Aktütün tartışmasından geriye kalacak olan
Kavga dövüş içinde günler, aylar, yıllar geçiriyoruz. Türban
kavgaları,
Anayasa kavgaları, cumhurbaşkanlığı kavgaları, rejim kavgaları, asker-hükümet kavgaları,
Ergenekon kavgaları, medya-başbakan kavgaları, medya-ordu kavgaları...
Sık sık, enerjimizi birbirimizle kavga etmek yerine daha somut, daha verimli işlere harcasak, dediğimiz oluyor. Ama doğru değil bu. Bunlar verimsiz kavgalar değil; biz bu kavgaları yapmak zorundayız. Bunların hepsi 85 yıldır ertelenmiş
hesaplaşmalar ve artık yapılmak zorundalar.
Ve emin olun ki, hiçbiri boşa gitmiyor. Her bir kavgadan, farklılaşmış bir şekilde, farklı bir bilinçle çıkıyoruz. Kim ne derse desin,
Türkiye bütün bu kıyasıya kavgalar içinde demokrasisini olgunlaştırıyor.
Lafı Aktütün tartışmasına getireceğim. Bu tartışmada da aynı şey oluyor. Dikkatinizi çekerim; Türkiye ilk defa, yürütülen bir askeri harekatın doğrusunu-yanlışını, eksiğini- fazlasını, hamaseti bir yana bırakıp somut olarak, ince ince tartışıyor.
Genelkurmay ilk defa, - tekzip amacıyla da olsa- kendisine yöneltilen eleştiriler üzerine ayrıntılı açıklama yapıyor; bu açıklamaya
Taraf Gazetesi'nden karşı açıklamalar geliyor.
Ve kamuoyu pür dikkat bu tartışmanın içinden gerçeği keşfetmeye çalışıyor. İşte olayın asıl önemli yanı budur. Bundan önce olmayan şey budur. Bizi geliştirecek olan, Türkiye'yi geri dönülmez bir biçimde dönüştürecek olan şey budur.
Dağlıca ve Aktütün olaylarıyla birlikte artık terörle mücadelenin askeri boyutu da sivilleri ilgilendiren bir mesele haline gelmiş; toplumsal mercek altına alınmıştır. Bundan böyle oğullarını savaşa gönderenler bu savaşın iyi yönetilip yönetilmediğini, komutanların işlerini iyi yapıp yapmadığını daha yakından izleyecektir.
Ordu bundan böyle bu duruma alışmak zorunda kalacak; bu gerçekle yaşamayı öğrenecektir.
Bundan on yıl sonra, geri dönüp baktığımızda, bu olayda bunun dışında her şeyin önemsiz bir detay olarak kaldığını göreceğiz. Bugün bazıları Aktütün faciasının belgelerini sızdıranların Genelkurmay'la hükümet arasında kurulmuş görünen mutabakatı bozmak isteyenler olabileceği tahlilini yapıyor.
Bu tahlil doğru da olabilir, yanlış da... Belgeleri sızdıranlar yapılan askeri hatalara
isyan eden dürüst subaylar da olabilir; denildiği gibi ordu-hükümet saflaşması yaratmak isteyen "şahin"ler de...
Ama o belgeler doğruysa bunun ne önemi var? On yıl sonra kimse bu belgeleri kimin ne amaçla sızdırdığını merak etmeyecek. Sadece o belgelerin yarattığı sarsıntı ve dönüşüm kalacak geriye...
Yine bugün bazıları Erdoğan'ın bu olay karşısında takındığı tutumun yukarıda sözünü ettiğim oyunu bozmayı amaçladığını düşünüyor. Kimi arkadaşlarımız keşke
Başbakan gazetecilere verip veriştireceğine, Genelkurmay'dan gerekli bilgileri alıp halkın karşısına çıksa ve gerekli açıklamaları kendisi yapsaydı, diyor; kimisi de Başbakan Genelkurmay'a hesap soramıyorsa, görevden alamıyorsa hiç değilse susmalıydı, diyor.
Şöyle ya da böyle davranmış olması, Başbakan'ın ve AK Parti'nin kendi geleceği açısından önemli olabilir; ama emin olun ki, on yıl sonra Başbakan'ın hangi reel politik değerlendirmelerle bugünkü tutumunu aldığı da pek önemli olmayacak. Ne yapılan söz düelloları, ne kullanılan üslup hatırlanacak. Zaman bugün önemli gibi gelen bütün bu ayrıntıları süpürüp götürdüğünde geriye kalan tek şey, "hesap veren ordu" hedefine doğru önemli bir hamle yapmış bir
ülke tablosu olacak.
Bugün Türkiye'nin bu kavgadan en karlı biçimde çıkmasını isteyen her vatandaşın yapması gereken şey; kendini hiçbir politikideolojik angajman içinde hissetmeden, bütün önyargılarından ve duygusal bağlantılarından kurtularak gerçeğin, sadece gerçeğin peşine düşmek olmalıdır. Gerçek ne kadar yaralayıcı olursa olsun, üstündeki örtüyü kaldırıp önümüze koyduğumuz andan itibaren iyileşme süreci de başlar.
GÜLAY GÖKTÜRK - BUGÜN