Başörtüsü meselesini aşmamız gerekiyordu

21. yüzyıl Türkiye'sinde böyle bir yasağın devam etmesini kimsenin düşünmemesi gerektiğini vurgulayan Babacan, 'er geç gündeme gelecekti' dedi.

Başörtüsü meselesini aşmamız gerekiyordu

Dışişleri Bakanı Ali Babacan, "Bu problemi şöyle ya da böyle aşmamız gerekiyordu. Üniversitelerdeki bazı öğrencilerin okuyup bazılarının okuyamaması, bunun sebebinin de sadece giyim kuşam tarzları olması... 21. yüzyıl Türkiye'sinde böyle bir yasağın devam etmesini kimsenin düşünmemesi lazım. Türkiye ya artık bazı ön yargıları ve bazı klişe olmuş yaklaşımları geride bırakacak ya da bunlarla yıllarca yaşamaya devam edecek." dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Madrid'deyken gazetecilerle yaptığı bir sohbet sırasında bir soruya verdiği cevapla konunun gündeme geldiğini anımsatan Babacan, "Sonra muhalefet partisi MHP, 'hemen getirin, yardımcı oluruz, bu işi çözeriz' dedi. O noktadan sonra bunun daha ertelenmesi çok da mümkün değildi. Er geç gündeme gelecekti, bugün olmasa yarın, yarın olmasa öbür gün, böyle bir yasakla Türkiye devam edemezdi" dedi. Babacan, Türkiye'nin bir şeyi doğru mu, yanlış mı yaptığını mukayese edecek ölçütler ve standartların bulunduğunu yineleyerek, Kopenhag siyasi kriterlerini ve Venedik Komisyonunun çalışmalarını örnek verdi. Resmi ziyaret için gittiği Umman'dan dönüşü sırasında uçakta bir grup gazetecinin sorularını yanıtlayan Babacan, geçen yıl 22 milyar dolarlık doğrudan sermaye girişinin sağlandığını bildirerek, "Bu sene bu kadar olmaz. Hele bu son iç siyasi gelişmelerden sonra tahminler hep aşağı doğru revize edildi. Global dalgalanma zaten yılbaşında tahminleri biraz aşağı doğru çekmişti, bu son iç siyasi gelişmelerden sonra tahminler tekrar aşağı doğru revize edildi" dedi. Doğrudan sermayenin, Türkiye'nin uzun vadeli geleceğine güven işi olduğuna dikkat çeken Babacan, şöyle devam etti: "Şimdi biz burada masada otururken 3-6 ay sonra ne olacak kestiremezken insanlar gelip sermayeyi bağlayacak ve Türkiye'nin 5 sene, 10 sene sonrasına yatırım yapacak. Çok doğal şekilde bu sene maalesef bu gerileyecek. Yani niyeti olanlar bir miktar askıya aldılar... Hükümetin birinci yılında 1.8, ikincide 2.8, 2005'de 10, 2006'da 20, 2007'de 22 milyar dolar (sermaye girişi); ancak bu sene ilk defa grafikler aşağı dönmüş olacak maalesef. Global ekonomik dalgalanmanın kuşkusuz etkisi var, ama buna ek olarak iç sorunlar da mutlaka eklendi." "KAYGILIYIM DOĞRUSU" Türkiye'deki ekonomik yapıda çarkı döndürebilmek için doğrudan sermaye girişi ve uzun vadeli kredi girişinin şart olduğunu vurgulayan Babacan, "Bu sene ortalama 50 milyar dolar kadar cari açık bekleyişi var. Cari açık demek Türkiye'den çıkan dövizin giren dövizden daha az olması demek. Biz bunu 5 yılda açıktan daha fazla sermaye girişi sağlayarak toplam döviz dengesini artırdık. Bu güvenle oldu, doğrudan sermaye de, uzun vadeli krediler de güvenle geldi. Güven faktörünü resmin içinden çektiğimizde bu rakam nasıl girecek aklım ermiyor. Girmediğinde ne olacak? Kaygılıyım doğrusu" diye konuştu. Standard and Poor's'un, global dalgalanma ve iç siyasi gelişmeleri gerekçe göstererek bu yıl Türkiye'ye kredi notunu düşürdüğüne değinen Babacan, halbuki borç stoku ve bütçe açığı düşmüş bir ülkenin kredi notunun yukarı doğru revize edilmesi gerektiğine dikkat çekti. Babacan, Türkiye'ye doğrudan sermaye getirenlerin ve uzun vadeli kredi açanların sorduğu ilk sorunun Türkiye'nin AB süreci, demokratikleşme, temel hak ve hürriyetler ve hukukun üstünlüğü konusunda olduğunu da vurguladı. "BÜYÜK BİR YATIRIMCININ E-POSTASI" Bir örnek veren Babacan, "geçen yıl nisan ayında büyük bir yatırımcı bizim arkadaşlarla mailleşiyor, bizim arkadaşlar randevu ayarlıyor, arkasından malum nisan ayındaki gelişmeleri yaşıyoruz. Ertesi gün bir e-posta, 'Bunlar doğru mu? Eğer doğruysa 10-15 sene sırtımı dönüp de Türkiye'ye bakmam' diyor" dedi. Babacan, bir ülkede demokrasinin işleyişinin o ülkenin öngörülebilirliğiyle çok alakalı olduğunu ifade ederek, "Türkiye ancak demokrasisi derinleştikçe, AB yolunda ilerledikçe daha öngörülebilir bir ülke oluyor. Demokratikleşme sürecinde olan herhangi bir tıkanıklık ya da tıkanıklık ihtimali, Türkiye'yi öngörülebilir olmaktan çıkarıyor. Öngörülemeyen ülkede de ne uzun vadeli kredi açılması, ne de doğrudan sermaye girişi beklemek zaten boşuna" diye konuştu. Türkiye'nin AB sürecinde bir ülke olarak baz aldığı kriterler ve kendini mukayese edeceği ölçütler, standartlar ve normların bulunduğuna işaret eden Babacan, şöyle devam etti: "Tamamen bu reformu kendi dinamikleriyle, kendi ölçütleriyle yürüten bir ülke değil Türkiye. Zaten öyle olması da bana göre çok doğru değil. Çünkü yaptığımız işlerin uluslararası kabul edilebilirliği, kalitesi sürekli kontrol edilmeli. Biz de kendi iç gelişmelerimizi değerlendirirken uluslararası normlara bakıp, 'yaptığımızın hangisi normal, hangisi değil' bunu değerlendirme gibi güzel bir şansımız var. Elimizde diyelim geçen seneki gelişmeler, 27 Nisan açıklaması, şu bu... Uyuyor mu standartlara? Demokratikleşen bir ülkede böyle bir şey olur mu? Olamaz." CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili soruları da yanıtlayan Babacan, cumhurbaşkanının nasıl seçileceğinin Anayasada belli olduğuna dikkat çekerek, "Düşünün Anayasada yazıyor nasıl seçileceği cumhurbaşkanının, ama o Anayasada cumhurbaşkanlığını seçecek çoğunluğa sahip bir meclis onu seçemiyor. Neden illa uzlaşma? Bizim Anayasamız uzlaşma demiyor ki..." dedi. Bir dayatma söz konusuysa, dışarıda bu dayatmanın aslında azınlığın çoğunluğa dayatması olarak da algılandığını, Avrupalıların kendisine bunu söylediğini aktaran Babacan, cumhurbaşkanı seçimlerinden sonra hem doğudan hem batıdan sayısız tebrik telefonu aldıklarını, arayanların, "Biz Abdullah Gül'ü tanıyoruz. Türkiye'nin artık reformlarının önü açılmıştır" dediğini bildirdi. Babacan, uluslararası alanda kabul edilmiş, kurallarına göre yapılmış bir seçime "dayatma" kelimesini kullanamadığını ifade etti. Anayasa değişiklikleriyle ilgili soru üzerine de Babacan, 2002 seçimlerinden önce de, son seçimlerden hemen önce de seçim beyannamelerinde yeni bir anayasanın gerekli olduğu hususunu vurguladıklarını hatırlatarak, "Yani bir olağanüstü hal döneminde, 1980 ihtilalinden sonra hazırlanmış bir anayasayla Türkiye ne kadar devam edebilir, bu mümkün değil" dedi. "TÜRKİYE'DE BU İŞLER BÖYLE OLUR DİYEMEYİZ" "Türkiye'nin kendine özel şartları vardır, Türkiye'de bu işler böyle olur, Avrupa'da ne olursa olsun" diyemeyeceklerini ifade eden Babacan, "O zaman adeta üçüncü sınıf uygulamasını kendimize layık görmüş oluruz diye düşünüyorum. Türkiye her açıdan her şeyin birinci sınıfına layık. Son birkaç ayda yaşanan gelişmeler; parti kapatma davası, hangi şartlarda kapatılır, hangi şartlarda kapatılmaz, bunlar çok açık, AB'de uygulamaları, standartları belli. Dolayısıyla bizim burada mutlaka bu ölçütleri de dikkate alarak yürümemiz gerektiğini düşünüyorum" diye konuştu. Babacan, "Hem dünya iş çevreleri, hem de siyasi çevreler Türkiye bu işi atlatacak diye güveniyor, yoksa ekonomik göstergelerin şu andaki noktada olması mümkün değil. Eğer herkes kapanacağına inansa Türkiye'nin bu ekonomik göstergelerle devam etmesi mümkün değil. Göstergelerin içinde tamam risk var ama bu iş öyle ya da böyle düzelecek beklentisi var. 'Nasılsa öyle ya da böyle siz bunu atlatırsınız' havası var muhataplarımızda" dedi. ÜÇ PARALEL HAT... Babacan, üç paralel hatta çalışmalarının devam ettiğini bildirerek, "bunlardan bir tanesinin sağlam, iyi bir hukuki savunma, ikincisinin anayasal ve yasal altyapının daha iyileştirilmesi, sadece parti kapatmayla ilgili konular değil, başka önemli konuları da içerecek bir orta boy paket, üçüncüsünün de hiçbir şey yokmuş gibi AB ile ilgili reform sürecinin normal seyrinde devam etmesi" olarak sıraladı. Yeni bir düzenleme yapılırsa bu yapacakları düzenlemenin belki de mahkemenin kararlarını daha kolay vermesine yardımcı olacağını belirten Babacan, "Kolay bir dava değil. Anayasada bazı şeylerin daha sarih hale getirilmesi, kararın alınmasını daha kolaylaştırabilir diye düşünüyorum" ifadesini kullandı. Babacan, bir soru üzerine, erken genel seçimi konuşanların bulunduğunu, ancak bunun hükümette de, partide de genel bir eğilim olmadığını söyledi. AB SÜRECİNDE YENİ STRATEJİ Türkiye'nin AB ile ilgili çalışmalarının özellikle 2007 başından itibaren, Kıbrıs konusu yüzünden 8 fasıl bloke edildikten sonra yeni bir stratejisinin bulunduğunu, fasılların açılıp kapanmasına bakmadan çalışmalarını sürdüreceklerini belirten Babacan, "Geçen sene nisanda açıkladığımız programda 2007'den 2013'e kadar müktesebat fasıllarının hangisiyle ilgili hangi yasaları çıkaracağımızı, hangi ikincil düzenlemeleri yapacağımızı ilan ettik. 2013'e kadar 188 yasa, 576 tane ikincil düzenleme var. Bu 188 yasanın 21 tanesini, 576 tane ikincil yasanın da 98'ini bugün itibariyle tamamlamış durumdayız" dedi. Babacan, yaptıkları çalışmaları mecliste savunurken, "AB istiyor o yüzden bunu böyle yapacağız" argümanının kullanılmaması talimatını verdiğini kaydederek, "Adımlar attık, ama AB ile alakalı demedik. 21 yasa geçerken meclisten hiç AB'nin adı anılmadı" diye konuştu. Kıbrıs konusu nedeniyle 8 faslın bloke edilmesinin yanı sıra Almanya ve Fransa'daki seçimlerin Türkiye'deki AB algılamasını çok bozduğunu ifade eden Babacan, önlerindeki 5-7 yılda sayısız düzenlemelere ihtiyaçlarının olduğunu, AB ile ilgili çalışmalarının devam edeceğini vurguladı. KAMU DİPLOMASİSİ AJANSI KURULUYOR Dış politikanın kamu ile iletişimi konusunda ciddi sıkıntılarının bulunduğuna değinen Babacan, "Kamu diplomasisiyle ilgili bir çalışma var. Kağıdını hazırladık, meclis tatile girmeden bunun yasasını çıkartmayı düşünüyoruz" dedi. Ajansın içinde AB için ayrı bir masanın olacağını bildiren Babacan, Türkiye'nin dış politikadaki tezlerini, görüşlerini ve amaçlarını açık açık anlatmaktan öte, seminer, konferans, yayın gibi çok farklı enstrümanların kullanılacağını belirtti. Babacan, "Diyelim Türkiye'nin aldığı önemli bir karar, Irak, Lübnan ya da İsrail-Suriye meselesi, istiyoruz ki Arap basınında bu iyi işlensin, doğru anlatılsın. Şu anda bizim bununla ilgili bir mekanizmamız yok. Bu ajans, kanallarıyla, orayla sürekli kuracağı temaslarla, farklı enstrümanlarla kamuoyunu bu konularda bilgilendirecek" diye konuştu. Ajansın her şeyi kendinin yapmayacağını ifade eden Babacan, ajansın alakalı olduğu, düşünce kuruluşları, vakıflar gibi pek çok farklı kuruluşun olduğunu söyleyerek, "Ajansın devrede olduğunu çoğu zaman insanlar farkında bile olmayacak" dedi. UMMAN TEMASLARI Umman'daki temaslarına ilişkin de bilgi veren Babacan, Körfez ülkeleriyle ilişkilerinin her açıdan önemli olduğuna değindi. Enerji konusunda daha yakın diyalog içinde olmak gerektiğini konuştuklarını ifade eden Babacan, genel anlamda Türk şirketlerine altyapı işlerinde destek istediğini bildirdi. Türk iş adamlarının Umman'da 2 milyar dolarlık iş aldığını, yeni işler almak için de uğraştığını aktaran Babacan, 120 milyon dolarlık ticaret hacminin ise az olduğunu, daha da artması gerektiğini söyledi. Türkiye-Umman iş konseyinin geçen yıl 2 kez toplandığını, ayrıca son 1 yıl içinde çifte vergilendirmenin önlenmesi ve karşılıklı yatırımları koruma anlaşmalarını tamamladıklarını hatırlatan Babacan, güvenlik alanında işbirliğinin nasıl yoğunlaştırılabileceğine bakacaklarını, güvenlik konusunda daha yakın istişare istediklerini, Umman'ın savunma bakanını Türkiye'ye davet ettiğini belirtti. Umman'ın Kıbrıs konusunda çok yardımcı olduğunu, KKTC'nin Umman'da temsilcilik açmakta olduğunu belirten Babacan, AB sürecini de desteklediklerini ifade etti. "KİK İLE İLİŞKİLERİ DAHA İYİ NOKTAYA GETİRMELİYİZ" 6 ülkenin üye olduğu Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile ilişkilerini daha iyi noktaya getirmeleri gerektiğini, serbest ticaret anlaşması üzerinde çalıştıklarını anlatan Babacan, siyasi konularda, enerji ve güvenlikle ilgili konularda KİK ülkeleriyle daha yakın temas içinde olmalarının önemli olduğunu da söyledi. Özellikle enerji açısından bölgenin petrol ve doğal gazını dünya pazarlarına ulaştırmada Türkiye'nin önemli bir hat olarak görüldüğünü kaydeden Babacan, Irak konusunun gündeme geldiğini, Türkiye'nin Irak politikasında Irak'taki grupları bir araya getirici, derleyici toparlayıcı tutumunun takdirle izlendiğini aktardı. İran, Lübnan ve Afganistan-Pakistan konularını da ele aldıklarını belirten Babacan, Türkiye'nin kuzey Irak politikası ve terör örgütü PKK'ya karşı yapılanları anlattığını, Umman'ın siyasi irade olarak Türkiye'ye desteğinin önemli olduğunu söyledi. "SERMAYENİN VATANI, COĞRAFYASI, DİNİ YOK" Babacan, Körfez sermayesinin Türkiye'ye geldiğini, ancak potansiyelin çok altında olduğunu da belirterek, "Türkiye'de nedense Körfez sermayesiyle ilgili bir ön yargı, farklı bakış var. Bir yatırım olduğu zaman hep bir iğneleme, hor görme var. Bu çok iyi değil. Sermayenin vatanı, coğrafyası, dini yok, sermaye sermayedir" dedi. Yasal altyapıda hiçbir ayrım olmadığını, Londra'ya, New York'a ne kadar gidiyorlarsa Körfez'e de o kadar gittiklerini söyleyen Babacan, ancak Türkiye'ye gelen doğrudan uluslararası sermayenin yaklaşık yüzde 80'inin AB kaynaklı olduğunu sözlerine ekledi. AA
<< Önceki Haber Başörtüsü meselesini aşmamız gerekiyordu Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER