Herkesi susturmak istiyor.
Savcılara müdahale ediyor.
Medyaya karışıyor.
Bu arada, bu konuşmayı Deniz Kuvvetleri'ne ait bir gemide yapmasının “özel bir anlamı” olduğunu söyleyip, “herhalde herkes açıkça ne demek istediğimi anlamaktadır” demiş.
“Herkesi” bilmem ama ben anlamadım.
Deniz Kuvvetleri'ndeki bir cuntanın hazırladığı
Kafes Planı çıktı geçenlerde ortaya.
Genelkurmay Başkanı herhalde bu “planla” ilgili bir şey söylemek istiyor ama nedense açık konuşamıyor, tehditleri, ona buna
akıl öğretmeleri çok net de “cunta konusundaki” tavrı pek bir muğlak.
Ne diyorsun
paşa?
Gemiye çıkmak, “bu cuntayı yakalayacağım” anlamına mı geliyor yoksa “cuntalarıma dokundurmam” anlamına mı?
Pek “yakalamaya” hevesli bir hal yok konuşmalarında, savcıları, medyayı “geri çekilmeye” zorladığına göre “cuntaya” yer açmaya çalışıyor gibi gözüküyor.
Başbuğ, “orduya karşı
psikolojik savaş” yürütüldüğünü söylüyor ama bana kalırsa esas
Genelkurmay Başkanı kendi halkına karşı “psikolojik savaş” yürütüyor.
Bize açıklaması gereken, bu cuntalar konusunda ordunun ne yapacağı.
Bir genelkurmay başkanının görevi de bu zaten.
Medyanın ne yazacağı, savcıların ne yapacağı onu hiç ilgilendirmez, onu ilgilendiren, yönettiği ordunun içinden çıkan cuntalarla,
darbe planları.
Nedense oralara dokunmuyor.
O net konuşmuyor ama biz net konuşabiliriz.
Bu cuntaları yakalayacak mısın yoksa bu cuntaları koruyacak mısın?
Darbe planlarını yapanları yakalayacak mısın yoksa bu planları yapanları koruyacak mısın?
Niye bu konuda açıkça konuşmuyorsun?
Cuntalar konusuna değinmekten seni alıkoyan ne?
Başbuğ, “Terör olaylarını
Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilendirmeyi,
PKK destekleyicileri, PKK sempatizanları yapabilir. Ancak böyle ilişkilendirmeleri ve bu amaca yönelik imalı konuşmaları siyasiler, akademisyenler ve medya mensupları yapamaz, yapmamalıdır. Bizi en çok üzen ve yaralayan noktalardan biri, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bizlere canları emanet edilen Mehmetçikler üzerinden kanlı hesaplar yapabilenlerin olduğunun düşünülmesi, ileri sürülmesi konusudur,” diyor.
Söylediği konu anladığım kadarıyla “33 asker” konusu.
Üç yüz PKK'lının bölgede dolaştığına dair istihbarat raporları bulunduğu halde silahsız askerleri korumasız bir şekilde yola çıkarmanın anlamını anlatsın bize o zaman.
Niye o çocukları korumasız olarak bindirdiniz otobüslere?
Neden o çocukları o otobüslere binmeye zorladınız?
Etrafta PKK'lılar olduğu bilindiği halde neden gerekli önlemleri almadınız?
Emirlere göre o çocukların uçaklarla gönderilmesi gerekiyordu, neden kendi emirlerinize uymadınız?
Neden o çocuklara silahlı eskort vermediniz?
Neden askerî mahkemelerinizden bu “ihmalde” rolü gözüken kimse hakkında bir karar çıkmadı?
Tam hükümetin af ilan edeceği günün öncesinde yaşanan bu olaydan neden şüphelenmeyeceğiz?
33 askerin öldürülmesi Türkiye'nin son on altı yılını etkiledi, barışı engelledi, “PKK'lılar öldürdü” demek hiçbir şeyi açıklamıyor, siz niye onları ölüme attınız?
Bu 33 askerin ölümüyle ilgili bir açıklama yapma zorunda hissetmiyor musunuz kendinizi?
“Terörle Silahlı Kuvvetler'i ilişkilendirmeyi sadece PKK'lılar ve PKK sempatizanları yapabilirmiş” Başbuğ'a göre, PKK'lılardan gelen tehdit mektupları bizi pek “PKK sempatizanı gibi görmediklerini” ortaya koyuyor, şimdi PKK'lı değiliz diye bu 33 askerin hesabını soramayacak mıyız?
TSK'ya “niye o çocukları korumasız gönderdiniz” diye, PKK'ya da “tam barıştan bir gün önce üstelik de
ateşkes varken neden o askerleri öldürdünüz” diye sormak bu
ülkede barışı isteyen herkesin hakkı.
İki örgütün de bu sorudan nefret ettiğini gelen mektuplardan biliyorum.
1993'te 33 asker olayını, 2009'da Reşadiye baskınını yaşadık, ikisi de “barışın” tam kapısına geldiğimiz sırada oldu.
“Tokat'a PKK militanlarının geldiğini askerî istihbarat niye öğrenemedi, öğrendiyse niye engellemedi” diye sormak da, PKK'ya “bu eylemi şimdi niye yaptın” diye sormak da bu ülkede yaşayan Türklerle
Kürtlerin hakkı.
Bu soruları sormayan, sorulmasından hoşlanmayan Türklerle Kürtler olduğunu biliyorum.
Ama bu sorular sorulmadığı için yaşandı birçok acı.
Elinde silahı olanın, “beni sorgulayamazsın” dediği, sorgulayanı tehdit ettiği bir ülke burası ama artık bu soruları soranların sayısı onların engelleyemeyeceği kadar arttı.
Başbuğ kendi insanlarını tehdit etmekten vazgeçsin de bu soruların cevabını versin.
Onun asıl işi bu soruları
cevaplandırmak çünkü.
AHMET ALTAN-TARAF