Silahlar kimin veya TSK'yı kim denetliyor?
Genelkurmay Başkanı Başbuğ,
Poyrazköy’de ve diğer kazılarda çıkan
silahları-
mühimmatı “kayıtlarımızda silah ve mühimmat eksiği yoktur” diyerek sahiplenmediği gibi, başka bir kurumu, (Emniyeti)
hedef gösterdi. Arkasından Emniyet: “bende de silah eksiği yok, cephanelikler bana ait değil!” diye ayrı bir açıklama yaptı.
Peki, bu silahlar, cephaneler kimindi? Topraktan “Hüdayı nabit” olarak mı bitmekteydi? Cephanelerin kime ait olduğunu veya olmadığını kim tespit edecekti? Bunu tespit edebilecek merciler var mıydı? Bu tür konular nasıl denetlenmekteydi demokratik(!)
Türkiye’de?
Türkiye’de
bakanlıkların, kurumların yasal dayanakları olan denetim birimleri vardır. Bunlar bazen bakana, bazen müsteşara, bazen de ilgili genel müdürlüğe bağlı olarak denetimler yaparlar. İdarenin içinden yapılan bu denetimler, bakan, müsteşar ve genel müdür idareden sorumlu olduğu için, bağımsız denetimler olarak kabul edilemez. Belki hiyerarşik denetimler olarak görülebilir. Ancak, Türkiye’de
sivil idareler için kurum dışından gelip denetimler yapan üst denetim birimleri de vardır.
Türkiye’de kuruluşu Tanzimat sonrasına dayanan,
TBMM adına bağımsız denetim yapan köklü bir denetim birimimiz vardır. Adı SAYIŞTAY olan bu denetim birimi merkezi ve katma bütçeli bütün kurumların, özerk üst kurulların, belediyelerin, valiliklerin, bakanlıkların denetimini yapabilir ve bunu hükümetten ve siyasetten bağımsız olarak yapar. Bunun dışında Cumhurbaşkanı adına yine bütün kamu kurum ve kuruluşlarını
denetleme yetkisine sahip “
Devlet Denetleme Kurulu” vardır.
Demirel ve Sezer döneminde pek işletilmeyen bu kurum, aslında etkili bir denetim birimi olabilecek yetki ve özelliklere sahiptir. Ayrıca başbakanlığa bağlı “Yüksek Denetleme Kurulu” ve “
Başbakanlık
Teftiş Kurulu” vardır.
Özal döneminde kurulan
Başbakanlık Teftiş Kurulu çok yetkilidir. Özal tarafından devletin, kamu kurumlarının fotoğrafını çekmede, başbakan adına denetimler-tespitler yapmada oldukça verimli şekilde kullanılmıştır. Özal bu teftiş kurumuyla devletin (TSK) hariç kılcallarına girmeyi, kamu yönetiminde denetim dışı, dokunulmaz, sorgulanmaz alanlar bırakmamayı hedeflemişti. Prestijli ve etkili bir denetim birimi olan
Başbakanlık Teftiş Kurulu özellikle bu hükümet döneminde tamamen etkisiz hale getirildi, çalıştırılmadı. Oysa başbakan, kendisine bağlı çalışan bu denetim birimi sayesinde; kurumlardan, birimlerden sağlıklı bilgiler alabilirdi. Duyumlara, sempatik ilişkilere dayalı bilgiler edinmek yerine, devletin resmi bir kurumu eliyle kurumların, kamu yönetiminin röntgenini çekebilirdi; bunu yapmadı. Bu hükümet verimli bir denetim birimi olan Başbakanlık Teftiş Kurulunu pasifsize etti,
eleman alımını durdurarak erimeye terk etti.
Bu
ülkede MİT’ten, özerk kurumlara, özel mülkiyette bulunan şirketlere kadar, bütün sivil (özel ve kamusal) kuruluşlar pek çok harici denetime tabidirler.
Sayıştay’dan, Devlet Denetleme Kuruluna, Başbakanlık Teftiş kurulundan, Yüksek Denetleme Kuruluna kadar pek çok denetim birimi, devletin TSK hariç bütün birimlerini denetleyebilmektedir. Emniyete gelince; Emniyet yukarıda saydıklarımızın dışında Mülkiye Müfettişleri tarafından da rutin ve rutin dışı denetlenmektedir. Ayrıca Emniyet müfettişleri vardır ki, onları saymıyoruz. Yani Emniyetle ilgili bir problem olduğunda emir komuta dışından kurumu denetleyen pek çok birim vardır. Bir problemin Emniyette uzun süre örtülü kalması ihtimal dışıdır. Sivil kurumlar hükümetler değişip başka bir parti tarafından hükümet edilmeye başlandığında zaten bütün sivil kurumlar, bakanlıklar deşelenir. Bunların dışında Türk milleti adına denetim yapan bağımsız
Yargı denetimi vardır.
Adli yargı yanında, yürütmenin iş ve işlemleri idare mahkemeleri ve
Danıştay tarafından ayrıca denetlenmektedir.
Peki, TSK’yi kim denetlemektedir?
TSK içinde yapılanmış bir çete, yasadışı oluşum, ihtilal hedefleyen bir cunta olduğunda bunu kim veya kimler tespit edecek, inceleyecektir?
Bu tür çeteler en üst kademedeki
komutanların himayesinde ise veya en tepeyi de tehdit edebilecek güçte ise bu yapıları kimler ortaya çıkaracaktır? Kimler yargılayacaktır?
TSK tamamen hiyerarşik denetime tabidir. Hiyerarşi içinde bir suç işlendiğinde bunu ortaya çıkaracak, araştıracak herhangi bir harici merci, birim, kurum yoktur. Bu nedenledir ki,
tel örgü içinde gerçekleşen pek çok adi vaka bile dışarıya “eğitim zayiatı” olarak yansımaktadır.
Depresyon geçirdiğinden dolayı
intihar eden, arkadaşını vuran pek çok asker olmaktadır; ama bunların hiç birisi gerçek nedenleriyle dışarıya yansımamaktadır. Ailelere vaka, komutanların arzu ettiği biçimde yansıtılmaktadır. Zira tel örgü içinde olan bütün eylemlerin denetimi ve yargılaması yine emir komuta içinde olmaktadır. Hiçbir komutan kendi döneminde sıkıntılı işlerin kayda geçmesini ve bunun terfisini engellemesini istememektedir. Türkiye’de sivil kişiler ve sorumlular adli ve idari bağımsız mahkemelerde yargılandıkları halde; asker kişiler hakkında TSK’nin emir komuta içinde işleyen mahkemeleri karar vermektedir. Türkiye’de yargıda çift başlılık vardır; askerin yargılanması ayrıdır, sivilin yargılanması ayrıdır. Bundan dolayıdır ki TSK odaklı ihtilal denemeleri, çeteleşmeler, kişiler
emekli olup sivil hale geldikten sonra gündeme gelebilmektedir. Bu ülkede üniformadan çıkınca dahi darbecilere dokunulama-maktadır, dokunulamamıştır. (
Ergenekon davasıyla başlayan sürecin sonuca ulaşıp ulaşamayacağı ise belli değildir.)
TSK, hiyerarşik denetim dışında oldukça dar bir alana sıkıştırılmış konularda SAYIŞTAY denetimine tabidir. Genel olarak gider denetimi yapan ve TSK’ye bütçeden intikal eden bütün kaynakları inceleme ve araştırma yetkisine sahip olan Sayıştay, sadece
kantinlerin ve
küçük miktarlar tutan ihalelerin denetimine sokulmaktadır. Büyük ihalelere, silah alımlarına, askeri harcamalara burnunu sokmasına müsaade edilmemektedir. Sivil kurumların ve kişilerin üzerinde taşıdığı “asker korkusu”, SAYIŞTAY ve denetçilerinde de görülmektedir. TSK, TBMM adına denetim yapan SAYIŞTAY’ı tel örgü içine sokmaya yanaşmamakta, sadece kendi istediği kadar denetleme yapmasına fırsat vermektedir. SAYIŞTAY ise yetkilerini kullanacak cesareti gösterememektedir. Sayıştay denetçileri 2008 yılı içinde kantin denetimlerini aşan bir denetim yapmak istedi, ama TSK kendisini denetlettirmedi. SAYIŞTAY Başkanlığı Anayasal ve Yasal haklarını “askerle çatışmama, sevimsiz olmama” nedeniyle kullanmaktan içtinap etti. Anayasal yetkilere sahip bir kurumun görevini yerine getirmesi TSK tarafından engellendi. Ve buna sivillerden hiç bir tepki gelmedi. Bu konudan TBMM’nin ve hükümetin haberinin bile olmadığını sanıyorum
Bu ülkede bırakın generalleri, kuvvet komutanlarını, daha alt seviyede askerler bile mahkemenin celp ve ifade verme talebini görmezden gelebilmiş ve Türk yargısını muhatap almamıştır. Bu ülkede susurluk komisyonuna, TBMM’nin ifade talebine
cevap vermeyen, TBMM’yi
kale almayan askerler vardır.
Türk milleti adına yargılama yapan bağımsız mahkemeleri takmayan, Milleti bizzat temsil eden en yüce makam TBMM’ye gitmeye tenezzül etmeyen, hatta cevap vermeye lüzum duymayan askerleri bu ülkede kim denetleyecek?
Ast-üst ilişkisi içindeki denetimlere itimat edip ikna mı olacağız?
En tepedeki veya tepelerdeki komutanlar karışık, karmaşık işlerin içinde olduğunda, demokratik bir ülke(!) olan Türkiye’de asker içindeki usulsüzlükler, problemler nasıl ve kimler tarafından denetlenecek?
Türkiye’de bütün kişiler ve kurumlar denetlenebilmektedir. Siyasetçiler diğer denetim mekanizmalarının dışında
sandık denetimine tabidirler. Ama TSK’yi kendisi dışından denetleyebilecek bağımsız hiçbir denetim birimi yoktur. Bu ülkede Cumhurbaşkanı bile vatana ihanetten yargılanabilmektedir. Ama görevi başındaki
Genelkurmay Başkanını ve kuvvet komutanlarını yargılayacak bir merci yoktur, düşünülmemiştir. Bu sistemi kuran zihniyet, baştan askerin masumiyetini, dokunulmazlığını kabul etmiştir. Zira vatana ihaneti sabit olsa bile bir Genelkurmay Başkanını yargılayacak ne bir merci, ne de yasal
düzenleme vardır.
Türkiye
Askerlerin de denetlenebildiği bir ülke olmadıkça tam demokratikleşemeyecektir. Derin çeteleşmeler, cuntalar, hükümete yönelik darbeler, askerlerin içerideki suiistimalleri ve hukuksuzlukları ortay çıkarılamayacaktır.
Poyrazköy’de ortaya çıkan silahların
emniyete ait olup olmadığını tespit edebilecek pek çok bağımsız, tarafsız denetim birimi var. Ama TSK’ya ait olup-olmadığına komutanın dışında karar verebilecek birisi var mı?
* * *
Başbuğ son konuşmasında “karşı taraf” dedi. “Karşı taraf neresi?” diye sorulduğunda; “Boğazın karşısı” diye cevapladı. Bunu lafın gelişi söylemiş olabilir ama Türkiye’de görünmeyen en temel ayrımlardan biriside Boğaz’ın iki yakası arasındadır. Beyaz Türkler dediğimiz
kripto ecnebiler, özellikle Sebataylar kendilerini suyun ötesinden, yani
boğazın
Avrupa tarafından,
Anadolu insanını ise suyun
Asya yakasından görürler. Bu yaklaşımla Anadolu insanını (buna Avrupa’nın herhangi bir yerinden
Müslüman kökenliler de dâhildir) “gelişmemiş”, “doğulu”, “gayrı medeni” görerek tahkir ettiklerini düşünürler.
Acaba Başbuğ “Boğazın karşısı” ifadesini kasten mi söyledi, öyle ise kendisini hangi taraftan görüyor?
YUSUF GEZGİN-AKTİFHABER