Genel
kurmay Başkanı
Org. Başbuğ'un, göz göre göre yargıya bir defa daha müdahale etmesi,
vesayet cephesinde değişen bir şey olmadığını anlatıyor.
Sayın Başbuğ, beni TSK mensupları adına iki defa şaşırttı. Birincisi, bütün generalleri arkasına toplayıp eline boş LAW silahını alıp "işte
boru" demesiydi. O gün ülkemin talihsizliği adına çok üzüldüm. Bir
Genelkurmay Başkanı bu hale düşmemeli, böyle bir gösteri yapmamalıydı. Zira o makamın bir saygınlığı, temsil özelliği var. İki eli arasında boş bir LAW silahı sahnesinin anlattığı tek bir şey vardı: Genelkurmay, yaşadığımız süreci çok kötü yönetiyordu. Her hamle, TSK'yı daha güç durumda bırakıyor, ordunun düşen itibarı kamuoyu yoklamalarına yansıyordu. Bu kötü
yönetim, generalleri neden rahatsız etmiyor, doğru bildikleri yanlışlarda, kamuoyunun şaşkın bakışları arasında, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi niye ısrar ediyorlardı? Kurmay eğitiminden geçmiş insanlar, resmen
akıl tutulması denilebilecek bir halin neden seyircileriydi?
İkinci şaşırdığım olay,
Yeniçağ gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar'ı, kendisine
hakaret ettikten 5 gün sonra, Genelkurmay Karargâhı'na çağırıp, İkinci Başkan Org. Aslan
Güner ile birlikte uzun uzun sohbet etmeleriydi. Önkibar, 24 Haziran 2010'daki yazısında, "
İlker Başbuğ,
Hilmi Özkök'ün uzun boylusu!" diyerek, onun Tayyip Bey'e layık olmaya çalıştığını söylüyordu. Org. Başbuğ'un, "OHAL'e gerek yok" açıklamasına fena içerliyor; "Yahu sen AKP'nin sözcüsü müsün, Tayyip Erdoğan'a niçin siyasi
destek veriyorsun?" diye çıkışıyordu... Ve soruyordu: "
İlker Başbuğ'un AKP ile kol kola girmesini nasıl açıklamalıyız? Ne var bu işin arkasında?"
Biz bir gazetecinin, bir
Genelkurmay Başkanına böyle hitap edebilmesinin bir örneğini Mustafa
Balbay'da görmüştük. Ama onun cesaret kaynağını artık biliyoruz. Darbe hazırlığı yapan generallerin sözcülüğüne soyunarak, onların
AK Parti iktidarına tahammülsüzlüklerini,
Cumhuriyet gazetesinde "Genç Subaylar Rahatsız" manşetiyle vermişti. Balbay, TSK içinden birileri adına konuşuyor, onlardan cesaret/talimat alıyor, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü tehdit ediyordu. Dün Balbay'daki hava, bugün Önkibar'da var.
Org. Başbuğ'un, yıpranacağını bile bile emekliliğine birkaç hafta kala bir defa daha hukuk dışına çıkması, yargıyı hiçe sayması normal bir şey değil. Kendisine kim
baskı yapıyor? Üçüncü
Ordu Komutanı Org.
Saldıray Berk, mahkemeye gitmesin diye, "Genelkurmay'da görevlendirme" gerekçesi söylendiğinde, bilenler şaşırmıştı. Bir ordu komutanına Genelkurmay'da ne görev verilebilirdi? Yani Org. Berk'e söz geçireme mi söz konusudur? Öyle ise Org. Başbuğ, kimlerin baskısı altında kalıp konuşmaktadır? Bir Genelkurmay Başkanının,
tiraj bakımından 21. sırada olan bir gazetenin yazarını, kendisine yaptığı hakaretlerden sonra Karargâh'a çağırmasının, "TSK içinde en çok sizin gazeteniz okunuyor" demek mecburiyetinde kalmasının izahı nedir?
Ergenekon davasının, vesayet sahiplerini rahatsız ettiği çok açık. TSK içinde, yüksek yargıda,
siyaset merkezlerinde, bilhassa medyada, direnme andı içtikleri de besbelli.
Peki ne olacak? Toplumdaki bu demokratik şuurlanmaya, "yeter artık" diye yükselen cesur sese, alternatif medyanın varlığına, "iktidarım, muktedir olmakta kararlıyım" diyen bir hükümetin varlığına ve Türkiye'nin
AB üyeliği yolundaki gidişe rağmen, statükonun direnmesi çözüm olabilir mi? Asla olmaz.
Ama bir hal çaresi olmalı. Çare belli. Hukukun üstünlüğünde, herkesin
hesap vermesinde ve her kurumun sadece kendi işine bakacağı demokratik zeminde buluşabiliriz.
Önce, tansiyonu düşürecek, kutuplaşmayı frenleyecek bir aklıselime ihtiyaç var. Herkes, gerilimi tırmandırmaya bir son vermeli. Herkes savaş baltalarını toprağa gömmeli. Değilse, Türkiye'ye yazık olacak. Her kurum, her çevre yanlış adamlarını geri çeksin. Dürüst, ilkeli ve vicdan sahipleri öne çıksın.
Anayasa Mahkemesi bu davete öncülük yapabilir. Hâlâ
vakit var...
HÜSEYİN GÜLERCE - ZAMAN