Özal da 12 Eylül’den hemen önce askerler
muhtıra kıvamında bir
mektup verdiklerinde Demirel’e ne dediğini Mehmet Barlas’a (“Turgut Özal’ın Anıları”,
Sabah Kitapları, 1994) şöyle açıklamıştı:
“Ben sizin yerinizde olsam, bu mektubu verenleri hemen emekliye sevk ederim.”
Demirel’in bu konudaki görüşü bellidir. 12
Mart belgeseli için konuştuğumuzda muhtıra gününü anlatırken şöyle demişti:
“Benim
Başbakan olarak çalıştığım odada darağaçları vardı.”
12 Mart muhtırası geldiğinde
Menderes asılalı henüz 10 yıl olmamıştı.
“Makam odasında bir darağacı...”
Yeni Başbakan için yeterince caydırıcı...
Erdoğan da “Biz beyaz kefen giyip yola çıktık” dememiş miydi?
Sanki
hizmet yarışı değil,
mezar kazısı...
* * *
Koşullar buyken, dışardan “Al görevden” demek kolay...
Geçen gün deneyimli bir siyasetçi bir “fabl”la yorumladı durumu:
Aslan, Kurt ve Tilki acıkınca ava çıkmışlar.
Bir
geyik, bir
keçi, bir tavşan avlayıp dönmüşler.
Mağarada toplanınca Aslan, Kurt’a dönmüş; “Hadi paylaştır şunları da yiyelim” demiş.
“Emredersiniz haşmetmahap” diye eğilmiş Kurt:
“Siz geyiği buyurun. Ben keçiyle yetineyim. Tilki de tavşanı yesin.”
Aslan, “Tam duyamadım. Hele yakına gel de bir daha söyle bakiym” diye gürlemiş.
Kurt kulağına yaklaşınca da kafasını kaptığı gibi hapır hupur yemiş; kemiklerini oracığa bırakıvermiş.
Sonra da hadiseyi dehşet içinde izleyen Tilki’ye dönüp “Şimdi sen pay et” demiş.
Titremiş Tilki:
“Devletlum” demiş:
“Bence geyiği kahvaltıda yiyin; keçiyi öğleyin...
Tavşanı de
akşam alırsınız.”
Aslan beğenmiş bu paylaşımı...
“Aferin” demiş; “Sen nerden öğrendin böyle adil paylaştırmayı?..”
“Önünüzdeki kafatasından” diye
boyun eğmiş Tilki...
* * *
Makam odalarında darağacı gölgelerinin dolaştığı, Başbakanların kefenle yola çıktığı bir
ülke kolay normalleşemez.
Yine aynı siyasetçinin tabirini kullanayım:
“Öğrenilmiş çaresizlik”tir bu...
Laboratuvar deneyiyle kanıtlanmış:
Çekirgeyi bir fanusun içine koyuyorlar. Sıçrayıp çıkmak istiyor. Her seferinde kafasını çarpıyor. Bir-üç-beş-on derken beceremeyince vazgeçiyor. Bir süre sonra fanusun kapağını açıyorlar. Sıçrasa çıkacak; ancak
çekirge denemiyor bile...
Özgürlüğe ulaşamayacağına öylesine şartlanmış.
Tutsaklığa öylesine alıştırılmış.
“Öğrenilmiş çaresizlik” böyle bir şey işte...
* * *
Türkiye bu çaresizlikten ağır ağır sıyrılıyor.
Sancılar çekerek normalleşiyor.
Şükür ki artık darağaçları, kefenler, muhtıralar değil,
yasa, anayasa, hukuk konuşuluyor.
Asker Meclis kapısından çekiliyor. Darbeler
sivil mahkemede yargılanıyor.
Kozmik odaların kapısını açılıyor.
Kafamızı kaptırma korkusu olmadan “adil bir paylaşım” talep edebiliyoruz.
Tek korkumuz, kafayı Aslan’dan kurtaralım derken, Kurt’a ya da Tilki’ye kaptırmak...
Ama biliyoruz ki, onun da tek çaresi korkusuz olmak...
Can Dündar /
Milliyet