, bütün
terör eylemlerinin, bir
davaya ölesiye ve öldürmeye varan boyutta inanç fikriyle ortaya çıktığını gördüm. Eğer ortada bir dava uğruna ölmek ve öldürmek fikri yoksa ortada terör ve savaş da olmaz. Burada sözünü ettiğimiz inanç, bir dava inancı. Bir
kurtarma, bir kurtarılma, bir kolektivizm ve korumacılık içeren bir inanç.
Filmde karşımıza ağırlıklı olarak çıkan iki tema var, biri intikam diğeri ise gerçeklik, daha doğrusu “gerçekliğin parçalı bulutlu görüngüsü” diyelim. Hangi tema sizin asıl üzerinde durduğunuz tema?
Gerçeklik. Bu film intikamla ilgili bir film değil. Tam tersi, intikama yol açacak kadar bir düşünceye inanmanın tehlikesini anlatan bir film. Film, bir düşünceye ölesiye inanmanın yanlışlığı filmi. Yani, akılsız inancın tehlikeleri üzerine bir film. Zaten sonunda o inanç, o inancın sahibini öldürüyor. Ama sonuçta, inanç, tehlikeli bir oyundur ve akıl dışı kalmaması gereken bir şeydir. Akılsız bir inanç tehlikelidir, onu söylemek istiyorum.
“Gerçeklik bir tanedir” diyorsunuz filminizde ve onun insan algısı tarafından çarpıtılması ya da bütünsel olarak algılanamamasını bir sorun olarak ortaya koyuyorsunuz. Gündelik hayatta ya da felsefî olarak düşündüğünüzde, gerçekliğin böyle, farklı olarak algılanması sizi rahatsız ediyor mu?
İnsanoğlu, kafasında kendi gerçeğini yaratmakta serbesttir; fakat bu, gerçeği bağlamaz. Gerçek, gerçektir. Herkesin kendi kafasına göre gerçeği yorumlama hakkı olabilir; ama bu, gerçeğin canını sıkmaz. Bu, gerçeğin umursadığı bir şey de değildir. Gerçek, bütün sertliği, kararlılığı, asık suratlılığı veya neşesi ile ortada pırıl pırıl parlar. Bu neşe ile, bu asık suratlılıkla, bu soğuklukla ilişki kurabilen akıllı insanlar gerçekle yaşarlar ve gerçeğe katlanamayıp, kendi gerçeğini kafasında yaratan, kendini kandırmaya meyilli “inançlı” insanlar da bu gerçekten uzaklaşmak isterler. Derken felsefe tarihi ve sanat tarihi gerçeği olduğu gibi kabul edenlerle gerçeği değiştirmek isteyenler arasındaki mücadeleden ibarettir.
Peki, “Kar beyazdır” cümlesi, “kar”ı ve “beyaz”ı algılayan kişiler olmasa da doğru olacak mıydı bu durumda?
Tabii. Kar’ın umurunda değildir, yani kar’ı algılayan kişiler. Elma,
elmadır. Kimin ısırdığı ile ilgilenmez. Isırmasalar da elma elmadır. Onun tadına bakanlar veya bakmayanlarla ilgisi yoktur elmanın. Masa, masadır. Ne kadar basit değil mi? Bu basit gerçeğin insanlar tarafından kavranamaması ve milyonlarca insanın öldüğünü biliyor musunuz, bunun anlaşılmaması yüzünden? Örnek vereyim mi?
Tabii buyrun...
Veriyorum. İnsanoğlu kafasında bir gerçek yaratıp, o gerçek için savaşmaya başlar. Otuzyıl
Savaşları, komünizmin kendisi, işte yüz otuz milyon resmi rakam, ölü sayısı için. Yani kafasında bir dünya yaratmış, onun için ölmüş yüz otuz milyon komünist var. Daha doğrusu komünistler tarafından öldürülmüş yüz otuz milyon var. İkiz kulelere saldırılması,
ikiz kulelerde ölen beş bin kişi, dünyada bütün savaşlar, aşağı yukarı insanlık tarihinin bütün savaşları herkesin kafasındaki gerçeğe körü körüne çok net inanmış olmasından kaynaklanır. Ne acı değil mi? Ama insan böyle, inanmak ve ölmek, ölmek ve öldürmek istiyor.
Çiçek Abbas’tan, Prenses’ten, hatta Bir Günün Hikayesi’nden bu yana neler değişti Sinan Çetin’in sinemaya bakışında? Ya da kendi sinemanıza bakışınızda?
Çok şey değişti aslında. Bu sinemayla ilgili benim duruşum, yani aramdaki ilişki:
Sinema benim için bir iş, bir
endüstri. Yani şu anda Platofilm’de 300 kişiden fazla insan çalışıyor. Ben aslında “resimlerle hikaye anlatıcısı” olarak mesleği ele aldım ve hâlâ da öyle ele alıyorum. Resimlerle hikaye anlatmak konusunda bir üstünlüğümüz olduğuna inanıyorum, yoksa Platofilm diye bir şey olmazdı zaten. Ben
Türkiye’nin en pahalı yönetmenlerinden birisiyim. İnsanlar, hele reklam filminde özellikle, resimlerle hikayeyi iyi bir şekilde anlatayım diye bana yüklü paralar ödüyorlar.
Sinan Çetin’in kendisini içinde “tamam, budur” diye hissettiği, hissedeceği politik sistem, siyasal liberalizm mi?
Değil. Ben hiçbir kalabalıkta yer almadım hayatım boyunca. Hayatımın hiçbir döneminde istesem de yer alamadım, ne solcuların arasında ne de sağcıların arasında; kendime yatacak bir yer bulamadım açıkçası. E, liberallerin arasına da koysanız, orada da herhalde duramam hissindeyim. Ama insanoğlunun en önemli meselesinin
özgürlük olduğuna inanıyorum. Yani insanoğlu eğer özgür değilse, geri kalan hiçbir şeyin önemi yok. Ben AK Papti’ye oy verdim. İnsanlar başörtüsüyle okullara girsinler diye. Ama yarın öbür gün AK Parti’ye “başörtüsüz insanlar okullara giremez” derse AK Parti’ye de karşı çıkacağım. İnsanların özgürlük mücadelesi, benim, destekleyebileceğim tek mücadele. Ben başka bir mücadeleye de inanmıyorum zaten.
Platofilm’e baktığımızda bir sürü iyi eğitimli, üretken insanın “bir arada” ürettiğini, bununla da kalmayıp, üstüne bir de “kanka” olduğunu görüyoruz. Bu nasıl oluştu?
Aslında ben bunu duyduğuma çok sevindim; çünkü bana Cihangir’den gelen sesler böyle değil. O kadar mutlu oldum ki dışarıdan böyle gözüküyor olmasına; çünkü benim kulağıma çalan, gelen algı bu kadar pozitif değil. Biz sonuç olarak gerçekten çok masumca çalışan, iş yapmaya çalışan, iş yapmayı, neşe ve hürriyetle ele alan, tamamen masum bir iştahla çalışan insanlarız. Sonuçta bizim buranın öyle pozitif bir bakış açısıyla ele alındığını duyduğuma sevindim.
Fulya Özlem - Zaman Cumaertesi