Tel Aviv Basın Merkezi'ni temmuz sıcağına rağmen doldurmuş kalabalık, kürsüden
Türkiye aleyhine ateşli bir ‘vaaz' veren
profesörü dinliyor. Hatip, isminin önünde seçkin bir üniversiteden alınmış ‘
siyaset bilimi doktoru' unvanı olmasına rağmen duygusallığın ve heyecanın etkisiyle zaman zaman aklın, mantığın dışına çıkıyor: “Türkler bir dünya imparatorluğu kurmak istiyor! Erdoğan (
Başbakan),
Osmanlı devletini yeniden kuracak! Türkler, NATO sisteminden uzaklaşıyor!” Aynı profesör, anlattıklarını ikna edici kılmak için eşine az rastlanan bir çabayla en olmayacak şeyleri bir araya getirmeye çalışıyor: “Türkler Çin ile ticaret yapıyor. Türk istihbaratı
İran istihbaratı ile neredeyse entegre olmuş.” İstanbul'da uzun yıllar kalmış tecrübeli gazeteci Günter Seufert bana dönerek “Çin, şu an ABD ve Almanya'nın neredeyse bir numaralı ticari ortağı” diyor. Hâlbuki ateşli vaaz veren profesörün tesiriyle kalabalık Türkiye'nin Çin ile
işbirliği yapıp Batı'ya karşı başka bir
kumpas kurduğuna çoktan ikna olmuş hâlde.
Yukarıda özetlenen tablo Tel Aviv'den Türkiye'nin nasıl göründüğünü büyük ölçüde temsil ediyor. Kötüsü,
İsrail'in idaresinde bugün sözü geçen aktörler bu karamsar tablonun yerleşmesi için çaba harcıyor. En dramatik olan ise hükümette çalışan üst düzey bürokratlarla
generallerin ‘eski Türkiye hatıralarını' neredeyse birer menkıbe gibi anlatmaları. Hemen herkesin bir
Yaşar Büyükanıt hatırası var. ‘Ah nerede o eski günler!' tadında anlatılan bu hikâyeler, geçmişin kudretli Türk generallerinin kendilerine ne kadar değer verdiklerini hatırlatıyor ve şimdilerde durumun tam tersi olduğu mesajıyla bitiyor.
1990'lı yılların sonunda dönemin İsrail cumhurbaşkanına askerî danışmanlık yapan bir emekli general bana “O zamanlar Türkiye Genelkurmay Başkanı, bize Türk Başbakanı'nı işten kovmak için Ankara'ya dönmesi lazım geldiğini söylemişti.” diyerek inanılması zor bir anekdotu anlattı.
Velhasıl, 28
Şubat ile başlayan dönemi, İsrailli üst düzey aktörler adeta bir ‘
altın çağ' gibi hatırlamakta. Durumun ne kadar değiştiğini ise yine eski bir İsrailli generalin esprisinden anlamak mümkün: “Artık Ankara ziyaretlerimde sokağa çıkmıyorum. Çünkü bana sokakta görülen generallerin tutuklandığı söylendi!” Bütün bunlar şunu gösteriyor: İsrail elitlerinin kafasına, Türkiye ile ilişkiler ancak ordu üzerinden sürdürülebilir
algısı adeta kazınmış durumda. İsrail, Türkiye'nin toplumsal dinamiklerinin demokrasiyi koruyacağını göremiyor. Türkiye'nin sosyal yapısını yansıtan demokratik yapının İran
tipi bir rejim getireceğine saplantı derecesinde inanılmış. “Türkiye değişiyor, bunu durdurmak mümkün değil, İsrail bu değişime uygun bir pozisyon alıp çıkarlarını korusun” telkini karşılık bulmuyor. Hâlihazırda İsrail elitleri, Türkiye'yi geri dönülmez biçimde kaybedilmiş görüyor. Kendi sosyal dengelerini yansıtan demokratik bir Türkiye'nin muhakkak İsrail karşıtı olacağı kanaati Tel Aviv'de çoktan yerleşmiş.
Diğer ilginç nokta, Tel Aviv'deki Recep
Tayyip Erdoğan algısı.
Akademisyenler de dâhil Tel Aviv'deki seçkinler bir ölçüde ikonik hatta mitolojik bir Erdoğan portresi üretmiş durumda: “Erdoğan her olayı siyasi fırsata çeviren deha. ABD yönetimini dahi peşine takabilen bir lider. Nasır'ın (Mısır'ın ikinci cumhurbaşkanı, sosyalist) yapamadığını yapabilecek kişi.
Yahudi devletinin kuruluşundan beri karşılaştığı en büyük tehdit.” Erdoğan hakkındaki Yahudi algısı ‘nefret, merak ve hayranlık' üçgeninde yoğruluyor. Erdoğan ismi, sihirli bir kelime gibi İsrail aydınında, medyasında ve siyasetinde kulaktan kulağa fısıldanıyor. Pek çok kişi ‘Erdoğan ne isterse yapabilir' türünden düşüncelerini paylaşmaktan çekinmiyor. Binlerce yıldır evrilen ve kadim Yahudi inancının ‘Benî İsrail ve düşmanları' telakkisiyle yoğrulan çağdaş İsrail siyaset algısı, Erdoğan'ı kadim geçmişe götürüp orada yorumluyor ve Yahudi milletinin karşısına çıkan bir
modern Câlut'a dönüştürüyor.
Tel Aviv'de esen bu karamsar rüzgâra bireysel olarak direnen insanlar da var. Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde kurulan ‘Club
Turkey' bütün olumsuzluklara rağmen yüz yüze ilişkileri sürdürerek uzun vadeli bir katkı sağlamaya çalışıyor. Aynı üniversitenin Ehud Toledano ve Ofra Bengio gibi kıdemli hocaları bütün olumsuz havaya rağmen en azından entelektüeller arasında ilişkileri devam ettirmek için çabalıyor. Tel Aviv Üniversitesi Osmanlı Çalışmaları Bölümü Başkanı Profesör Ehud Toledano “İsrail'de pek çok entelektüel Türkiye'nin nasıl değiştiğini anlayamıyor.” diyor. Toledano ve Bengio gibi uzmanlarla konuşurken insan bir noktanın hemen farkına varıyor: Entelektüel birikimi dünya ölçeğinde
tescil edilmiş bu gibi aydınlarla Türkiye'nin yeni entelektüel
sınıfını irtibata geçirmek gerekiyor. ‘Eski Türkiye' sosyolojik ve politik olarak tarihe karışmış olmakla birlikte ‘eski Türkiye'nin aydınları' şaşılacak biçimde hâlâ dışarıda
imaj üretmek konusunda güçlü. Bu, şüphesiz üzücü bir durum. Sorunun çözümü de Yahudi entelektüelleriyle Türkiye'nin yeni kuşak entelektüelleri arasında bağ kurulmasına bağlı.
Şunun altını çizmek gerekiyor: Türkiye'nin bugün ıskalanan temel meselelerinden birisi dünyada yanlış çizilen imajıdır. Türkiye, kendi içinde yaşadığı büyük dönüşümleri dışarıya doğru aktaramıyor. Gerçek ve algı bazen o kadar farklı tecelli ediyor ki, insan
akıl erdiremiyor. Algıya ait bu durumun çözülmesi için
yabancı dilde yazan, konuşan ve dünyayla irtibatı olan yeni kuşak entelektüelleri desteklemekten başka yol yok. Çünkü daha ziyade iç politik tartışmalarla vaktini geçiren eski tarz Türk aydınının emeği ulusal sınırlar içinde buharlaşıp gidiyor. Günlük siyaset tartışmaları içinde her gün Türk televizyonlarını işgal eden pek çok meşhur insan Tel Aviv'de, New York'ta yahut Moskova'da bilinmiyor bile. Doğru Türkiye algısını dünyaya taşıyacak yeni sınıf entelektüellerin öneminin önce Türkiye'de kavranması gerekiyor. Türkiye'nin eski tarz usullerle dünyada doğru imaj oluşturma imkânı yok.
Türkiye ve İsrail arasında zor bir dönem yaşanıyor. Bu dönem içinde tarafları savaşa dahi yaklaştırabilecek dramatik sorunlar yaşandı. Ancak ilişkilerin bütün zorluklarına rağmen özellikle Türkiye'de fark edilmesi gereken son derece insani noktalar da var. Olaylar nasıl olmuş olursa olsun, kimin haklı olduğu bile bir kenara, İsrail'de Türkiye ile olan ilişkilerin bozulduğuna gerçekten üzülen insanlar var. Akademisyen, gazeteci,
işçi, emekli... Mesleği her türden pek çok insanın ilişkilerin kötü gitmesine üzüldüğünü görmek mümkün. Tel Aviv'de -haklı yahut haksız- duygusal olarak gerçekten kalbi kırılmış ve üzülmüş insanlar var. Sürgünlerden, Holokost'tan geçmiş Yahudilerin çoğu için Türkiye'nin dostluğu Ankara ve İstanbul'dan görülmeyecek şekilde istisnai bir anlam kazanmış. Siyasilerin yanlışları bir kenara bu üzülen Yahudilerin duygularını da hesaba katmak gerekiyor. İkili ilişkilerin kötüleşmesinden en fazla etkilenmiş olanlar da şimdi İsrail'de yaşayan
Anadolu Musevileri. İstanbul'u, İzmir'i, Antep'i terk etmek durumunda kalmış eski Anadolu insanları olan bu Musevilerle konuşunca hüzünlenmemek mümkün değil. Sigortacı Dayan, “Anteplilerle çok iş yaptım” diyen betoncu Sadi ve daha niceleri. Hepsi eskinin çok kültürlü Türk-Osmanlı barışının son kalıntıları. Siyasetin hırgürü içinde bu insanların hüzün dolu bakışlarını
ihmal etmemek gerekiyor.
GÖKHAN BACIK /
Orta Doğu Stratejik
Araştırmalar Merkezi Direktörü